Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yeni bir para düzeni mümkün mü? - 2

Ali Alsaç

Ali Alsaç

Gazete Yazarı

A+ A-

İlk yazımızda paranın doğuşuna, takastan metal sikkelerin doğuşuna kadar uzanan uzun bir serüvene göz atmıştık. Bugün o hikâyenin ikinci perdesindeyiz. Paranın devletin kalbine, yani iktidarın ve imparatorlukların kan dolaşımına nasıl yerleştiğini inceleyeceğiz. Antik çağlardan modern devlet sistemine uzanan bu evrede para, yalnızca değer değil, itaat ve egemenlik üretme biçimiydi. Glyn Davies’in deyimiyle:

“Para, devletin soyut gücünün somut biçimidir.”

Bir sikke hem ordunun maaşını hem tapınak inşaatını hem de imparatorun görkemini taşırdı. Bu yüzden her savaşın bir de parasal cephesi olurdu. Zafer, yeni bir para birimi; yenilgi, sikkelerin değer kaybı demekti.

METALİN PARLAK YÜZÜNE BASILAN İKTİDAR İMZASI

Paranın tarihinde bir dönüm noktası, onun üzerine kimin yüzü basıldığıyla başladı. Antik Yunan’da gümüş drachma, Roma’da denarius, Pers İmparatorluğu’nda altın daric sadece birer ödeme aracı değil, imparatorun dolaşan sembolüydü. Kralın, imparatorun ya da şehrin amblemi, o paraya güveni temsil ediyordu. Çin’de Tang ve Song hanedanlıkları döneminde (7.–13. yüzyıllar) devlet, bakır ve gümüşü yalnızca madeni para olarak değil, aynı zamanda vergi toplama ve mal tekellerinin yönetim aracı olarak kullandı. Bu merkeziyetçi para düzeni, kısa sürede dünyanın ilk kâğıt parasına –jiaozi– dönüşecek bürokratik bir güven altyapısı yarattı.

İslâm dünyasında ise Abbâsî halifeleri, altın dinar ve gümüş dirhem üzerinden yürüttükleri para reformlarıyla, “üzerinde hükümdar değil ayet taşıyan” metinli sikkeleri yaygınlaştırdı. Bu tercih, parayı imgesel güçten arındırıp inanca dayalı bir hukuk sistemine bağladı; böylece Basra’dan Buhara’ya uzanan ticaret yollarında güvenin ortak dili oluştu.

Hindistan alt kıtasında ise Maurya’dan Gupta’ya, oradan Mughal dönemine uzanan uzun bir süreklilik içinde, gümüş esaslı rūpya-rupi standardı geliştirildi. Şir Şah Suri’nin 16. yüzyıldaki para reformuyla bu sistem, sadece ağırlık ve ayarda değil, idari denetimde de örnek bir bütünlüğe kavuştu. Böylece Asya medeniyetleri, parayı Batı’nın yaptığı gibi madenin gücüyle değil, kurumun sürekliliği ve güvenin örgütlenmesiyle kutsallaştırdı.

ANTİK DÜNYADA BANKACILIĞIN DOĞUŞU

Zenginlik, biriktirildikçe saklama ve aktarma ihtiyacı doğurdu. Antik Yunan’da trapezitai denilen özel bankerler, tüccarların parasını güvenli biçimde koruyor, kredi veriyor ve yazılı kayıtlar tutuyordu. Bu bankerler, bugünkü bankaların ruhani atalarıydı: parayı değil, güveni yönetiyorlardı. Geoffrey Ingham, The Nature of Money’de bu olguyu “sosyal borç sözleşmesi” olarak tanımlar:

“Para, malların değil, sözlerin dolaşımıdır; bir toplumun kendi kendine verdiği güvenin kurumsallaşmış biçimidir.”

