Kültür alanlarındaki deprem riski (!)

Son yıllarda moda oldu. Deprem riskine karşı kültür/sanat alanlarımızdan bazılarının yıkılma meselesi. Bu alanlarımızdan birçoğunun bulundukları kentin en cazip bölgelerinde yer alması ister istemez insanın aklına rant sözcüğünün gelmesini de kaçınılmaz yapıyor. Kıyı alanlarına yakın bölgelerdeki orman yangınlarında yitirdiğimiz yerlerin sonrasında neye dönüştürüldüğü bu akla gelenlerden yalnızca biri.

Antalya’da geleceğe bırakılan mirasa değer veren bir avuç insan günlerdir direniyor. Deprem riskinden dolayı müzemiz yıkılmasın diye. Bakanlığın yıkım kararından sonra çok sayıda sivil toplum örgütü bir araya gelerek Müze Çalışma Grubu’nu kurmuş. Grubun sözcüsü ise Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Gül Işın. Işın’a göre yıkıma karşı çıkmanın temel nedeni yalnızca yapısal bir müdahaleye karşı durmak değil, binanın Türkiye’deki müze mimarlığı tarihinden oynadığı öncü rolü savunmak. Işın; 1972’den beri Antalyalıların belleğinde yer etmiş olan bu yapının Türkiye’de yarışma projesiyle inşa edilen ilk müze olup, mimari olarak modernist cumhuriyet kimliğinin taşıyıcısı olduğunun altını çizip yıkılmasıyla bir dönemin kültürel ve kamusal mirasının silinmesi anlamına geldiğini belirtiyor.

Müzenin yıkılma kararının verilmesi bir dert, yıkılma aşamasında tarihi eserlerin konumu ise daha büyük bir dert. Heykellerin paketlenmeden futbol sahasına taşınacağı yönünde duyum alındığı, eserlerin güneş altında kalabileceği, iklimlendirme sistemlerinin yetersiz kalabileceği söyleniyor. Ayrıca eserlerin sigortalanıp sigortalanmadığı da belirsiz.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Prehistorya Bölümünün -kelimenin tam anlamıyla- duayen hocalarından biri de Arif Müfit Mansel’di (1905-1975). Bir gün ders sırasında her tarafı camla kaplı Antalya Arkeoloji Müzesi’nin güvenlik açısından durumunu belirtmek için “Her şey olmak isterim ama Antalya Arkeoloji Müzesi’ne müdür olmak asla istemem” diye bir espri yapmıştı. Ne gariptir ki bir zamanlar eserlerin çalınma riskiyle hırsızlardan korkulan müze, şimdilerde devlet eliyle “deprem riskine karşı” toptan” ortadan kaldırılmak isteniyor.

Ancak deprem riski ile yıkılmak istenen yalnızca Antalya Arkeoloji Müzesi değil. Yine aynı nedenle beş yıldır alel acele boşaltılıp hâlâ yıkım kararı verilmeyen bir kültür-sanat kurumumuz daha var. O da Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi. Önce merkeze el konulup, buranın boşaltılması istendi, olmadı bir başka bölümün buraya taşınacağı konuşuldu, o da olmayınca deprem riski var diyerek alelacele taşındı. Hem de filmlere ve belgelere ilişkin hiçbir tutanak tutulmadan. Aradan beş yıl geçmesine rağmen bina hâlâ yerinde duruyor. Korkarım uzun bir süre daha bu durumda kalıp unutturulacak. Sonrası ise bilinen eylem: Yani yıkım… Bu kurumla ilişkili kuşkularımızı ne zaman dile getirsek, binayı bu hale getirenler birtakım planları göstererek yeni bir binanın yapımından söz ediyor. Ancak sözü edilip yapılması düşünülen arşiv binasının geleceğinden de bir haber yok. Koskoca arşiv şimdilerde bir depoda…

Yıllar yılı tek tek, neredeyse tek bir kişinin bir ömür tüketmesiyle toplanan bir arşiv, birkaç ayda yerle bir edildi. Ne bina kaldı ortada ne de bilgi-belge. Filmlerin fiziki durumları ise bir hayli kuşkulu…Yıkıp yok etmedeki hızımızı, ne yazık ki onarma ya da yapmada bir türlü yakalayamıyoruz…Sonrasında ise unutup gidiyoruz… Bu coğrafyanın değişmez ya da değiştirilmesi olanaksız olan bir yazgısı gibi…

“Biz yaptık oldu” anlayışının hoyratça, pervasızca, sorumsuzca bir “deprem riski” gerekçesiyle oradan kaldırılmak istenmesi ister istemez bu konuya az da olsa kafa yoranlar için birçok kuşkuyu da beraberinde getiriyor. Benzer örneklerin her geçen gün daha çoğalarak karşımıza çıktığı bu günlerde tehlike yalnızca geleceğe taşınması istenen mirası koruyan, muhafaza eden yapılar/mekanlar değil, onun da ötesinde mekanların içindeki eserler ve onların oluşturduğu bellektir. Belki binalar bir gün, oldukça geç kalınmış bir zaman diliminde yapılabilir ama, içlerindeki zarar gören, yıpranan, yitirilen eserlerin bir yenisini yeri koymak mümkün değildir.

Giderek bir kenti kent, bir ulusu ulus yapan her biri simge/ikon olan eserleri hoyratça kültürel topografyamızdan bir çırpıda silip yok edebiliyoruz. Yitirdiklerimiz yalnızca yapılar, eserler, tarih değil, belleğimiz...