Yeni bir para düzeni mümkün mü?

Sevgili okurlar, takas taşlarından dijital ekranlara uzanan dört haftalık bir serüven başlıyor.

Önümüzdeki dört hafta boyunca, insanlığın en eski ortak anlaşması olan paranın hikâyesine çıkıyoruz.

Bu seride, bir kabuğun değişim değeri kazandığı ilk günden bugünün algoritmik paralarına kadar uzanan bir yolculuğu birlikte izleyeceğiz.

Her hafta farklı bir döneme odaklanacağız:

- Takasın ve ilkel paranın doğuşu

- Antik ve Orta Çağ dünyasında para ve imparatorluklar

- Kâğıt paranın ve bankacılığın yükselişi

- Dijital çağda para egemenliği ve yeni küresel sistemler

Bugün, bu yolculuğun ilk adımında paranın kökenini, ardından bugünün ödeme yöntemleri ve jeopolitik yansımalarıyla birlikte değerlendireceğiz.

Anton Kobyakov’un fikirleriyle başlayan bir sorgulama...

Bazen bir fikir, bir kitap kadar geniş bir tartışmanın kapısını aralar. Bu dört bölümlük yazı dizisine başlamamın nedeni de böyle bir fikir oldu.

Geçtiğimiz aylarda, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in özel danışmanı Anton Kobyakov’un St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu (SPIEF) 2025’te yaptığı açıklamaları dikkatimi çekti.

Kobyakov, Avrupa’nın egemenliğini çoktan kaybettiğini, beş yıl içinde ekonomik önemini de yitireceğini söylüyordu.

Dahası, günümüzün en büyük ticaret merkezlerinin artık Shenzhen, Singapur, Hong Kong, Dubai ve Mumbai olduğunu vurguluyordu.

“Batı’nın büyük jeopolitik kumarının belirleyici aşamasına giriliyor,” diyordu Kobyakov.

“Ancak Batı’nın bir parçası olan Avrupa zaten kaybetti. Finans, enerji, teknoloji ve siyasi tercihlerde bağımsızlığını yitirdi.” Bu sözler, aslında “paranın” kendisinin jeopolitik bir silaha dönüştüğü bir dönemi işaret ediyordu.

Kobyakov’un eleştirilerinin merkezinde, ABD’nin stablecoin hamlesi vardı. Ona göre Washington, 35 trilyon dolarlık borcunu kriptoya aktarıp değeri düşürmek ve sistemi “sıfırlamak” istiyordu.

Bu jeopolitik dönüşümü anlamak için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in özel danışmanı Anton Kobyakov’un analizlerine kulak vermek gerek. 1968 doğumlu Kobyakov, biyoloji eğitimi almış, ekonomi alanında doktora yapmış ve 2014’ten beri Putin’in en yakın stratejistlerinden biri olarak görev yapıyor. Resmi unvanı “1. sınıf devlet danışmanı” ve askeri deyişle bir ordu generaliyle eşdeğer.

PARANIN KISA TARİHİ: TAKASIN VE İLKEL PARANIN DOĞUŞU

İnsanlık ekonomik etkileşimini takasla başlattı. Bir çoban, sütünü çömlekle takas ederdi; ancak her zaman “eşdeğer değer” bulmak mümkün değildi. İnsanlık tarihinin en yaygın yanılgısı, paranın “takasın yetersizliğinden” doğduğu varsayımıdır. Oysa antropolojik araştırmalar gösteriyor ki, erken toplumlarda değer akışı genellikle hediye ekonomisi, borç-veresiye ilişkileri ve sosyal bağlar üzerinden işliyordu.

Zamanla insanlar değerin kendisini temsil eden nesneleri kullanmaya başladı: İlk “paralar”, Fijian balina dişleri, Afrika’daki cowrie kabukları, Kuzey Amerika’daki wampum kemerleri, sığır sürüleri… asla sadece alışveriş için değil, statü, itibar ve toplumsal sözleşme için kullanılıyordu.

Para, devletin damgasıyla kurumsallaştığında, vergi toplamak, ordu beslemek ve toplumu bir arada tutmak için stratejik bir araç haline geldi.

Bu nesneler yalnızca malların değil, güvenin de ölçüsüydü. Paranın en ilkel biçimleri, aslında birer toplumsal sözleşmeydi.

Sonra metaller sahneye çıktı. Altın, gümüş, bronz hem dayanıklıydı hem bölünebilir.

Ve bir gün, M.Ö. 7. yüzyılda, Lidya Kralı Alyattes, bugün Türkiye topraklarında ilk madeni parayı bastı. O an, insanlık tarihindeki en büyük icatlarından birini yaptı: devlet garantili değer, para!

Antik Yunan, Roma, Çin ve Mezopotamya, madeni parayı kurumsallaştırdı. Roma İmparatorluğu’nda vergi, ordu ve bütçe kavramları, paranın kontrolüyle birlikte yükseldi.

Zamanla “paranın değeri” değil, “parayı bastıranın itibarı” belirleyici hâle geldi.