M.Ö. 5. yüzyılda Delos Adası, Akdeniz’in ilk “finans merkezi”ne dönüştü. Roma’da bankacılık sistematik hâle geldi. Senato, faiz oranlarını düzenliyor; bankerler (argentarii) hesap defterleri tutuyordu. Kredi, vergi ve kamu harcamaları artık bir ağ hâlindeydi. Bir anlamda Roma, tarihteki ilk entegre finansal devlet modelini kurmuştu. Paranın sadece metal değil, bilgi ve kayıt hâline gelmeye başlaması, modern ekonominin temelini attı. Bugün banka hesaplarımızda gördüğümüz rakamlar, o dönemin kil tabletlere kazınan bakiyelerinin dijital torunlarıdır. Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Avrupa’da paranın karanlık çağı başladı.

Yerel feodal beyler kendi sikkelerini bastı; para birliği çöktü. Ticaret azaldı, mal mübadelesi geri döndü. Ama tarih, hiçbir boşluğu uzun süre kabul etmez. 8.yüzyılda İngiltere Kralı Offa’nın bastırdığı gümüş penny, Avrupa’da yeniden istikrar sembolü oldu. Ardından Vikinglerin getirdiği “yeniden basım döngüleri” sistemi, parayı yenileyerek güveni tazeledi. Bu, ekonomide dolaşan itibarı diri tutmanın ilk örneklerinden biriydi. Doğuda Çin uçan para (feiqian) ile banknotun temellerini attı. Asya’da, İslâm dünyasında sakk (çek) ve suftaca-süftece (borç belgesi) gelişti. Bir tüccar Bağdat’ta yatırdığı parayı Şam’da, Kahire’de ya da Buhara’da çekebiliyordu.

BORÇ, VERGİ VE DEVLETİN PARASAL KİMLİĞİ

Paranın tarihi, yalnızca ekonomik bir evrim değil, iktidarın soyut biçimlerinin dönüşüm tarihidir. Modern çağla birlikte bu dönüşüm, artık madenin değil, borcun ve kaydın gücüne dayanır hale geldi. Batı’da bu dönüşüm Bank of England’ın kuruluşu (1694) ile somutlaştı; ancak benzer süreçler Osmanlı, Safevî, Babür ve Qing gibi Doğu imparatorluklarında da kendi özgün biçimlerini buldu. Her biri, devletin mali damarını “borç, vergi ve para politikası” üçgeninde yeniden tanımladı. Davies bu dönemi “parasal sözleşmenin toplumsallaşması” olarak tanımlar. Bugün “devlet tahvili” dediğimiz kavramın kökü, Orta Çağ’da monarşilerin verdiği borç senetlerine dayanır. O senetler, kralların sözüydü ve bugünün faiz oranları gibi, o sözün ne kadar güvenilir olduğunu ölçüyordu. Devlet borçlanarak savaş finansmanını sağladı; zengin sınıf ise faizle borç vererek toplumsal hiyerarşiyi kalıcılaştırdı. Paranın tarihi aslında borcun tarihidir. Borç, güvenin ters yüzüdür; birinin sözü, diğerinin riski. İşte bu yüzden her parasal sistem, en sonunda ahlakî bir tartışmaya dönüşür. Osmanlı İmparatorluğu, 18. yüzyılın sonunda iç borçlanmayı (esham) kalıcı bir kuruma dönüştürdü. Bu sistem, Avrupa’daki devlet tahvillerinin işlevine benzer biçimde, gelir paylaşımına dayalı bir yerli finansal ağ oluşturdu.

Çin’de 18. yüzyıl Qing Hanedanı, bakır ve gümüş çift standardı üzerine kurulu bir parasal sistem yürütüyordu. Vergilerin gümüşle ödenmesi, kamu maliyesini merkezileştirdi; ancak 19. yüzyıldaki Opium Savaşları sonrası yabancı gümüş akışı, bu yapıyı kırılganlaştırdı.

