Ekrem Ataer

ekremataer@gmail.com

Son Yazıları

Ekrem Ataer yazdı: İdeolojik Aygıt Televizyon

Geçen haftaki yazımızı ‘Nasıl medeniyet ama?’ diye bitirmiştik. Aynı hafta içinde 2024 Eurovision’u, nasıl bir medeniyet olduğunu bütün yaratıcılığı, önermeleri dahil televizyon ve torunu sosyal medya aracılığı ile bize gösterdi. Teşekkür ediyorum ki, neredeyse bütün yazdıklarımızın özeti olmuş. Dikkatimi çeken dış basın ayağa kalkarken iç basında Aydınlık hariç çıt! yok. Medeniyet seviyesini geride bırakacak kadar çağın önünde bir medyaya sahip olduğumuza üzülelim mi, sevinelim mi? pek karar veremedim.

Hafta içinde birçok ileti ve mesaj aldım. Öneri ve sorularınıza yanıt vermeye çalışacağım. Küçük bir açıklama yapmalıyım ki, dizi isimleri vererek yorum istemişsiniz. TV yorumcusu değilim, toplumsal proje olduğunu hissettiğim birkaç dizi ya da programın peşine düşüyorum hepsi bu. Belgeseller derseniz sayfalarca yazarım. Onlar muhteşem beslenme kanalları bence; Habitat, Tarih TV, Historical Channel, Viasat History, National Wild vs. Bir diğer okur grubumuzdan ise ‘ben izlemiyorum, genellemeyin’ diye ısrarlı mesajlar geldi. Doğrudur lâkin takdir edersiniz ki, benim işim genel ile özelle değil. Bütün yorum ve eleştirilere bin çiçek, bin teşekkür…

Yazının Devamı

Televizyonda dizilerin önemi -1

Biliyorum kimse televizyon seyretmiyor! Ama bugün biraz TV dizilerinden bahsedeceğim. Kime sorsanız: ‘ben hiç TV seyretmem’ yanıtını alıyorsunuz çünkü trend bu. Daha doğrusu kültürlü olmanın gerekliliği artık hafif burun kıvırarak ‘Televizyon mu hıhh!’ demekten geçiyor. Lakin Telekomünikasyon Uydu ve Elektronik Sanayicileri İş İnsanları Derneği TUYAD’ın verilerine göre 750 Milyar dolarlık pazar payında Türkiye ilk 10’da. İç piyasada da durum aynı. Ekonomide güvenilir kaynaklar bunu işaret ediyor: ‘Dünya televizyon pazarı mart 2022’den bu yana daralırken Türkiye, yüksek enflasyon ve gelir seviyesindeki ciddi erimeye rağmen televizyon alımında gaza bastı. İlk altı ayda özellikle premium televizyon satışlarında Türkiye rekoru kırıldı. ’Olduğumuzdan farklı görünmek adına maskeleri atıp şu sahte repliklerden bir kurtulsak hayat ne kolay olacak. Gören de mübarek halkım TV seyredeceği saatte J.J.Rousseau okuyor zannedecek ama genel durum hiç de öyle değil!

Yazının Devamı

Yapay zekâ rapsodisi (!)

Yapay zekânın yaşamımıza girmediği alan hemen hemen yok gibi. ‘Her nimetin vardır bir külfeti’ diye güzel bir atasözümüz vardır, bu iş biraz öyle. Yaşamı kolaylaştıran yüzü ile ‘‘dost’’, hukuk anlamında yaratacağı kaos ile sırtımızdan bıçaklamaya hazır bir fenomen misali. Can sıkıcı tarafı ise nimet ve külfet terazisinin istediğimiz dengeyi oluşturamayacağı korkusu. Gün gelecek, külfeti ile uğraşmaktan, nimetini yaşayamaz hale geleceğiz diye düşünüyorum.

