Mısır'dan Çin'e Türkiye'nin üretim ve ittifak derinliği
Bir zamanlar Japon Kaptan Hara (Tameichi Hara 1900-1980), Pasifik Cephesi’nin en karanlık saatlerinde şunu söylemişti: “Japonlar sayarken, Amerikalılar düşünmeden mermi harcıyorlardı.” Bu cümle, üretim gücünün savaşın kaderini nasıl belirlediğini özetleyen en çarpıcı ifadelerden biridir. II. Dünya Savaşı’nda ABD, sadece üç yıl içinde 276.000 uçak üretti. Aynı dönemde sivil otomobil üretimi 139 adetle sınırlı kaldı. Dakikada 25 bin litre yakıt tüketen bir makine devleti, üretimle savaşı kazandı. Bugün ise bu makine, Çin’in eline geçti.
fabrikasında montaj hattı Stratford-Kaliforniya
Bugün, küresel dengeler yeniden derinden sarsılırken, bir ülkenin gerçek gücünün yine onun "üretim gücü" ile tanımlandığını görüyoruz: Savaştan önce caydırıcılık, savaş sırasında direnç ve savaş sonrasında yeniden inşa kabiliyeti.
ABD, hâlâ teknoloji ve askeri bütçesiyle liderlik iddiasını sürdürmektedir. Ancak üretim kapasitesi, özellikle seri üretimde, Çin’in gerisinde kaldı. 2023’te Çin, günde 80 bin otomobil üretti — bu, ABD’nin yaklaşık 18 katı. Ve bu üretim, kapasitenin yalnızca %60’ı kullanılarak gerçekleşti.
Çin, üretimde artık “insan faktörünü” minimuma indirdi. Yapay zekâ destekli fabrikalarda günde 100’den fazla füze üretilebiliyor. Bazı kaynaklar, NATO’nun bir yıl boyunca üretebildiği füze miktarının, Çin’in tek bir fabrikasının bir günde üretebileceğiyle eşdeğer olduğunu iddia ediyor. Bu, sadece sayısal bir üstünlük değil; üretim sistematiğinin tamamen yeniden tanımlandığı bir dönüm noktasıdır. Askeri-endüstriyel kapasitesi, "üçüncü dünya savaşı çıkmadıkça bu silahlar asla tükenmeyecek" esprisini haklı çıkaracak bir kapasiteye ulaşmış durumdadır.
Rusya, Sovyetler Birliği'nden miras kalan ve onlarca yıl dayanabilen stoklama kültürü ile Ukrayna savaşında ayakta kalabildi ama onlarca yıllık stoklar tüketildi. Rusya, üretim kapasitesini savaş ortamında yeniden canlandırmayı başardı ama kalite ve sürdürülebilirlik açısından ciddi sorunlar barındıran bir süreçten geçmektedir.
Avrupa, üretim krizinin eşiğinde. Almanya, on çeyrek boyunca büyümeyi başaramadı. Mercedes-Benz kârında %56 düşüş, Thyssenkrupp 11 bin kişiyi işten çıkarma kararı aldı. Rheinmetall gibi savunma devleri Bulgaristan’a fabrika kurmayı planlıyor çünkü Almanya artık kendi topraklarında bu üretimi ucuz ve hızlı yapamıyor. Fransa ise borçlarını ödemek için vatandaşlardan 45€ bağış topluyor. Fransa Ekonomi Bakanlığı bir bildiri ile vatandaşa teşekkür etti. Hangi ekonomiyle savaşa girecekler?
Güney Amerika ve Afrika, üretim altyapıları açısından hâlâ ham maddeden çıkıp nihai ürüne dönüşemiyor. İstisnalar var — Brezilya’nın savunma sanayisindeki ilerlemeler, Mısır’ın son yıllarda artan askeri üretim kapasitesi — ancak bunlar henüz küresel dengeyi değiştirecek boyutta değil.
Türkiye, bu haritada kritik bir konumda. Orta ölçekli bir üretim gücüne sahip; otomotivde, savunmada, havacılıkta ciddi yatırımlar yaptı. Bayraktar TB2, Altay tankı, Hürjet, Milli Savunma Sanayii’nin simgeleri. Ancak üretim kapasitemiz, stratejik planlama ve devletin yönlendirme gücü açısından hâlâ piyasa mantığının sınırları içinde. Üretim, sadece özel sektörün cesaretine bırakılamaz. Savaşın geleceği üretim hattında şekilleniyor ve o hattı kim kontrol ediyorsa, geleceğin kazananı odur.
STOK YAPAMAZSINIZ,
STOKSUZ KALAMAZSINIZ,
DURAMAZSINIZ
Toyota’nın “Just in Time” prensibi, sadece maliyeti düşürmek için değil, stok riskini ortadan kaldırmak için doğdu. Modern üretimde, bir fabrikayı bir dakika durdurursanız, tekrar çalıştırmak haftalar alabilir. Cruise füzeleri gibi karmaşık sistemlerde yedek parça stoklamak, teknolojinin ömrünü geçtikçe anlamsız hale gelir. Rusya’nın eski mühimmatları buna kanıt.
