Ülkücülük mü Milliyetçilik mi?

Türkiye’nin yaşadığı bütün siyasi krizlerde Antiemperyalist çizgiye gelen kitlelerin Atatürk’ü keşfetmesi tesadüf değil.

Haziran 2013 eylemleri bunun bir örneğiydi. Gezi Parkı’nın yıkılması projesine karşı başlayan hareket, hedef genişledikçe, en sonunda Atatürk’ü en büyük sembol olarak benimsemişti. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin bastırılması ise, Türkiye’nin Atlantik’e bağlanmasıyla birlikte, ideolojik kurgusu Amerika’nın siyasal denetimi çerçevesinde örülen muhafazakâr-milliyetçi kitleleri ABD karşıtı mevzilere getirmişti. Bu yaygınlaşan antiemperyalist bilincin, “AKP’yi Atatürk’e teslim olmak” mecburiyetinde bıraktığını herkes hatırlayacaktır.

Antiemperyalizmden uzaklaşanların ise Atatürk’ten de uzaklaştıkları sıklıkla tanığı olduğumuz gerçeklerden biri. CHP’nin “Adalet Yürüyüşü”nün Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nden tutun PKK’nın yasal kolu HDP’ye, Öğrenci Kolektifleri’nden tutun Hasan Cemallere kadar Atatürk ve Türkiye düşmanı bütün kuvvetleri ve şahsiyetleri kendisine çekmesi bunun örneğidir. Yürüyüşe önderlik eden, rengini veren, yürüyüşün hedefini belirleyen esas kuvvetin retoriğinin sadece Batı’dan medet umma, Batı’ya çağrılar yapma, Türkiye’nin gerçeklerinden ve önceliklerinden kopma üzerine kurulması, emperyalizm karşıtlığıyla uzaktan yakından ilişkisinin olmaması bu yürüyüşün emperyalizmi sevindiren küme içerisinde olduğunu anlatıyor. Dolayısıyla emperyalizmin suni muhalefetinin yürüyüşü bu denli sahiplenmesi anlamlı oluyor. Mustafa Karasu’nun yürüyüş övgülerinden sonra tartışılacak çok bir şey kalmamış olmalı.

Özetle; antiemperyalizm Atatürk’le buluşturur, emperyalizm, Atatürk’ten uzaklaştırır.

ANTİEMPERYALİZM ATATÜRK’Ü KEŞFETMEKTİR

Bu girişi, Vedat Bilgin’in Akşam gazetesinde yayınlanan 21.06.2017 tarihli “Ülkücüler Kemalistleşiyor mu?” yazısından yola çıkarak yaptım. Çünkü Bilgin de benzer tahlili yapıyor olmalı ki, ülkücülerin Atatürk’ü keşfetmesinden duyduğu rahatsızlığı yazmış. Aslında Bilgin ülkücülere şunu söylüyor: Bırakın antiemperyalizmi! ABD denetiminde devam!..

Bilgin kendi deyimiyle “bir zihinsel kriz” yaşıyor. Yazı neresinden tutsanız, orasından dökülüyor. Bir kere kavramlar üzerinden olağanüstü boyutlarda sapmalara gidiyor, özetle şunları söylüyor:

1)Ülkücüler Kemalistleştirilmek isteniyor.
2)Bu, ülkücü hareket içine sızan Gladyo’nun projesidir.
3)Kemalizmle milliyetçilik tahrip edilecektir.
4)Kemalizm ile milliyetçilik başka şeylerdir.
5)Kemalizm demokrasi karşıtı, otoriter ve militaristtir.

Amacımız “dünün akil” adamı, Davutoğlu’nun danışmanı Vedat Bilgin’e cevap vermek değil. Milliyetçilik, ülkücülük, Kemalizm kavramlarını yukarıda yaptığımız tespitler üzerinden tartışmak.