İngilizce adı Artificial Intelligence (Al) olan yapay zekâ, yaşamlarımıza yeni yeni girse de tarihi zannettiğimiz kadar çok da yeni değil. 1956’ da ortaya atılan ilk yapay zekâ çalışmaları; veri hacimlerinin artması, algoritma ve hesaplamaların gelişmesi gibi bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemeler ile günümüzde daha popüler bir hale geldi. Zamanı gelmişçesine insanlığa yeni yeni servis edilmeye başlandı hepsi bu (!)

Yazının Devamı

Filistin Şarkılar Söylüyor (!)

Geçenlerde bir dost sohbet sırasında; ‘Hocam Filistin Halkı’nın halk şarkıları, dansları var mıdır?’ diye sordu ve ‘şu an Filistinlilerin mırıldandığı şarkılar var mıdır acaba?’ diye de ekledi. Bir an duraksadım. O kadar çarpıcı bir soru ki. ‘Var tabii’, dedim ‘olmaz mı?’ dedim ama Filistin’de olsaydım ben ne çalar söylerdim diye de kendi kendime düşündüm. Hangi notaları yan yana getirip, hangi melodilerle sarmalardım günlerimi?

Bir an sorudan ve ortamdan kopup gittim… Toz ve kül içinde bir kent… Havada Arap yaseminlerinin ferahlatan râyihâsını keskin bir yanık kokusu esir almış. Tatlı bir Akdeniz meltemi atılan bombaların etkisiyle arada bir yanı başınızdan akan hırçın bir hava akımıyla yer değiştirmiş. Arap bülbüllerinin çoğu kaçıp gitmiş. İnsanlar tedirgin, insanlar acılı, insanlar kendi topraklarında tutsak. Cenazeler dizilmiş sıram sıram. Çocuklar ağlıyor, yüzleri gözleri barut yanığı… Kadınlar korkmuş ama dirençli, erkekler çaresiz ama umutlu. Yaşlıların gözlerinde eski ve bitmeyen değil, bitirilmeyen bir hikâyenin güngörmüşlüğü. Dudaklarından dökülen ‘bu ilk değil ki’ cümlesi.

Yazının Devamı

Artık bu oyunun tadı kalmadı (!)

Dede usanmıştır artık. Her geçen gün farklı bir anlayışın, farklı seslerin, farklı nazarların üzerine geldiğini hisseder. Uyum sağlamaya çalıştıkça onu devleştiren değerlerden uzaklaştığını, direndikçe de etrafının ondan yüz çevirdiğini, onu eski ve köhne gördüğünü düşünür. Enderûn’un duvarlarında başka sesler çınlamaktadır. Kulaklarının dibinde dans eden notalar ona geçmişe dair hiçbir şey hatırlatmadığı gibi geleceğe dair umut da vermez. Çıldıracak gibidir… Onlara benzemeye kalktıkça kendini tanıyamaz. Sonunda verir kararını, Enderûn ahalisi ile helalleşir, giyer harmanisini ve arkasına son bir kez bakıp çıkar kapıdan. Bir daha da hiç dönmez. Yakalandığı kolera hastalığından kurtulamayarak 29 Kasım 1846’da Mina’da vefat eder. Mekke’deki Hz. Hatice’nin ayak ucuna defnedilir.

Yazının Devamı

Ne güzel bugünkü bayramlar!

Bayramlar hangi toplumda olursa olsun insana mutluluk, sevinç, neşe, bazen de hüzün veren günlerdir. İnanç, gelenek, âdet, töre ve ulusal heyecanlar harman olur bayramlarda. Milli bayramları başka bir gündeme bırakırsak dini bayramlardan biraz bahsetmek istiyorum. Hemen hemen bütün inançlarda bayram bir gerçek. İşte onlardan biri de İslâm inancının Ramazan Bayramıdır. Kutsal Ramazan ayı boyunca tutulan oruçlara son noktanın koyulduğu günlerde yani Ramazan Bayramındayız. Ramazan Bayramı diyorum ama bayramın adının dahi tartışma ve didişme konusu haline gelmesine gülmek mi, ağlamak mı gerekir tam bilemiyorum. Mâdem bayram günündeyiz tebessüm edip geçmek ve bayramın tadını çıkartmak belki de en doğrusudur.

Yazının Devamı

Mademki ben bir insanım!

