MEDYANIN HALLERİ... Sanat-felsefe-insan ilişkisi

Basın organlarında kültür-sanat sayfaları maalesef magazinleşti. Sanat üzerine derinlikli yazılar bulmak zorlaştı. Sanat felsefesi üzerine tartışmalar da azaldı.
T24’ten Ümit İnatçı’nın “Sanat felsefeden kopuyor mu?” başlıklı yazısını keyifle okudum.
İnatçı özetle şunları söylüyor:
“-Bir yapıtı Felsefeyle temellendiren sanat yazarı ve sanatçı sayısı gittikçe azalıyor...
-Günümüz dijital çağında sanat üretimi ve tüketimi de ‘hız’ odaklı hale geldi.
-‘Sanat eserleri’ bir ‘gösteri nesnesi’ olarak hızla dolaşıma giriyor.
-Sanatçı, küratör ve eleştirmenler genellikle yüzeyde dolaşan, hazır kavramları tekrar eden ve varoluşla ilgili felsefi derinlikten yoksun bir söylemi tercih ediyorlar.
-Sanat yapıtının dili sanatın felsefesi ekseninden uzaklaşarak nerdeyse sosyal bilimler alanına doğru bir yere kayıyor.
-Diğer yandan, sanat eğitimi giderek daha fazla akademik formlara indirgenirken, üretim süreci notlara, projelere, dosyalara sığdırılmaya çalışılıyor.
-Sanatçılar artık ‘düşünen özne’den çok ‘proje geliştirici birey’ haline gelmiş durumdadır diyebiliriz.
-Felsefe-sanat ilişkisini yeniden canlandırmak için kurumsal etkilerden kurtulup birey-oluşu önemseyen sanatçılara ve sanat yazarlarına önemli görevler düşüyor.
-Sanat üretimi, giderek daha fazla pazar mantığına göre biçimleniyor. Bu da sanatçıyı ‘satılabilir içerik’ üretmeye yöneltiyor. Çünkü sanat eğitimi eleştirel düşünmeyi değil, çoğu zaman yaratıcı teknikler ve güncel meseleler etrafında dönmeyi öğütlüyor.”

ÖNCE İNSANI TARTIŞALIM

Sayın İnatçı’nın bu tespitlerinin çoğu haklıdır. Üzerinde uzun düşünmeyi ve tartışmayı gerektiriyor. Aynı tartışmalar edebiyat ve roman üzerinden de yapılıyor ama biz bu konunun başka ve kanımızca eksik bırakılmış bir yönüne dikkat çekmek istiyoruz.
Sanat-felsefe ilişkisinin azalmasını insanın durumu ve üretimi dışlayan neoliberal programı ele almadan incelemek, konunun anlaşılmasını zorlaştırıyor.
Felsefe ve sanat, en temel insan eylemlerinden biridir. Felsefe ve sanatın birbirinden kopması, felsefi temelli sanat üretiminin azalması, akademik formlara indirgenmesi; insanın durumu ile alakalıdır.
Sanat ve felsefe, insanın doğayla mücadelesinden itibaren vardı fakat esas olarak sınıflı toplumda kendini bulma, anlama ve yeniden üretme çabası olarak ortaya çıktı. Sanat büyük patlamalar yaptığı dönemlerde, felsefi arka plan hep güçlüydü: Rönesans, reform, hümanizm, aydınlanma, kapitalizmin devrimci dönemleri… Her dönem sanatının estetik biçimlendirmesi, felsefe ile sıkı sıkıya bağlıydı.
Fakat Kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi, iki dünya savaşı yaratması, sanatı da doğrudan etkiledi. Burjuvazinin gericileşmesi, akla ve gerçekliğe reddiyeye döndü. Özellikle emperyalizm ve tekelcilik, insanı hedef aldı. Dadaizm, sürrealizm, postmodernizm, posttruth ve nihayetinde posthümanizm… Akla ve gerçekliğe reddiye, insanın da tarihin dışına sürülmesine neden oldu. Bugünkü sanatta insan sadece biçim olarak kaldı. Haliyle sanat, insan faaliyetinin de dışına itildi. Felsefeyle bağı tam bu noktada koparıldı. Dolayısıyla, felsefe-sanat ilişkisini sorgularken önce insanı da tartışmak gerekiyor.

SANAT VE FELSEFE BİTTİ Mİ?

