Son Yazıları

Yeni Kaledonya’dan Maupassant’a

Fransa’nın ada sömürgesi Yeni Kaledonya'da, bağımsızlık yanlısı protestolar günlerdir sürüyor. Göstericiler ile polis arasındaki çatışmalar bitmek bilmiyor. Paris’in ayaklanmayı Azerbaycan’ın körüklediğini iddia etmesi üzerine Azerbaycan Dışişleri Sözcüsü Ayhan Hacızade, Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin’e ülkesinin yerli halklara karşı işlediği insanlık suçlarını, milyonlarca masum insanın vahşice öldürülmesine neden olan sömürgecilik geçmişini hatırlattı.

Ben de Darmanin’e Guy de Maupassant’ın “Güzel Dost” (Bel Ami) romanı üzerinden hatırlatayım. Sık sık soruyorsunuz “Ne okuyalım?” diye. Hem bu soruya bir yanıt olur hem de klasikler üzerinden bugüne bakmış oluruz. “Güzel Dost” Maupassant’ın 1885 tarihli bir romanıdır.

Yazının Devamı

Filistinli annelere selam olsun

12 Mayıs Pazar günü “Anneler Günü” olması nedeniyle, her yıl olduğu gibi bu yıl da sosyal medya anne şiirleriyle bezendi. Tevfik Fikret’ten Orhan Veli’ye, Ziya Osman’dan Necip Fazıl’a, Tanpınar’dan Gülten Akın’a, Nâzım Hikmet’ten Ataol Behramoğlu’na, Can Yücel’e, Ahmet Haşim’den Cahit Sıtkı’ya… şairlerin “anneli” dizeleri arz-ı endam etti. Oğullar, kızlar annelerinin fotoğraflarıyla onları da etiketleyerek en sevdikleri anne şiirlerini paylaştılar.

Kültürden Edebiyata “Anne” hem Yaşananların hem de Yaratının Öznesidir

Yazının Devamı

‘Ey Hıdrellez, niye geldin bu sene?’ demeyeceğiz

“Hıdırellez” denince nedense 1988’de, Emir Kusturica’nın “Çingeneler Zamanı” filminde kullanılan, Goran Bregovic bestesi “Ederlezi” şarkısı aklıma gelir. “Ederlezi” Roman dilinde “Hıdırellez” demek. Hıdırellez, bir sinema filminin sahnesine ancak bu kadar güzel yansıtılabilir. Filmde Balkan çingeneleri, nehrin üstünde yaktıkları ateşlerle baharın gelişini kutlarlar. Genç âşıklar Perman ile Azra, büyülü bir gerçekçiliğin içinde doğanın uyanışının kutlandığı Hıdırellez’de kavuşurlar. Şarkının sözleri, filmin sahnesi kadar hüzünlüdür.

Dünyanın en neşeli halkının iki âşık birleşirken Hıdırellez’i böyle kutlaması insanı şaşırtır. Yaşadıkları toplumlarda dışlanan, hor görülen Çingeneler, dertlerini anlattıkları bir ağıtla baharı karşılamaktadırlar.

Yazının Devamı

İlk 1 Mayıs Şiiri’ni Yaşar Nezihe Hanım yazmıştır

Maalesef genç Cumhuriyet, bazı konularda öyle olmadığı halde kendini milat olarak gösterir. Hâlbuki son Osmanlı döneminde küçümsenmeyecek derecede işçi hareketlerinin başladığı, devrim ruhunun ortaya çıktığı hatta ilk sosyalist, komünist düşüncelerin oluştuğu görülür. Komünist Parti dahi kurulmuştur. Bu örgütlenmeleri destekleyecek manifestolara, yayınlara, kitap ile dergilere de rastlanır. Sosyalist devrim ruhuna uygun şiirler bile vardır. Bu yenilikler, Osmanlı’da, Tanzimat Dönemi’yle birlikte başlar. Kadın hareketleri de II. Meşrutiyet’le hız kazanır. Kadınlar, kurdukları dernekler ile çıkardıkları yayınlarda hem kendileri için hem de Osmanlı toplumu için sorumluluk üstlenirler. İşçilere ses veren Yaşar Nezihe Bükülmez onlardan biridir.

