Söz!

Seferberlik zamanı. Türkiye’nin toprakları bereketli. Deprem bölgesindeyiz diyoruz ya… Bir anlamda bu bereketi ona da borçluyuz. Bire beş veren topraklar. Yüzyıllardır öyle oluşmuş.

İnsanları da etkilemiş midir?

Kuşkusuz. Mücadeleci. Yaratıcı. Çalışkan. Taştan ekmek çıkaran.

Şu 11 ilimize bakıyorum.

Üretici ve milliler. Topraklarına vatan demeyi en çok hak edenlerden…

Aradaki bozuklara bakmayın.

Onlar sonradan doğmalar.

El eliyle. Suni döl.

Adıyaman'da tütün, şeker pancarı, buğday, pamuk, arpa, pirinç, mercimek, biber, nohut, kayısı,
incir, kavun, karpuz, antepfıstığı vs. birçok meyve-sebze ve tahıl bitkileri yetiştiriliyordu.

ÇOK SABRETTİLER GÜN GÖRECEKLERDİ

Hatay ili Türkiye’de pazı, maydanoz, dereotu ve mandalina üretiminde ilk birinci sırada. Ülke turunçgil üretiminin yüzde 21’i, pamuğun yüzde 12’si, havucun yüzde 11’i ve zeytinin de yüzde 8’i Hatay ilinde üretiliyordu.

Erik, taze soğan, altıntop, yeni dünya, marul, Trabzon hurması, nane hep ilk beşte… Son yıllarda tropikal meyve sebzeler de eklendi. Narenciye ihracatının yüzde 25’i bir tek bu ilimizden yapılıyordu. Taşımacılık sektöründe İstanbul'dan sonra ülke genelinde en fazla filoya sahip ikinci ildi bir zamanlar.

Hatay’da hem tarih. kültür-sanat. inanç hem de gurme turizmi var. Ticaret, sanayi, taşımacılık… el sanatları, dokumacılık… Hatay 11’in biri. Bunun Kahramanmaraş’ı, Adıyaman’ı, Gaziantep’i,… var…

Yalnızca en çok zarar görenleri sıraladım. 11’i de birbirinden daha üretici. Yalnızca bitkisel tarım değil, hayvancılığın da kalbi buralarda atıyordu. Teröre karşı mücadeleyle tam yeniden canlanıyordu. Turizm diyorsunuz. Buralar derya deniz. Cari açık diyorsunuz. Buyurun buradan. İç turizmde bile uzun süredir el değmemiş alanlarımız.

Nasıl canlanmıştı. Yurtdışındaki vatandaşlarımız bile turlarla taşınıp duruyordu. Oteller yetmiyordu.

Gidip geldikçe nasıl seviniyordum.

Çok sabrettiler. Gün göreceklerdi. Türkiye ekonomisine can vereceklerdi.

Tam başlamışlardı.

İçim yanıyor.

Küçük esnaf. Ekmek tekneleri gitti çoğunun. Çekler, krediler, borçlar… Şimdi can derdindeler. Başlarını sokacakları dam derdinler. Yaraları sıcak. Yaşam mücadelesi devam edecek. Onlar da küresel salgının sarsıntısını daha yeni atlatacaklardı. Nasıl yeniden ayağa kaldıracağız. Üç-beş yardımla olacak iş değil.

İçim yanıyor.

Güçlü Türkiye, güçlü ekonomi azmiyle dolup taşıyoruz.

Kahramanmaraş’ın coğrafi işaretli ürünü olan Maraş Biberi

MEMESİ SÜT DOLUP TAŞIYOR

Hayvanlarımız telef oldu.

Tedarik zinciri kırıldı.

Memesi süt dolup taşıyor. Sağma makinesinin ucu yok. Ulaşamıyor. Hayvan sistit olacak. Damızlık, kesime gidecek.

Ama hepsinden önce insanı. O eşsiz işgücü. Bu kadim kentlerin çalışkan, üretici, verici, hoşgörülü insanları…

Pırıl pırıl, aydınlık…

Kendimi tutmaya çalışıyorum.

Ama beceremiyorum.

Gücümüzü toparlayacağız.

Söz!

Seferberlik zamanı.