Tekelleşen sistem, üretimden koptu ve büyük bir çürüme getirdi.
Sistemin çürümesi, insanın çürümesini de tetikledi.
Bugün çürüyen sistem giderek kendini imha ediyor. Ne felsefe üretebiliyor ne de sanat.
Emperyalist sistem kültürü her koldan çürütmeye çalışıyor.
Çünkü sayın İnatçı’nın belirttiği gibi sanat pazar mantığına indirgenmişti.
O pazar çürüdü, satılabilecek özü yeni ürünler bile çıkmıyor.
Modern sanatın bunalımı dedikleri bu.
Fakat bu sanatın ve felsefenin sonu anlamına gelmiyor.
Sistemin insanileşmesi ve sanatın insanileşmesi, birbirinden ayrılamaz bir konumdadır.
Bugün sistem, Batı’dan değil Doğu’dan insanileştiriliyor
Bugün üretim artık Batı’dan Doğu’ya kayıyor.
Haliyle felsefe ve sanatın da yön değiştirdiğini söyleyebiliriz.
Doğu’da bir kültür de oluşuyor: Kamucu, paylaşımcı, elsever… Bu kültür felsefeye ve sanata, hatta edebiyata da etki edecek.
Bunun şimdiden nüveleri var. Çin, Japon edebiyatı yükseliyor. İran, Hint, Türk sineması yükselişte.
Yeni dünyanın kuruluşu, yeni sanat biçimlerinin de kuruluşu anlamına geliyor.
Sanat-felsefe-insan ilişkisini daha çok tartışmaya devam edeceğiz.
Medyamızda, bu tür yazıların artması dileğiyle.

***

Tekstilci neden Afrika’ya gidiyor?

DİLEK GÜNGÖR-SABAH

Para politikasındaki sıkılaşma, kurun stabil tutulması en çok tekstil sektörünü vurmuşa benziyor. Farkında mısınız?
Son dönemde ya şirketlerin iflas haberi geliyor, ya da Mısır'a, Fas'a, Tunus'a taşınma… (…)
İki yıl önce 1 milyon 250 bin civarında olan sektörün istihdamı 950 binlerin altına düştü. Keza fabrikalar taşındıkça ihracat da kan kaybetti. Tekstil sanayisinin durumu tedarik zincirini de zayıflatıyor, hammadde ve yan sanayi de bu işten zarar görüyor. Fabrikalara iş yapan küçük atölyeler de kapanıyor. (…)
Büyük firmaların başını çektiği bu göç dalgası, Türkiye'nin ekonomik ve istihdam politikaları açısından önümüzdeki süreçte ciddi sorunlar oluşturabilir. O nedenle tedbir almak gerekiyor. Fabrikaların taşınmaması ve katma değerli ürün üretmeleri için tekstil ve hazır giyim sektörü için farklı teşvikler düşünülebilir. Marka, tasarım ve Ar-Ge'ye yatırım için cesaretlendirilebilir. Romanya ve Portekiz gibi ülkelere karşı rekabet avantajı üretilebilir. Böylece, sektörde üretim ve istihdam ortadan kalkabilir.

***

Konumuza dönelim

MELİH ALTINOK-SABAH

Gazze'deki soykırıma karşı Batılı aktörlerin de dâhil olduğu küresel bir kampanya başlamışken Netanyahu, İran'ı vurdu.
Tüm dünyanın gözü hâliyle bu savaşa çevrildi.
Neticede İsrail, İran'ın füzeleriyle savaşın yıkımını şehirlerinde hissetmiş oldu ama Gazze'de vahşet başka bir boyuta evrildi.
Açık askeri alanlarda kurulan ve tamamen İsrail ile özel ABD güvenlik şirketlerinin kontrolünde olan yardım merkezlerine çekilen sivillerin üzerine ateş açılıyor, bombalar atılıyor.
Bir kapanı andıran tuzağa geçirilen kılıf ise "Gazze İnsani Yardım Vakfı".
İnsani yardım çalışmaları kisvesi altında 27 Mayıs'tan bu yana 125 Filistinli katledildi. 736 yaralı, 9 da kayıp var.
Hâl buyken, Netanyahu'nun çıkış bileti "İbrahim Anlaşmaları" havucunun peşinden koşan Müslüman liderleri tarih affetmeyecek.

***

Bir inkılaba inanmak

AYDIN ÜNAL-YENİ ŞAFAK

Bir dostum, “acı eşiği” teorisinden bahsetti: İsrail’in son saldırılarında İran’da kaç kişinin öldüğünü, şehirlerde nasıl bir tahribat oluştuğunu bilmiyoruz, çünkü vaka-i adiyeden görüyoruz. Ortadoğu’ya hep bombalar yağar, insanlar onlu, yüzlü gruplar halinde hayatını kaybeder. İran’da halk panik olmadı, sınırlara yığılmadı, gündelik rutinini bile bozmadı. Öte yandan İsrail’de her bir ölüm, her bir yıkım atom bombası düşmüş etkisi yaptı. Halk sınırlara yığıldı, sığınaklarda birbirlerini çiğnediler, yabancıları sığınaklara almamak gibi müthiş bir bencillik sergilediler, korkudan sokaklara çıkamadılar. Mesela bugün ABD’den kahveyi çekip alsanız büyük toplumsal olaylar çıkabilir, doğuda ise insanlar bir kuru ekmekle yaşayabiliyor. Sırf bu “acı eşiği” farkı bile, Doğu’nun Batı’ya karşı avantajı.