1882’de İstanbul’da dünyaya gelen Yaşar Nezihe, beş çocuklu ailenin yaşayan tek çocuğudur. Annesi Kaya Hanım, kızı altı yaşındayken vefat edince Yaşar Nezihe, kötürüm bir teyze ile sarhoş babanın eline kalır. Komşuları ilgilense de sokakta büyür. Ailesi onu bir okula yazdırmayınca kendi başına kaydını yaptırır. Kendisinden yirmi yedi yaş büyük olan Atıf Zahir Efendi, ardından hovarda mühendis Fevzi Bey ile evlilikleri fazla uzun sürmez. Bu evlilikten Sedat, Suat, Vedat isimli üç oğlu olur. Fevzi Bey, âşık olduğu birinin peşine takılarak eşi ile çocuklarını yüzüstü bırakıp gider. Sedat ile Suat açlıktan ölürler. Acılarını dizelerine döken Yaşar Nezihe’nin şiirleri “Mâlûmat”ta ve dönemin çeşitli dergilerinde yayınlanmaya başlar. Üçüncü eşi, yazar Yusuf Niyazi’den de yine hovardalık gerekçesiyle boşanır. Ümitsiz olduğu anların ikisinde intihar etme teşebbüsünde bulunan Yaşar Nezihe’yi oğlu Vedat ayakta tutacaktır. Hayatı boyunca ne ailesinden ne de eşlerinden destek gören Yaşar Nezihe; Mahmûre, Mazlûme, Kantarcı Kadri v.b. mahlaslarıyla şiirlerini yazmayı sürdürür. “Bir Deste Menekşe” şiir kitabı 1913’te yayınlanır. O, artık “Nazikter” gazetesinin baş şairidir. “Hanımlara Mahsus Gazete”, “Sabah”, “Menekşe”, “Kadın Yolu” dergilerinde yazmayı sürdürür. “Kadınlar Dünyası”nın da daimî yazarıdır. Peçesini açarak derginin kapağına poz verir.

Yazının Devamı

Zamane çocuğunun modası

Yarın 23 Nisan… 1969 doğumluyum. 23 Nisanları gerçekten dört gözle beklerdik. O günü coşkuyla kutlamamızın bir nedeni de gösterilerimize, rondlarımıza uygun cicili bicili kıyafetlerin dikilmesiydi. Bizim gibi orta halli ailelerin çocuklarına ya bayramlarda süslü kıyafetler alınırdı ya da 23 Nisanlarda özel elbiseler dikilirdi. Bu kıyafetlerle tören yürüyüşüne katılmak bizi çok heyecanlandırırdı. Giysilerimizi de küçülene kadar giyer ya kardeşimize ya da yakın akraba çocuklarına devrederdik.

Günümüzde, çocuk giysilerini paylaşan aileler var ama giysiler artık uzun vadeli olarak kullanılmıyor. Belirli bir gelir seviyesine sahip ailelerde çocukların kendine ait gardıroplarının olması, her gün yeni şeyler almak istemeleri doğal karşılanıyor. Hatta kişilik gelişimin bir parçası kabul ediliyor! Çocuklar çoğu şeyde olduğu gibi giysi seçiminde anne babalardan daha çok söz hakkı elde etmiş durumdalar!

Yazının Devamı

İnsanı deli eder bu iyimserlik hali!

iktidarda, dini söylemlerle desteklenen beyin yakıcı iyimserlik hali beni deli ediyor. Muhalefeti de aynı! Olan, eden bir şey de yok! Çiftçi ayakta, emekli ağlıyor, enflasyonla gelen geçim sıkıntısından ülkem bir türlü belini doğrultamıyor. Faillerinin dışarıya salındığı kadın cinayetlerine ne demeli? Beyinleri felç eden akla ziyan dolandırıcılık senaryoları sınırları zorluyor. Savaşlar, terör; bin bir çeşit kötülüğe her gün bir yenisi ekleniyor.