Antakya. Taşımacılık sektöründe İstanbul'dan sonra ülke genelinde
en fazla filoya sahip ikinci ildi bir zamanlar.

KATİLİ MEZUN ETMİŞ HOCA DEDİRTMEYİN

Gerçek mi bilmiyorum.

Bir öykü yazarının elinden çıkmış da olsa anlamlı. Aslında eğitimin bir yanını vurguluyor… O da bütünüyle ele alınmalı.

Paylaşayım istedim:

DEPREM VE VİRGÜL

İstanbul Teknik Üniversitesi'nde, sene 2003 yılı, henüz 19 yaşındaki bir ikinci sınıf öğrencisi olarak kafası bir karış havada gezen birisiydim. Bir gün, çok değerli bir mukavemet akademisyenimizin dersindeydim. Değerli hocamız, öğrenciler tarafından korkulan biriydi. Herkes, kendisinin çok gaddar ve de acımasız olduğu için şikayet ederdi. Düşünün ki ara sınavdaki sınıf ortalamaları 100 üzerinden 15-20 gibi seviyelerde çıkıyor. Dediğim gibi, sınıftaki herkes gençlik yıllarının başında; aklı fikri eğlencede olan gençlerdik.. Bir gün, bir arkadaşımız isyan etti: Sayın hocam, bize o kadar düşük notlar veriyorsunuz ki ortalamamız düşüyor. Hevesimizi yitiriyoruz. Hocamız derin bir nefes aldı ve cevapladı: Haksızlık mı yapıyorum? Buna mı itirazınız var?

Arkadaşımız biraz laubali bir şekilde, “Gidiş yolumuz doğru olan sorularda, bir virgül kaydırdık diye sıfır puan veriyorsunu” diyerek serzenişte bulundu. Hocamızın yüzü aniden gerildi ve birden haykırmaya başladı:Demek virgül yüzünden puan kırıyorum!

'Hiç kimse sınıftan çıkmayacak. Hepiniz burada bekleyeceksiniz. Eğer sınıftan çıkan olursa; dersten bırakırım' diye sözünü bitirdi ve bir hışımla sınıftan dışarı çıktı. Hepimiz şaşkın bir şekilde birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Ne olacağı hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Sonra aniden sınıfın kapısı açıldı ve de elinde kocaman bir slayt makinesi ile içeriye girdi. Şaşkın ve korkulu bir şekilde kendisini izliyorduk. Hemen bir kutu slaytı hızlıca makineye yerleştirdi. Halen sinirle soluyordu ve sınıfa tekrar seslendi: Hiçbiriniz dışarıya çıkmayacak!

Ekrana gelen ilk görüntüde, kalorifer peteği altında sıkışarak can vermiş bir vatandaşımız vardı. Az önce meraklı ve uğultulu olan grubun sesi bıçak gibi kesilmişti. İğrenerek yüzünü dönenler, ağlamaya başlayanlar, hatta kusan bir arkadaşımız dahi olmuştu.

Bir sonraki slaytta ise; deprem göçüğü sebebiyle patlayan bir kazan dairesinden fışkıran sular sebebiyle vefat eden bir yatakhane dolusu ortaokul öğrencisi vardı. Hocamız, buz kesmiş sınıfa doğru döndü ve de sesini bir ton yumuşattı. Ama halen öfkeliydi.

“Soralım bu zavallı vatandaşlarımıza, virgülün yeri neresiymiş... Gidiş yolu doğru olan herkesi mezun etmemiz gereken bir kurum olmamız lazım aslında. Ne de olsa iyi niyet var değil mi?”... Sonra aniden elindeki tebeşiri tahtayı fırlatıp parçalattı.

BURASI NERESİ

“Ben o niyete tüküreyim! E**ğlueşekler! Siz nerede olduğunuzu, ne okuduğunuzu sanıyorsunuz?! Çocuk oyunu mu? O virgül yüzünden insanlar ölüyor. İstersen onlara soralım Tolga (isim uydurulmuştur) efendi. Belki sana puan verirler. Gidiş yoluymuş...Yolunuzun belasını versinler...”