2010 yılından beri bizde ve dünyada 4 Nisan “Dünya Sokak Hayvanları” günü olarak kutlanıyor. Kutlanıyor kutlanmasına da bizde durum pek de iç açıcı değil. Merkezi ve yerel yönetimler tam anlamıyla tıkanmış durumda. Kısırlaştırmalar yeterli ölçüde olmadığı için sokaklar her yıl artan kedi köpek nüfusu ve getirdiği tehlikelerle dolu. Sürü mantığı ile yaşayan köpekler doğal olarak güvenlik sorunu haline gelebiliyorlar.

Hayvan barınakları temerküz kampı gibi. Birkaç tanesine gittim içler acısı. Kafeslerin arkasında sizi görünce kıyameti koparan yüzlerce hayvan. Kediler kısmen serbest ama asıl acıyı çekenler köpekler. Hangisine gitseniz; personel yetersizliğini, yem sıkıntısını, sahiplenmenin az olduğunu, ekipman yetmediğini görüyorsunuz. Bütün çalışmalar tabii ki insanüstü gayretlerle yürüyor biliyoruz ama yeterli değil. O insanların yükünü hafifletecek ve sivil toplumu işin içine katacak düzenleme ve özendirme politikalarına acil ihtiyaç var. Sivil halk, “sadakacı” anlayışla mama bağışı yapmanın üstüne çıkarılmalıdır.

Yazının Devamı

Türk Macar Kök Birliğinin peşindeki besteci

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, 1923'te imzalanan Türk-Macar Dostluk Anlaşması'nın 100. yıl dönümü olması dolayısıyla 2024'ün Türkiye ve Macaristan'da karşılıklı kültür yılı olarak kutlanacağını açıkladı. Sevindim... Kültürel köklerin ne derece yakın ve iç içe olduğunun bir kez daha aydınlanacağı bir süreç olmasını diliyorum. Umarım sabun köpüğü magazin yaklaşımların değil, akademik, sanatsal ve tarihsel araştırmaların derinleştiği bir süreç olur diye de düşünüyorum.

Tarih içinde kök bağların izlerini kovalarken en çok verinin “Dil” ve “Sanat” yolu ile aktarıldığını görürüz. Dil ve sanat her dönemde değişip dönüşerek yaşayan temel kültür taşıyıcılarıdır. Müzik, dans, halk tiyatrosu, resim, masal, mâni, ninni, lehçe, şîve vs. ise en bilinen alanlardır.

Yazının Devamı

Üretim Devrimi’nin habercisi: Nevrûz

Yüzyıllardır her 21 Mart’ta Orta Asya’dan, Acem illerine, Ortadoğu’dan, Anadolu’ya, Rumeli’den, Balkanlara doğru ılık bir bahar rüzgârı eser. Toprağın canlanıp, doğanın uyandığı, gelecek olan üretim sürecinin bereket umudu ‘Yeni Gün’ muştusu ile çalar kapıları

Yazının Devamı

Ritüellerimizde dahi bağımlıyız

Şimdi diyeceksiniz ki nereden çıktı bu başlık, rüyanda mı gördün? Tabii ki rüyamda görmedim ama sizinle bu konu ile ilgili rüyalarımı değil, yavaş yavaş hayata geçen hayallerimi paylaşacağım. Hepsi hayata geçti mi? Hayır geçmedi yavaş yavaş dedim ya.

Doğum ve ölüm, yaşamımızın en önemli iki gerçeği ve uğramadan geçemeyeceğimiz mâlûm duraklarıdır... Bu iki gerçek arasında ise yüzlerce durak ve ona bağlı yüzlerce ritüel yani geleneksel tören vardır. Tabii bu törenlerin de vazgeçilmezi müzik ve ritmdir. Müziksiz ya da ritmsiz ritüel hemen hemen yok gibidir. Folklorik uygulamalar, geleneksel ve dinsel törenler, bayramlar, evlilik ya da nişan, yaş günleri, askere göndermeler, yas günleri, anma törenleri, vs. Yaşadığımız tüm bu anların bir ritüeli ve her ritüelinde bir ritmi ya da bir melodisi vardır.