Seligman’a göre öğrenilmiş çaresizlik gibi iyimserlik de öğrenilebilir. Böyle bir tabloda sarf edilen iyimser söylemler, yaşanılan tersliklere karşı verilen akılcı, yapıcı, kalıcı olmayan düşünceleri içerir. Bu, hiç de sağlıklı olmayan bir zihin durumudur.

Yazının Devamı

Batılı seyyahların gözüyle Ramazan Bayramları

Osmanlı toplumsal hayatına dair arşiv belgeleri ile resmi tarihi anlatan kaynaklar dışında, var olan bilgileri tamamlayacak en önemli dayanak seyahatnamelerdir. Batılı seyyahların 15. yüzyıldan 19. yüzyılın sonuna kadar diplomasi, ticaret, misyonerlik veya gezi amacıyla Osmanlı ülkesine yaptıkları gezilerin yansımaları, mektup ile hatıratların yanında seyahatname olarak kendini gösterir. Özellikle 16. yüzyılda oryantalist etkilerle bu kaynak türünde bir zenginlik göze çarpar.

Din, birçok millette olduğu gibi Osmanlı toplumunda da belirleyicidir. Kaynağını dinden alan törenlerin arasında bayramlar, toplumsal hayatın içinde önemli bir yere sahiptir.

Yazının Devamı

Halkı ‘eşek’ yerine koyanlara…

Bir seçimi daha devirdik. Yerel seçimlerde siyasetçilerin birçoğu her zaman olduğu gibi halkı yine “eşek” yerine koydu. Seçimden sonra da verdiği karardan dolayı aynı gözle bakacaklar. Eşek kadar horlanan başka bir hayvan da yok galiba! Atasözlerini şöyle bir aklınıza getiriverelim. “Eşeğe altın semer vursalar, eşek yine eşektir!”, “Eşek hoşaftan ne anlar?” “İnsan eşek olursa semer vuran çok olur.” “Eşeğe cilve yap demişler, çifte atmış.”, “Sopayı yiyen eşek atı geçer.” “Şahlanan eşek sırtüstü düşer.” “Adam adamdır olmasa da pulu/ eşek eşektir atlastan da olsa çulu!” “Eşeği saldım çayıra, Mevlam gayıra…” Sürer gider bu atasözü silsilesi…

Yazının Devamı

MACAR Nemecsek

Bu yıl Türk- Macar dostluğunun 100. yılı kutlanıyor. Onlar bilmez ama 9-10 yaşında dost değil, kardeş oldum onlarla… Bağıra bağıra ağlamıştım Nemecsek öldüğünde. Hiç unutmadım Nemecsek’i! Hatta öğretmen olduğumda yaş grubu ne olursa olsun bütün çocuklarımı Nemecsek ile tanıştırdım. Örgütlü mücadeleyi Macun Derneği’nde öğrensinler istedim. Arkadaşlığı, dostluğu, dayanışmayı… Yaşamda kimin tarafında olduğunuzu seçmeniz gerekir.

Roman, 20. yüzyılın başlarında Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de geçer. Pal Sokağı’nın yoksul çocukları oyun sahalarını zengin çocuklara kaptırmamak için örgütlendiklerinde okul, dolayısıyla devlet; Latince öğretmeni, dolayısıyla din parmak sallamaya başlar. Latince öğretmeni Rácz olamazdım. Sokakta bir yanda dürüstlük, sevgi, haysiyet; diğer yanda yalan, ihanet, muhbirlik çatışıyordu. Her zaman bu kötü duyguların biri, iyi duyguların üzerine abanır. Üzerinizden silkelemeniz de o kadar kolay olmaz. Üstelik düşman, bu romanda kötü olduğunun farkındadır.

Yazının Devamı

Truva Miti’nden Çanakkale Zaferi’ne

Homeros, MÖ 8. yüzyılda, İlyada’da, yaşadığı çağdan 500 yıl önceki Truva Savaşı’nı anlatır. Efsaneye göre savaş yıllarca sürer ama Truva, Akhalar tarafından bir türlü ele geçirilemez. Bildiğiniz gibi savaşı “tahta at” hilesi sonlandırır. Bu savaşta, Batı’ya göre Truvalılar Doğu’yu (Asyalıları), Akhalar Batı’yı temsil ederler. Homeros Truvalıları, Asya’nın çeşitli uluslardan oluşmuş bir Asya Birliği olarak anlatır. Keza, “Agamemnon” liderliğinde, bugünkü Avrupa’da toplanmış orduların küçük kent devletlerinin ordularından oluşmuş bir Avrupa birliği olması mümkündür.