ABD’nin “sürekli savaş arayışı”, sadece jeopolitik değil, ekonomik bir zorunluluktur: üretim hatlarını durduramazsınız. Avrupa’nın da bu yola saptığı görülüyor. Rheinmetall, Porsche SE gibi şirketler savunma sanayisine yöneliyor. ABD’nin üretim altyapısının bu döngüyü taşıma kapasitesine sahip olduğu düşünülüyor ancak Avrupa’nın taşıyamayacağını açıklayan raporlar oldukça ikna edici görünüyor. Savaş karları şirketlere, maliyetler halka! Bu denklem uzun vadede patlar.
YÖN VE EYLEM
Türkiye, coğrafi konumu ve jeopolitik gerçekleri gereği daima güçlü olmak zorundadır. Bu gücün tek ve yegâne kaynağı ise üretim ekonomisidir. Formülümüz; Kamucu üretim planlaması, Çin-Rusya-İran-Mısır ekseninde derin bütünleşme programıdır.
1. Üretim Gücünü Kamuculuk ve Devlet Planlamasıyla Güçlendirmek
Türkiye, özel sektörün dinamizmini korumalı ama üretim stratejisini devletin stratejik planlamasına bağlamalı. Savunma, enerji, otomotiv, elektronik gibi kritik sektörlerde “üretim başarı merkezleri” kurulmalı. Bu merkezler, tedarik zincirlerini, hammaddeden nihai ürüne kadar devlet güvencesiyle yönetmeli. Piyasa mantığı, savaş ekonomisinde yetersiz kalır. Devlet, üretim hatlarını “savaşa hazır” modda tutacak kapasiteye sahip olmalı.
2. Çin, Rusya ve İran ile Derin Üretim İttifakları Kurmak
Batı bloğunun içine düştüğü ekonomik ve siyasi kriz, Türkiye için tarihi bir fırsat penceresi açmıştır. Çin'in üretim kapasitesi, Rusya'nın enerji kaynakları ve geniş coğrafyası, İran'ın yeraltı zenginlikleri ve insan gücü ile Türkiye'nin coğrafi köprülüğü, genç nüfusu ve gelişmiş savunma sanayi tecrübesi bir araya geldiğinde, Batı'nın tekelinden tamamen bağımsız yeni bir kutup oluşturulabilir. Özellikle yarı iletken, füze teknolojisi, yapay zekâ destekli üretim sistemleri ve enerji altyapısı alanlarında ortak fabrikalar, teknoloji transferi anlaşmaları öncelikli hedef olmalı. Bu ülkelerle sadece siyasi değil, endüstriyel bir entegrasyon hedeflenmeli. Örneğin, Çin’in “insansız üretim hattı” teknolojisiyle Türk fabrikalarının dijitalleşmesi hızlandırılabilir.
3. Mısır’ı Üretim İttifakına Dahil Etmek
Mısır, nüfusu, coğrafi konumu ve askeri sanayi potansiyeliyle bu denklemin kilit aktörü ve tamamlayıcısıdır. Türkiye-Mısır ilişkilerinin normalleşmesi, sadece siyasi değil, stratejik üretim ittifakının kapısını aralıyor. Ortak tank, iha-drone, gemi ve enerji projeleriyle Mısır, Türkiye’nin üretim gücünü Afrika ve Ortadoğu’ya taşıyan bir köprü olabilir. İki ülke birlikte, NATO veya ABD’nin üretim baskısına karşı koyabilecek bir alternatif üretim bloğu oluşturabilir.
Üretim gücü, artık sadece ekonomik refah değil, hayatta kalma aracı. II. Dünya Savaşı’nda Japonya, mermi bitince teslim oldu. Almanya, üretim hatlarını durdurunca yenildi. Bugün Çin, üretimle zirveye oturdu. Türkiye ise bu yeni dünyanın bir oyuncusu olma şansına sahip ama bu şansı, piyasa serbestisiyle değil, devletin stratejik planlaması, bölgesel ittifaklar ve üretim disipliniyle değerlendirebilir.
Bölgemizdeki ikinci İsrail projelerini durdurmak için Türkiye’nin zorunlulukları birer birer gerçekleşme pozisyonuna gelmektedir. Karadeniz’den Akdeniz’e, Kızıldeniz’e uzanan bir cephede merkez ülke Türkiye’dir. Rusya, İran, Çin, Mısır ile Akdeniz’de bir ağırlık merkezi oluşturmak zorundayız.
Türkiye, üretim gücünü sadece kendi pazarı için değil, bölgesinin ve müttefiklerinin ihtiyaçlarını da karşılayacak şekilde ölçeklendirip, jeopolitik bir kaldıraç haline getirdiği takdirde, önümüzdeki yüzyılın sadece izleyicisi değil, belirleyicisi olacaktır. Zaman, üretim ekonomisinin ve doğru stratejik ittifakların zamanıdır.