BUGÜNÜN DÜNYASINDA PARA VE ÖDEME YÖNTEMLERİ

İnsanlık tarihinin büyük kısmında para, elle tutulur, fiziksel bir varlıktı: taş, metal, kâğıt… Değerin somut bir karşılığı vardı ve insanlar bu nesneleri elden ele geçirerek alışveriş yapardı. Ancak 21. yüzyıla geldiğimizde, para neredeyse tamamen görünmez hâle geldi. Artık cüzdanlarımızda taşıdığımız banknotlardan çok, cep telefonlarımızdaki uygulamalarla, saniyeler içinde el değiştiren dijital değerlerden söz ediyoruz.

Modern ekonomilerde para, yalnızca değişim aracı olmaktan çıktı; bilgi, kimlik, izlenebilirlik ve güvenlik kavramlarının birleştiği bir veri akışına dönüştü. Bu dönüşüm hem ödeme yöntemlerini hem de ekonomik egemenliği derinden değiştirdi.

Akıllı telefonların hayatımıza girişi, ödeme alışkanlıklarını kökten değiştirdi.

Bugün bir kahve almak, bir faturayı ödemek ya da uluslararası para transferi yapmak için mobil cüzdan yeterli.

Apple Pay, Google Pay, Alipay, WeChat Pay gibi uygulamalar; parayı kartlardan koparıp doğrudan kişisel dijital kimliğe bağladı. QR kodlar ve NFC teknolojisi, ödemeyi yalnızca bir dokunuşa indirdi. Özellikle Çin, bu dönüşümün en ileri örneğini sundu: sokak pazarından metro biletine kadar tüm sistem mobil ödeme altyapısına entegre edildi. Bugün Asya’nın birçok kentinde “nakit kabul edilmiyor” ibaresi sıradanlaştı.

2009’da Bitcoin’in doğuşu, paranın tarihindeki en radikal kırılmalardan birini temsil ediyor. Devlet ya da merkez bankası tarafından değil, ağ katılımcıları tarafından onaylanan bir sistem fikri, ilk kez para alanına taşındı. Blok zinciri (blockchain) teknolojisi, parayı sadece bir ödeme aracı olmaktan çıkarıp, güvene dayalı bir yazılım protokolüne dönüştürdü. Bugün binlerce kripto para projesi mevcut; fakat bunların büyük kısmı yatırım ya da spekülasyon aracı olarak işlev görüyor.

Bu ortamda ortaya çıkan stablecoin’ler, kripto ile klasik finans arasında bir köprü kurdu.

Değerini genellikle ABD doları gibi sabit bir varlığa endeksleyen stablecoin’ler, hızlı ve ucuz transferin yanında, “istikrar” vaadiyle öne çıktı.

Ancak!.. tam da bu nedenle, devletlerin egemenlik alanına girmeye başladı. Washington’un “dijital dolar” planı ya da Avrupa Merkez Bankası’nın “dijital euro” hazırlıkları, bu rekabetin göstergesi. Stablecoin tartışması artık finansal değil, jeopolitik bir mesele hâline geliyor.

Bugünün dünyasında para, artık yalnızca cebimizde değil, “sanal hafıza” olarak nitelendirebileceğimiz “bulut”ta.

YÖN VE EYLEM

ABD’nin borç tavanı bugün 36 trilyon dolar seviyesinde. Hükümet topladığından fazla harcıyor; farkı borçla kapatıyor. Dolar küresel rezerv olduğu için bu borç fiilen dünyanın geri kalanına ihraç ediliyor. Yani Amerika borçlanıyor, bizler o borcu finanse ediyoruz.

Trump yönetiminin 2025 Temmuz’da yürürlüğe koyduğu GENIUS Yasası, “35 trilyon dolarlık borcu kripto varlıklara aktarıp sistemi sıfırlama planı” olarak tanımlanıyor. Gerçekten de bu yasa, stablecoin’leri yüzde 100 ABD doları veya kısa vadeli Hazine bonosuyla desteklemeyi zorunlu kılıyor. Bu da ABD’nin borçlanma maliyetini düşürürken, dünya çapında dolar talebini yapay olarak artırıyor.

Trump yönetimi, yasayı “tüketici koruması” ve “ulusal güvenlik” adına savunsa da jeopolitik sonuçları tartışmalı:

Stablecoin ihraç eden şirketler, ABD Hazinesi’ne dolaylı olarak borçlanma desteği sağlıyor.

ABD, kendi borç krizini küresel finansal sisteme yayarak yönetmeye çalışıyor.

Bu sistem, gelişmekte olan ülkeleri dolar bağımlılığı ve faiz şoklarına karşı daha savunmasız hâle getiriyor.

Para, yalnızca bir araç değildir; bir uygarlığın aynasıdır. Kobyakov’un sözleriyle başlayan bu tartışma, bizi paranın özüne götürüyor:

“Kime güveniyoruz? Devlete mi, sisteme mi, yoksa birbirimize mi?”