Truva Savaşı’nda Asyalıları yenmiş olan Batılıların mitolojik yansıma ile oluşan kolektif tarih bilincinde, Türkleri yendikleri algısı egemendir. Doğu’ya yönelik hamlelerinde Türklerle Haçlı seferleri sırasında karşılaşan Avrupa, ardından Osmanlı’nın büyük bir güç olmasıyla sürekli mücadele ettikleri Türkler; zamanla onlar için tüm Müslümanları temsil eder hale gelirler. Kısaca, kötü bir algıyla barbar ya da “öteki” Türkler, yani Truva’da/Çanakkale’de yaşayanlar, onlardan değildir. Mitin süreç içerisinde logos karşısında değer kaybetmesi beklenirken mitsel düşünce, varlığını tarih yazımında sürdürmeyi başarır.

Yazının Devamı

Filistin’in Dev Çocuğu ‘Hanzala’

1987, üniversiteye girdiğim ilk yıl… Bir Temmuz sıcağında Çemberlitaş’ta, Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde arkadaşlarımla yarenlik ediyoruz. Filistinli arkadaşımız Muhammed Ahid’i bekliyoruz. Nefes nefese geldi Muhammed. “Naci el Ali’yi Londra’da vurmuşlar!” dedi. Naci el Ali’nin adını ilk o zaman duydum. Muhammed Ahid, tüm Filistinli arkadaşlarımız gibi bedeni Türkiye’de, kalbi ülkesinde yaşardı. “Bizim kaderimiz bir gün bir yerde ölmek! Vatansızız biz!” der dururdu. İçlenirdik onunla ama elimizden de bir şey gelmezdi.

Naci el Ali, Filistin'deki Eş-Şecera köyünden, 1948 yılında Filistinlilerce "Nekbe" (Büyük Felaket) olarak adlandırılan süreçte evlerinden sürülen yaklaşık 1 milyon Filistinli’den biri. Arkadaşım Muhammed Abid, köyünün onun köyüne komşu olmasıyla övünürdü. 12 yaşlarında Filistin'den zorla çıkarılan Ali, yıllarca ailesiyle Lübnan'ın güneyinde yokluğun hüküm sürdüğü Ayn el-Hulve mülteci kampında kaldı.

Yazının Devamı

‘Bu Kızgınlıkla Titremezsen Bir Daha Titremezsin!’

8 Mart yaklaşıyor. Başlayacaklar şimdi “İlk kadın şair, ilk kadın pilot, ilk kadın avukat…” demeye. Başa “kadın” sıfatını kondurduğunuzda “o işi yapmaya gücü yeten varlık” anlamıyla dilde ayrıştırmaya başlamış oluyorsunuz zaten. Hızlı mı giriş yaptım? Hayır! Aksine biz kadınlar, erkekler pinpon topu gibi bizi oradan oraya atarken fazlasıyla ağır hareket ediyoruz! Salâh Birsel, İstanbul-Paris kitabında "Ey kadın, yeniden ayağa kalk ve titre. Bu kızgınlıkla titremezsen bir daha hiç titremezsin!” der.

Bu huysuzluğumun sebebi bildiğiniz gibi eril devlet ile himayesindeki aile, hukuk, sağlık, eğitim, bilim gibi daha birçok alanda hemcinslerimin her türlü yöntemle hâlâ ezilip sömürülmesi. Her alanda ilerleme bir bayrak yarışıdır, taş üstüne taş koymaktır.

Yazının Devamı

Sömürgeci Robinson

“Yeni Sömürgeciliğin Modern Uygulamalarına Karşı Mücadele Destekçileri Forumu” “Ulusların Özgürlüğü İçin” sloganıyla 15-16 Şubat tarihlerinde Moskova’da toplandı. Dünya toplumunun dikkatini, sömürgecilik ile yenisömürgecilik suçlarına dikkat çekmek istediler.

