Sıra kitaplara mı geldi?
Günümüzde birçok alanda olduğu gibi kitaba ulaşabilmek de giderek zorlaşıyor. Birkaç yıl öncesine oranla, kitabı yazandan basana, dağıtımını üstlenenle satana ve de kâğıda yapılan zamlardan sonra okumak da tıpkı film izlemek gibi lüks bir eylem haline geldi. Ve giderek de içinden çıkılmaz bir duruma geliniyor. İşin garibi bu ulaşılmaz konuma gelişte kitabın ortaya çıkması sürecinde her biri çok önemli olan yazarın da basanın da satanın da kendi açılarından halklı olmaları öne çıkıyor. Hiç kuşku yok ki bu durum yalnızca okura değil basana da dağıtıp satan da olumsuz bir şekilde yansıyor.
Bu durumun ciddiyetini kavrayabilmek için basım/yapımı yıllar önce yapılmış bir kitabın günümüze dek raflarda kalabilenlerin (yani yeni basımları yapılmayanların) üzerindeki etikete bakmak yeterlidir. Aynı kitabın dün ile günümüzdeki fiyatları arasındaki fark, neredeyse gram altınla yarışacak durumdadır. Yani yeniden basılmayan, telifi ödenmeyen, bu türden kitaplar raflarda müşterilerini beklerken bile döneminin zorlayıcı koşulları yüzünden durduğu yerde zamlanıyor, her geçen zaman içinde farklı fiyat etiketleri taşıyabiliyor.
İstanbul’un büyük kitapçılarında yaptığımız küçük bir araştırmada bu türden birçok kitabın var olduğunu gördük. Kimi kitapçılar ellerindeki eski basılmış kitabın günümüzdeki değerini, günümüzdeki maliyetlerle basılmış gibi göstermeye yönelmişler. Bu örneğe etik olup olmadığından daha çok, kimi kitaplara (özellikle de ikinci basımları çok riskli ve yüksek olacağı önceden bilinen prestij kitaplara) giderek ulaşabilmenin giderek zorlaştığından dolayı değinmek zorunda kaldık.
Kitap fuarlarının ve de bunlara bağlı olarak imza günlerinin çoğaldığı ancak kitabevlerinin müşterilerinin azaldığı bir evreden geçiyoruz. Yayınevlerinin birçoğu da yayın politikalarını nitelikten daha çok geçerliliği olan bu türden bir nicelik üzerine kurmuşlar. Okunan kitabın değil de birçoğu satanın peşinde. Hiç de haksız sayılmazlar.
Elimizde sağlıklı veriler olmadığı için kitap basım ve satımıyla ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Tıpkı gazete tirajlarıyla süreli yayınlarda (dergilerde) olduğu gibi. Basılanlarla satılanlar arasındaki alan griliğini koruyor. Net sayılara ulaşmak neredeyse olanaksız.
Çok önceleri (yıllar yıllar önce değil, üç-dört yıl önce) ulaşılmaz olan kimi kitaplara kamu kuruluşların bastıkları ile büyük ölçüde ulaşabilmek mümkün oluyordu. Örneğin yerel yönetimlerin, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Kültür ve Turizm Bakanlığının bastıkları kitaplar hem biçim ve içeriklerinin nitelikleriyle hem de öğrencilerin bile alabilecekleri uygun ücretleriyle bu boşluğu kısmen doldurabiliyorlardı. Ancak kimi yerel yönetimlerin tasarruf tedbirlerine kitap ve de dergilerden başlaması, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ise -ne yazık ki- eskisine, yani üç dört yıl öncesine oranla hem farklı alanlara yönelik kitap basma politikalarında radikal bir değişime girmesi hem de gününün koşullarını zorlayan fiyatlandırmasıyla işi daha da ulaşılmaz kılması bu alandaki sorunları daha da içinden çıkılmaz bir duruma getirmiştir. Özellikle Kültür Bakanlığının günümüzde bastıkları kitapları değil öğrencilerin, kitap kurdu olanların bile almaları pek kolay değildir.
Giderek, özellikle de gençler için kendilerini besleyen kitaba, dergiye, filme ulaşabilmek giderek zorlaşıyor, bu saydıklarımızla arasındaki mesafe ilerde telafisi mümkün olmayan bir uzaklığa taşınabiliyor. Çeşitli nedenlerle gereksinim olmaktan çıkan bir şeylere geri dönüş sanıldığı gibi pek kolay değildir. Günümüz, dünün kimi değerlerin nasıl unutulup yaşamımızdan çıktıklarıyla doludur. Ulaşılmayan zaman içinde unutulup gider… Tıpkı her gün evlerimize giren gazetelerde, her ay çıkmasını dört gözle beklediğimiz dergilerde ve de haftada en az iki kez gittiğimiz kapıları sokağa açılan sinemalarda olduğu gibi…Kısacası bir kitaba sahip olmanın lüks sayıldığı bir evreden geçiyoruz…