Devletin kâğıt para ihracı girişimleri (Da-Qing Baochao, 1853) başarısız oldu. Babür Hindistan’ında rupisi artık yalnızca bir metal değil, muhasebe birimi hâline gelmişti. İngiliz sömürgesi 19. yüzyılda “Rupee Standard” diye bir sistem kurdu ama bu kez para, emperyal bir mekanizmanın dişlisiydi. 1871’de Japonya yen’i ulusal para birimi ilan etti. Meiji yöneticileri, Batı’nın bankacılık modelini adapte ederken “devlet destekli özel bankacılık” kavramını geliştirdi. Safevîler döneminde (16.–18. yy.) gümüş abbasî sikkeleri, uluslararası ticaretin güvenilir parasıydı. 1889’da kurulan Imperial Bank of Persia, tıpkı Osmanlı Bankası gibi, yerli ekonomide yabancı denetimin kurumsal sembolüne dönüştü. İran tarihçisi Abbas Amanat’ın ifadesiyle: “Bankacılığın İran’a gelişi, sermayenin değil, egemenliğin göçüdür”. Afrika kıtasında 19. yüzyılda Fransız ve İngiliz sömürge sistemleri, yerel değişim biçimlerini (kauri, manilla, altın tozu) bastırarak kendi para rejimlerini yerleştirdi. Bu süreç, bağımsızlık sonrası dönemde dahi sürecek “parasal kolonizasyon”un temelini attı.

YÖN VE EYLEM

Bugün dünyada “bağımsız merkez bankası”, “teknokratik para yönetimi” ya da “piyasa dostu reformlar” gibi kavramlar, birer ekonomik dogma haline getirildi. Oysa tarih, tam tersini söyler.

Hiçbir büyük uygarlık, parasını teknokratlara teslim ederek doğmamıştır. Roma’nın gücü hazinesinden, Osmanlı’nın kudreti akçesinden, Çin’in istikrarı sikkelerinden, İngiltere’nin imparatorluğu merkez bankasından değil, devlet iradesinden doğmuştur. Gerçek zenginlik, yalnızca maden ya da para stokuyla değil; üreten insan, güçlü ordu, disiplinli toplum ve devlet kudretiyle ölçülür. Altın, gümüş, bakır, demir, kömür ya da bugün stratejik hâle gelen nadir toprak elementleri — hepsi tek başına değersizdir; onlara anlam katan, insanın emeği ve devletin organizasyon gücüdür. Para basmakla refah doğmaz; ama üretmek, eğitmek, savunmak ve yönetmek refahı kalıcı kılar. Emperyalizme karşı direnen bir devlet para basma gücünü de sonuna kadar kullanır. Merkez bankalarının “bağımsızlığı” söylemi, aslında siyasal iktidarı halktan alıp görünmez bir mali oligarşiye devretmenin en zarif biçimidir. Oysa devletin kalbi olan para politikası, seçilmiş iradenin sorumluluğu altında olmalıdır. Merkez bankası devletten değil, devlet merkez bankasından güç almalıdır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için bu mesele, artık ideolojik değil varoluşsal bir konudur. Teknokratik reçetelerle, soyut modellerle, dışa bağımlı para politikalarıyla ne üretim artar ne borç azalır, ne de toplum güçlenir. Yeni para sistemleri, yalnızca yazılımda ya da blok zincirinde değil; çok kutuplu dünyanın ordularında, madenlerinde, fabrikalarında ve eğitimli insan gücünde şekillenecektir.

Güçlü para, güçlü devletten doğar.

Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğru Perinçek’in yıllardır Türkiye kamuoyu ile paylaştığı Avrasya seçeneği artık devletin en yetkili organlarında ses getirmeye başlamıştır. MHP Genel Başkanı, Sayın Devlet Bahçeli’nin Türkiye, Rusya, Çin ve İran işbirliği programı bu yazı dizimizde sorduğumuz “Yeni bir para sistemi mümkün mü?” sorusunun gerçekleşeceği şartları ortaya koymuştur. İnsanlık için gerçek, faydalı ve anlaşılır yeni para sistemi Türkiye, Rusya, Çin ve İran işbirliğinin bir meyvesi olacaktır.

para