"Eskiden sizin yaşınızdaki insanlar, savaşta tünel kazıyorlardı, siper yapıyorlardı, köprü yapıyorlardı. Müderrishane bu yüzden kurulmuştu. Okuduğunuz okulu hobi olarak görüyorsanız; yarın derhal kaydınızı alın bu okuldan. Gidip eğlenin istediğiniz yerde. Bu meslekte kayan şey, virgül değil hayattır. Senin bir anlık ihmalin, yetersizliğin, bu slaytta görmüş olduğun suçsuz insanların ölümüne neden olacaktır. Sen sadece doktorluk kutsal bilirsin. Her meslek kutsaldır. Yaşayan ve yaşatan herkes kıymetlidir. Siz bu ülkenin aptal gençliği değilsiniz. Siz umutsunuz! Siz geleceksiniz! Biz elimizden geleni yapmaya çalıştık ama olmadı. Belki siz başarırsınız diye yırtınıyorum. Bir umudum var sizden çocuklarım. Boğaz köprüsü yapılırken gece gündüz çalıştım. Babamın cenazesine zamanında gidemedim. Açılacağı gün gittiğimde "Senin protokolde yerin yok, hadi yoluna git" dediklerindeki protokole baktığımda anladım ülkenin gerçeğini. Halkın fedakarlığı ve vergisiyle yapılan bir köprünün protokolünde, zerre emeği olmayan ne kadar kebap düşkünü politikacı varsa hepsi oradaydı. Mühendisler, mimarlar, işçiler yoktu ama kendileri vardı.

Benim tek istediğim, tıpkı cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi, protokolde validen önce gelen, halkın bir öğretmen ve bir doktor kadar sevdiği mühendisleri yetiştirmek. O mühendislerin, kendilerine sevgi ve saygı duyan insanları, tüm bilim ve ahlak ile korumaya çalışmalarıdır. Bu vatanın yetiştirdiği insanlar olarak, bu vatana sahip çıkmanızdır. Sizler çocuk değilsiniz. Derslerinize iyi çalışmanız ve de kendinizi hep geliştirmeniz lazım. Puan için yalvaran değil, muasır medeniyetler için çabalayan insanlar olmanız lazım" dedi.

KATİL MİSİN TOLGA

Sonra Tolga'ya döndü ve "Sen katil misin Tolga?" diye sordu. Tolga'nın gözleri halen yatakhanedeki ölü çocuklara bakıyordu. Hepimiz gibi onun da boğazı düğümlenmişti ve ağlamaklıydı. Titreyerek "Hayır hocam" diyebildi.

Ve sonra sayın hocam hiç unutmayacağım şu sözleri söyledi:

"Beni bir katilin hocası olarak andırmayın. Bana gaddar diyebilirsiniz... Bana acımasız diyebilirsiniz... Ama bana bir katili mezun etmiş hoca demeyin, dedirtmeyin. Bu benim sizden tek isteğim ve vasiyetimdir."

DEPREMİN EĞİTİM YANI

Şimdi iş zamanı. Değiştireceğiz. Sebep-sonuç. Nedenler?? Hatalar?? Öncesinde ve sonrasında. Köklü değişiklikler yapılmalı... Bir tek “zemin etüdü… malzemeden çalma… kentsel dönüşüm…” vb. değil.

Bakış açısı. Halkçı-kamucu.

Eğitimden basına… siyasetten kültüre.

Her depremden sonra kaç kez tartıştık. Ulusal Kanal’da kaç kez deprem olsa da olmasa da program yapmışım. Neredeyse Türkiye’nin bütünü deprem bölgesi. İstersek çözeriz. 50 yıl önce Çin Halk Cumhuriyeti yaşamış aynı benzer ölçüde felaketi. Ama başarmış.

Biz neden yapamayalım.

Aklın ve bilimin yolu var.

Ama hangi akıl?

Hangi bilim?

İlk önce orda anlaşacağız. Tekrar ediyorum.:

Halkçı-kamucu! Yol kolay bulunur. Bizim birikimiz var.

Ancak plan-program da yetmez. En âlâsı da olsa, ki bazı alanlarda bizde de zaten âlâsı var.

İrade gerek.

Fotoğrafçı değil.

Sadakacı değil.

Pansumancı değil.

Ağlayıcı değil.

Oy avcısı değil.

Çözücü ve uygulayıcı.

Sağlam. Cesaretli. Milli.

Yaparız.