Ezilen ulus milliyetçiliğin esası antiemperyalizmdir. Antiemperyalistleşen kitlelerin Atatürk’ü keşfetmesinin en önemli nedeni bu. Keşfedemeyen kesimler de bu yüzden keşfedemiyor. Solun bir kesimi, PKK ile ittifak üzerinden ABD emperyalizminin denetimi içerisinde hareket ederken, bu denetimin dışına çıkan milyonların tecrübesinden tam tersi yönde, kendi iş birlikçi teorilerini kuvvetlendirecek sonuçlar çıkardı. Haziran Direnişini dar bir çerçeveye sıkıştıran ve 15 Temmuz sürecini İslamcı iki fraksiyon arası kapışma olarak okuyan akıl, bu durumu değerlendirebilecek ideolojik bir berraklığa bu yüzden sahip değildi. Sağın bir bölümü ise “Washington Mutabakatı”na bağlılığını sürdürdü. Türkiye içinde silahlı gücü (Gladyo) büyük ölçüde tasfiye edilen, tahakküm zincirleri devlet katında da kırılan ABD’nin denetimindeki iktidar seçeneklerinde roller üstlendi.

Geleceği açıklayan biricik olgu yukarıda ifade ettiğimiz, kendi tecrübesi içerinde antiemperyalistleşen kitlelerin Atatürk’ü keşfetmesi durumdur. Bu yeni durumun dışında bir gelecek öngörüsü, ABD’nin bölge siyasetlerinin aparatlığına savrulmaktan ve yenilgiden başka bir şey değildir.

MİLLİYETÇİLİK

Türkiye’de milliyetçilik ideolojisinin ilkeleri Antiemperyalist savaş içerisinde berraklaşmıştır. Milliyetçiliği antiemperyalizm düzleminde, millet ve vatan kavramını değer sisteminin merkezine koyan siyasal bir konumlanma olarak ele alabiliriz. Milliyetçilik, modernizmin bir sonucu olan millet kavramını yaratma ideolojisidir ve Türkiye’deki kökleri, Kemalizm’in ilkeleriyle birlikte şekillenmiştir.

20. yüzyılın başında Türkiye’nin en büyük gerçeği, imparatorluklar çağının kaçınılmaz olarak kapanması ve ulusal devrimlerin zorunluluğuydu. Bu zorunluluk Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarını siyasal hayatın dışına iterken, milliyetçiliği gerçek bir siyasal kimliğe ve programa kavuşturdu. Denilebilir ki milliyetçilik, Osmanlıcılık ve İslamcılıktan ayrılarak bir siyasal seçenek halini aldı. Aksi halde, siyasal hayatın dışında bir anı olacak kalacaktı. Bu tespit, bugün için de, Yeni Osmanlıcı ve İslamcı bir ülkücülük açısından derin bir derstir.

Türkiye 20. yüzyılın ilk çeyreğinin yarısında toprakları Anadolu’ya çekilen ve işgal altında olan bir ülke durumundaydı. Türkiye’nin bu gerçeği kurtuluş programını iki düzleme oturtmuştu: Bir, emperyalizmin işgaline karşı silahlı bir direnişle bağımsızlaşmak; iki, bağımsızlığın kazanıldığı sınırlar içerisinde yaşayan halklardan bir millet yaratmak. Bu program kısaca Demokratik Devrim programıydı ve milliyetçilik Türkiye’de bu program etrafında olgunlaştı.

Türkiye’nin 150 yıllık bağımsızlık ve demokrasi atılımlarını kıskaç altına alan emperyalizmle nihai hesaplaşma son tahlilde doğru bir program temeline dayanıyor. Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu emperyalist tehditleri bertaraf etmek, yeniden bağımsız bir ulusal devlet kurmak, Orta Çağ ilişkilerinden bütünüyle kurtulmuş özgür ve laik bir toplum yaratmak cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimci bir bileşimi biricik seçenek olarak önümüze koyuyor. Milliyetçiliği bu bağlamda diğer beş ilkeden ayrı bir tasarıma tabi tutmak, karşı devrimci bir düzleme hapsetmek anlamı taşıyor. Vedat Bilgin, karşı devrimin düzlemine hapsedilmiş bir milliyetçiliğe ihtiyaç duyduğu için, onu köklerinden koparmaya çalışıyor.

MİLLİYETÇİLİK VE ÜLKÜCÜLÜK

Vedat Bilgin yazısının başlığında “Ülkücüler Kemalistleşiyor mu?” diye sormasına rağmen, yazının tamamında milliyetçiliği tartışıyor. Bu iki kavram eş anlamlı değil. Bilgin’in bu iki kavramı eş anlamlı kullanmasının iki sebebi var: Birincisi, Kemalizmle milliyetçiliğin kopmaz bağlarının olduğunu biliyor ve o bağları tahrip etmeye çalışıyor; ikincisi, ülkücülüğün de Kemalizm’den ve milliyetçilikten uzak bir pratik içinde kurgulandığının farkında. Acaba gerçek bu mu? Birincisine cevap verdik, gelelim ikincisine…

Milliyetçilik ve ülkücülük arasındaki ilk belirleyici ayrım şudur: Milliyetçiliğe esas rengini devrimci bir program temelinde örgütlenmek verirken, ülkücülük gerici bir mutabakat temelinde bir karşıtlık üzerinden örgütlenmiştir.

