Yeni yayın yeni anlayış dönemi olsun
Eylül ayıyla birlikte TV kanallarında yeni yayın dönemi başladı. Her başlangıç gibi bu yeni dönemi “kadının medyada temsili” ile ilgili umutlarımızda tazelenme fırsatı olarak görüyoruz. Vesileyle o umutları hatırlatırken, gözlemlediğimiz yanlışları da tekrar sıralıyoruz.
Medya, günümüzde artık, iletişim aracı olmanın ötesinde yasama, yürütme, yargının yanında dördüncü bir erk, toplumu yönlendiren, gündemi belirleyen, sosyal medyanın katkısıyla daha da büyüyen küresel bir güç… Kadını temsil etmede, kadına yönelik şiddet sorununun çözümünde, toplumsal gerçekliğimizi yansıtma, yeniden üretme ve şekillendirmede olağanüstü etkilere sahip. Ancak maalesef, reklamlarıyla olsun, dizileri ve kuşak programlarıyla olsun, haberleriyle olsun, belli kalıplara sıkışmaktan kurtulmuş değil.
‘SINIRLI KADIN’ İMGESİ
Reklamlarda örneğin, kadın figürü ya mutfakta, banyoda, temizlikte ya da yemek yaparken karşımıza çıkıyor. Kadının yaşam alanı evle sınırlanıyor. Eğer anne değilse, bu kez de bakımlı, güzel ve daima çekici olmak zorunda bir kadın olarak gösteriliyor.
Benzer durum haberlerde de geçerli. Kadınlar emekleriyle, başarılarıyla değil, çoğunlukla kimlikleri, bedenleri ya da mağduriyetleriyle haber konusu oluyor. Siyasetçilerden sporculara kadar kadınların kamusal alandaki görünürlüğü çoğu zaman magazinsel bir çerçevede sunuluyor. Kadın siyasetçinin fikirlerinden çok görüntüsü, kıyafeti öne çıkarılabiliyor. Bir kadın sporcunun başarısından çok güzelliği konuşuluyor. Bütün bunlarla kadınların, temsil biçimlerindeki eşitsizlik yeniden yeniden üretiliyor.
ŞİDDETİ MEŞRULAŞTIRAN DİL
En çarpıcı örneklerse şiddet içerikli haberlerde yaşanıyor. Ne yazık ki kadınlar medyaya en çok bu alanda malzeme oluyor. Şiddet haberleri çoğu zaman yanlış dil ve üslupla aktarılıyor. “Öfkeli koca”, “kıskançlık krizi”, “aşk cinayeti” gibi başlıklarla şiddet adeta meşrulaştırılıyor. Mağduru değil faili görünür kılma tavrı, şiddeti ayrıntılarıyla gözümüze sokup normalleştirme yerine failin sorumluluğunu vurgulama tavrı ısrarla ihmal ediliyor.
Dizilere baktığımızda da tablo değişmiyor. Kadın karakterler çoğunlukla anne, eş ya da “kötü kadın” rolleriyle sınırlı oluyor. Bazen şiddete maruz kalan, bazen erkeğin himayesi altında kurtuluş bulan, baskı gören, ezik, çaresiz kadın hikâyeleri dramatize edilmekten bıkılmıyor. Şiddetin “sevgi” ya da “aşk” temaları etrafında meşrulaştırıldığının farkına varılmıyor.
Sosyal medyaya gelince, kadın mücadelesi açısından fırsatlar kadar riskleri de barındırıyor. Kadınların yaşadığı ayrımcılıkları görünür kılmak, kamuoyu oluşturmak, farkındalık yaratmak için güçlü bir araç olabilecekken, geleneksel medyadaki cinsiyetçi kalıplar burada da tekrar ediliyor. Kadın bedeni tıklanma uğruna teşhir ediliyor, magazinsel içerikler öne çıkarılıyor.
DAHA FAZLA KADIN YÖNETİCİ
Bütün bu tablodan, medyada kadının temsilinin dönüşmek zorunda olduğunu anlıyoruz. Bunun için içerik üretiminde ve karar alma mekanizmalarında daha fazla kadının, kadın bakışının yer almasını öneriyoruz. Bunun yanında cinsiyetçi kalıpları sorgulayan bir dilin, farkındalık eğitimlerinin ve duyarlı habercilik anlayışının bütün toplum kesimlerince desteklenmesini bekliyoruz.
Sonuçta medyayı, sadece bir ayna değil, toplumsal dönüşümün çok güçlü bir aracı olarak görüyoruz. Burada kadınların yalnızca “eş”, “anne”, “sevgili”, “cinsel obje” kimlikleriyle değil, emekleri, başarıları, mücadeleleri ve fikirleriyle yer bulması gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan izleyicilerin, takipçilerin, medya içeriklerinin bilinçli ve vicdanlı tüketicilerinin de eşitlikçi içerikler konusunda daha talepkâr olmasını diliyoruz.