Yazının Devamı

Bizim kadınlarımız karanlığı yakar!

Yarın 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”. Emeğin bedel ödediği gün. Peki bu anlamlı gün üzerine sosyal yaşamımızda yaratılan algı ne?

8 Mart, sistemi rahatsız eden iki kelimenin yan yana geldiği bir gün: “emek” ve “kadın”. Ateş ve barut gibi. Allah muhafaza bu iki kelimeyi evcilleştiremezsek ortalığı kasıp kavurur, karanlığı yakarlar. Emek kelimesi, sermaye ve emperyalizmin oldum olası fıtratına aykırı, kadın ise Lilith’ten beri zaten başlı başına bir sorun.

Yazının Devamı

Sn. Cumhurbaşkanı’nın dikkate değer teklifi

22 Şubat günü hepiniz izlemişsinizdir. Sn. Cumhurbaşkanı Denizli’de kendisini kemanıyla selamlayan Ecrin Polatlı'yı Cumhurbaşkanlığı otobüsüne alıyor ve Ecrin’in çaldığı Çanakkale Türküsü ’ne eşlik ediyor. Gergin ve kötü haberlerin içinde ne güzel bir haber... Sn. Erdoğan’ın türküye eşlik ederken çok da rahat olmadığını hissettim ve tekrar tekrar izledim.

Sn. Cumhurbaşkanı Türk Müzik sistemimizde olan koma seslerde ısrar ederken, Ecrin de aldığı eğitim üzre Batıcıl sistemin seslerinde ısrarlı. Haklı çünkü bu eğitimle yetişmiş. Sonuçta iki farklı tonalite buluşunca çakışan sesler kötü bir sonuç doğuruyor ve Sn. Erdoğan fark edip, sona doğru dinlemeyi tercih ediyor. Cumhurbaşkanı’nın çok iyi bir kulağa sahip olduğunu biliyorum yoksa öylesine ustaca ve doğru seslere basarak Kur’an okuması mümkün değil.

Yazının Devamı

Biz Hazırız İşi de Kolay Kılarız (!)

Dünya haritasına dikkatlice baktığınızda ülke sınırlarının çoğunlukla dağ sıraları, nehir, göl ya da denizlerle belirlendiğini görürsünüz. Bunlar belirleyici değilse döşersiniz dikenli teli, bir de nöbetçi kulübesi, göndere de bayrağı çekip gümrüğü koyduğunuzda sınır tamamdır. Durum biraz gerginse mayın dahi döşersiniz hatta duvar yapanları da gördük. Ya da birileri oturur alır eline cetveli Afrika’daki gibi çizer sınırlarınızı. Tüm bu tarif ettiklerimiz dünya haritasına baktığınızda gördüğünüz sonuçtur. Üzerlerine nice bedeller ödenmiş sonuç. Bedel ödenir çünkü sınır namustur, bağımsızlıktır, ülke bütünlüğüdür.

İnsanlığın belki de en insan tarafı, sanatın ve bağlı olarak kültürlerin çizdiği sınırlardır. Hele ki konu müzik olunca sınırlar somut bir karşılıktan ziyade farklı bir anlam yüklenir.

Yazının Devamı

Cem Karaca ile Birkaç Anı...