Milliyetçiliğin antiemperyalist, laik, aydınlanmacı içeriği bir devrim programıydı. I. Meşrutiyet’ten bu yana adım adım örülen, her hata sonucunda eksiklikleri giderilen, her devrimci atılımla birlikte olgunluğuna erişen bu program Kemalist Devrim’i gerçekleştirdi. Ülkücülük ise Türk-İslam sentezine dayanan ve esas rengini antikomünizmin verdiği; antikomünizm üzerinden NATO konseptine bağlanan, ABD’nin Sovyetleri çevreleyen Yeşil Kuşak projesinde rol alan, hem söylem hem içerik açısından milliyetçiliğin bozulması haliydi.

İsmail Gaspıralı’nın, Yusuf Akçura’nın, Ziya Gökalp’in, Ağaoğlu Ahmet Bey’in, Atatürk’ün milliyetçiliği ile, Ahmet Kabaklı’nın, Erol Güngör’ün, Nurettin Topçu’nun, Necip Fazıl’ın, Arvâsî’nin Türk-İslam sentezci ülkücülüğü arasındaki fark, aslında, Türkiye’nin cumhuriyet tarihinin iki karşıt mevzisinin ideolojik perspektifini yansıtmaktadır. Ülkücülüğün Türk-İslam sentezci içeriği onu, Atatürk devrimciliğinden ve milliyetçiliğin ilerici, devrimci programından ve ideologlarından koparmıştır.

Bugün milliyetçilik/Atatürkçülük ile ülkücülük arasındaki ayrımı şu iki ve temel karşıt siyasetler üzerinden ele almak gerçeğe uygundur: Yeni Osmanlıcılık ile Cumhuriyetçilik, Abdülhamitçilik ile Atatürkçülük, Devrimcilik ile İdare-i Maslahatçılık, Devletçilik il Özelleştirmecilik, Laiklik ile Ümmetçilik, Atlantikçilik ile Avrasyacılık, Batıcılık ile Üçüncü Dünyacılık…

Abdülhamit’e yaklaşım ise birçok gerçeği açıklamaktadır. Abdülhamit’in icraatları alt alta yazılsa, en üste Türk milliyetçiliğini boğmak yazılmalıdır. Abdülhamit 33 yıl boyunca iktidarını korumak için, dışarıda emperyalist Batı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu sömürgeleştirme programına karşı boyun eğerken, içeride devlet-ulus programını savunan milliyetçi aydınlara karşı yoğun bir baskı ve yıldırma politikası izlemiştir. Abdülhamit’in iktidarını yıkan da en sonunda Türk milliyetçileridir. Bu bağlamda milliyetçilik ile Abdülhamitçiliğin bağdaşması mümkün değildir. Zaten milliyetçiliğin ideologları da Abdülhamit’e karşı benzer tavrı sergilemiş ve tahlilleri yapmıştır. Ülkücülük ise başından beri Abdülhamitçilik siyasetini olumlamıştır.

Bu yazılanlar bir siyasi tartışmadan çok bilimsel değerlendirmelerdir. Milliyetçilik ve ülkücülük siyasetlerinin programından ve pratiğinden çıkan sonuçlardır ve elbette ki tartışılmalıdır. Teori dergisi Temmuz sayısında “Ülkücülük Milliyetçiliğin Neresinde” kapağıyla çıkıyor ve hepimize tartışma için fırsat sunuyor.

Sonuç olarak, antiemperyalistleşen ülkücüler gerçek milliyetçiliği keşfedecek ve onun üzerinden Atatürk’e ulaşacaklardır. Hatta ulaşmaya da başlamışlardır. İçinden geçtiğimiz süreç, milliyetçiliğin devrimci köklerinin keşfedildiği bir süreç. Vedat Bilgin’in rahatsızlığı bu gerçeğe dayanıyor. Demek, Vedat Bilgin daha çok karın ağrısı çekecek!