Sinema sanatçılarının terekesi

Geçen hafta edebiyatçıların terekesinin değerlendirmesinden söz ederek bu tür bilgi ve belgelerin geleceğe ilişkin değerinden söz edip, paylaşılma yöntemleri üzerinde durmuştuk. Elbette ki geriye bırakılan/kalan bilgi ve belgelerin önemi yalnızca edebiyat alanı ile sınırlı değildir. Genel olarak tüm sanat dallarında sözü edilen belgelerin değeri benzer bir önem taşır. Edebiyat diğer sanat dallarına ilişkin bu tür belgelerin zenginliğinden bir adım öteye çıksa da sinema, mimarlık, plastik sanatlar, tiyatro, müzik vd. alanlarında da bu tür tereklerin çok önemli olduklarını yadsıyamayız.

Edebiyatçılar kadar sinemacıların da terekeleri önemlidir. Ancak bu alandaki terekler nedense sözü edilen alandaki gibi değer görmezler. Bu değer görmezliğin somut örneğini ise başta İstanbul olmak üzere birkaç kentimizdeki sinema müzelerine bakmak yeterli Gerçekten de sinema müzelerimiz bu alandaki ulusal değerleri içeren eserler açısından hiç de istenilen ve arzu edilen bir durumda değildir. Sinemanın bu konumda olması bu alandaki bilgi ve belgenin yokluğu ya da değerinden çok geleceğe aktarılma konusundaki ilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Sinemayı -daha doğrusu filmi- oluşturan kişilerin yani yapımcıların, yönetmenlerin, oyuncuların, kameraman, senarist ve afiş tasarımcılarının ölümlerinden sonra geriye bıraktıkları arasında önemli sayılabilecek pek fazla bir şey yoktur. Bu, sözüne etiğimiz kesimin önemsizliğinden ya da önemsenmemesinden değil de geriye bıraktıklarının değerlendirilememesinden kaynaklanır. Bundan dolayı ülkemizde ünlü bir yapımcının ya da bir yönetmen ve bir senaristin teresinden söz etmek neredeyse olanaksız gibi bir şeydir. Afiş, lobi, mekân/dekor çizimleri, diyalog metinleri ya da bir filme ilişkin diğer materyaller konusunda da benzer kısırlık söz konusudur. Açıkça sinemamızın patronları konumunda olan hemen hemen tüm yapımcılardan -yoktan bir müze oluşturan Türker İnanoğlu’nun dışında- geriye hiçbir şey kalmamıştır.

Günümüzde eski senaryolar, yönetmen ve yapımcılara ilgili notlar, filmlerin oluşması sürecinde kullanılan belgeler (sözleşmeler, makbuzlar, günlük çalışma çizelgeleri vs.) ya da festivallerimizde verilen başarı ve onur ödülleri biraz da bizim sahiplenme duygumuzun yoksunluğundan ne yazık ki ölümlerinden sonra bit pazarlarında yok pahasına satılmaktadır. Hele hele kimi sanatçıların ölümleri, gazete haberlerinden önce bit pazarına düşen giysi ve de albümlerden anlaşılır.

Sinemamızdan geriye kalan deyince sanırım iki kişiden söz etmekten geçmek haksızlık olur. Bunlardan biri sinemamızın emektarlarından biri olan kostümcü Niyazi idi. Sinemamıza ilişkin her bir şeyi toplamış sonra da bunları değerlendirerek sinemamıza hizmet etmişti. Dekor, giysi, aksesuar sıkıntısı çeken her bir yapım sorumlusu onun deposundan uğrayarak çekilen filmler için mutlaka bir şeyler alma gereksinimi duymuştur. Bir diğer kişi ise sinemaya ilişkin her bir kâğıt (kitap, dergi, afiş, kartpostal, belge vs.) toplayan benzerine rastlanması mümkün olmayıp kendine özgü bir kişi olan Naki Tekinsav’dı. Kitaplarının çokluğundan ev bile bulmakta zorluk çeken bu kişi yaşamının sonunda bunları bağışlayacak bir yer bulamamanın üzüntüsü içinde ölüp gitti. Onun sinemaya ilişkin her bir şeyi toplama merakı -daha doğrusu saplantısı- övgüden çok garipseniyor, hatta biraz da garip karşılanıyordu. Bereket versin ki sinemamızdaki bir mesleki örgüt kitaplarından bir kısmını sahiplenme lütfunda bulundu.

Biliyorum, verilmeyen zamlar, ertelenen grevler, sahte diplomalar, savaşlar, katliamlar, kadın cinayetleri, cayır cayın yanan ormanlar, gözaltına alınmalar, yolsuzluklar ve de yoklukların yanı sıra her gün yeni bir gündeme uyandığımız bir zaman birilinde benim kalkıp da bellekten, geleceğe bırakılması gereken değerlerden sık sık söz etmem bazılarına garip hatta gereksiz gibi gelebilir. Hiç de haksız sayılmazlar. Biz yine bu türdeki yazıların klasik sözüyle konuyu kapatalım: Belge yoksa tarih de yoktur, bellek de.