Günümüzde gelişmekte olan ülkelerde giderek artan eşitsizlik, yoksulluk, açlık sorunlarının temelinde; Avrupa’nın bugün, sistematik bir biçimde, ısrarla bu mirası devam ettirme arzusu yatıyor.

Yazının Devamı

‘Madencinin Fıtratında Ölüm Vardır!’

Böyle söyler Türk büyükleri! Zonguldak akla geliverir; sonra Soma, Ermenek… Geçen hafta Erzurum’daki altın madeni faciası. Çıkarılan ne olursa olsun o “kara” bir madendir. Eskiden beri Zonguldak’ta doğanlar “mükellef”tir! Osmanlı’da da Nizamnâme, erkeklerin Ereğli sancağında madenlerde çalışmaya mükellef olduğunu yazar. Ata yadigârıdır meslekleri. Ders kitaplarından biliriz Uzun Mehmet’in hikâyesini! Hayatıyla ödemiştir memleketine hizmet etmenin bedelini. Zonguldak’ta madencilerin önünü aydınlatır elinde feneri.

Yazının Devamı

Bizim yazarımız olamazsınız!

Biliyorsunuz, memleketin her yerinde ahlaklılarla ahlaksızlar mücadele halinde! Hepimiz kendi alanımızda savaş veriyoruz.

Bir okuyucum, geçen haftaki “Pamuk gibi intihal” yazımın altına bir yorumda bulunmuş. “Çocukluğum Kayseri’de geçti. Anadolu’nun kıraç toprakları, buğday tarlaları, gelincik obaları, aşırı mavi gökyüzü, bembeyaz bulutlar; hayvanların, ahırların saman kokuları belleğimde öyle derin izler bıraktı ki, gözlerimi yumduğumda tıpkı anne yemeklerinin asla unutulmayan kokuları gibi canlanıyor. Elif Şafak’ın İskender adlı romanını okuduğumda ne kadar etkilendiğimi tarif edemem. Çünkü yurt dışında doğan, Anadolu’da tek bir gün bile yaşamamış birinin bana sesleriyle, kokularıyla çocukluk yıllarımın Anadolu’sunu yaşatması mucizevi gelmişti. Olanaksızdı. Ancak babaannem Nobel ödüllü bir romancı olsaydı, böyle anlatabilir, böyle hissettirebilirdi. İskender’in şimdi, gerçek yazarını merak ediyorum.” diyor. Beyefendi haklı!

Yazının Devamı

‘Pamuk’ gibi intihal

Biliyorsunuz, Elif Şafak’ın Bit Palas adlı romanının Mine Kırıkkanat’ın Sinek Sarayı romanından % 5’lik intihal (aşırma) tespiti gerekçesiyle yazar ile yayınevinin maddi, manevi tazminat ödemesine karar verildi. Romanın 60. sayfadan öteye kurgusu, mekânı, bazı karakterleri, yazım üslûbunun Kırıkkanat'ın romanından intihal edildiği kaydedildi.

Ardından içlerinde Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli, Murathan Mungan gibi popüler yazarların olduğu 130 yazar; panikle Elif Şafak’a destek verdiler. Heyeti, edebiyatın temel değerlerine sadık kalmaya davet ettiler. Akabinde heyette yer alan Ahmet Yıldız; “Elif Şafak ile Orhan Pamuk’un tüm kitaplarını inceliyoruz!” ifadesiyle bu davaların bitmeyeceğinin mesajını verdi. Bu karardan alınan güçle, Mine Kırıkkanat gibi başka yazarlar da arka arkaya dava açarsa intihal zinciri, çorap söküğü gibi devam eder. Dolayısıyla “çok satanlar”ın iyi yazarlar oldukları algısı yerle bir olur. Bildik romanlarla yazarın, yayınevinin prestiji sarsılır. Bu, bir anlamda kitap piyasasının kurduğu sistemin bir ayağının çökmesi demektir.

Yazının Devamı