Çocukluğumun 70’li yıllarında kara plaklarla sesini, siyah beyaz televizyonla yüzünü gördüğüm Cem Karaca. Gökkuşağından kopup, Anadolu kilimi gibi aykırı renklerle hanelerimize akan Cem Karaca. Ülkeyi müziğiyle “bölme” potansiyeli taşıyan Cem Karaca. Kocaman gözlükleri ile hayatı gözleyen, tiyatral anlatımı ile göz kamaştıran, urbaları ile döneminde akıl almaz iddialı Cem Karaca. Şiir yazan, beste yapan, gitar çalan, şarkı söyleyen, hayata ve dünyaya dair sözü olan Cem Karaca. 70’lerin 1 Mayıs’ı, 80’lerin “Parka”sı, tamirhanelerin çırağı, Gülhane Parkı’nın “Ceviz Ağacı” Cem Karaca.Bakırköy’de çoğu kez karşılaşıp selamlaşsak da ilk kez 90’lı yıllarda birbirimize dokunduk ve bundan çok keyif aldık. Cumhuriyet Gazetesi’ne bağlı Radyo Cumhuriyet yıllarım. Çocukluk ve gençlik yıllarımın idolü Cem Karaca konuğum olmuştu. Önceleri programıma katılmakta çekinikti, sonunda kabul etti. Haklıydı çekinmekte çünkü “First Lady”nin elini öpmüş, sola uzak iklimlere yakınlaşmış, iç dünyasına çekilmeye başlamıştı. Didik didik ediyorlardı. Bakırköy’de üç sokak aşağıda komşumdu, randevu aldım ve dikildim kapıya, elimde bir demet çiçek. Tebessüm ve heyecanla karşıladı beni. Loş bir salon, duvarlar tıklım tıklım resim, şiir, fotoğraf, anılar, anılar... Toto teyze muzip muzip gülümsüyor, Mehmet Karaca geleneksel aile yapımızdaki “baba” rolü ile, yumuşacık ama dirâyetli bir ifade ile fotoğraflardaki yerlerini almış bile. Masanın üzerinde bir gitar, köşede kocaman bir berjer koltuk, üzerinde şarâbi renkte bir örtü.

Yazının Devamı

Adımı vermezseniz memnun olurum!

Geçen hafta yerel ya da merkezi idareler ile sanat ve sanatçı ilişkilerine dair bir yazı yazmış, devam edeceğini de not düşmüştük. Hafta içinde gelen mesajın, telefonun inanın haddi hesabı yok. Üzücü olan şu ki “telefonlar ve mesajlar “Ekrem Bey adımı vermezseniz memnun olurum!” cümleleri ile başlıyordu. Ne kadar üzücü değil mi? Ne kadar can yakıcı... Aslında bütün yazdıklarımın özeti bu kısacık cümlede “adımı vermezseniz memnun olurum!”

Yazının Devamı

Belediye sanatçı ilişkisi ters yüz oldu

Yerel seçimlere yaklaşırken ortalık toz dumana karıştı... Tam bir kıyım-kıyam pazarı... Bir yanda parmak sallayanlar, parmak kıranlar, kapılara yatanlar, kapı dışarı edilenler sürekli bağrışıyorlar. Diğer yanda sistem siyasetinin köle tüccarları, boyunlarından zincirli kölelerle ağır ağır pazara çıkıyorlar. Bir tarafta pazarın küskünleri, üzgünleri, kırgınları, dargınları, ağlayan çocuk posteri gibi. Diğer tarafta pazarın sevindirik yeni yüzleri, elma şekeri bulmuş çocuk kıvamında. Ortalık fotoğraf, afiş, reklam panosundan geçilmiyor... Kiminde sünnet çocuğu gibi giyinmiş er kişiler, kiminde Aşk-ı Memnu’daki Peyker kıvamında hatuncuklar. Son Türk Büyükleri! gelecek vâd ediyor, baktıkça içim açılıyor. Tabii bunlar seçildiğinde hızlarını alamayıp aynı fotoğrafları “Şehrimize Hoş geldiniz” diye şehir ya da ilçelerin girişine falan da asıyorlar bilirsiniz. Hele bir de afişlerde yanlarına; çocuk, evcil, yaşlı ya da engelli de koydunuz mu kesin seçim sizin demektir. Afişlerde kadın mutlaka olmalı. Duruma göre bir tanesi kesin tesettürlü ya da kesin açık olacak, neme lâzım(!)

Ne kadar sıcak ne kadar bizden değil mi? Tümüne cân-ı gönülden başarılar diliyorum. Peki hepsi mi böyle? Tabii ki değil. Hengâmenin dışındakileri görebilmek için önce dayatmacı ve kitleleri seçeneksizleştiren, köşeye sıkıştıran, aldatmacı, köşe dönmeci sistemin dışından bakmak gerekiyor. Bu ülkenin nice cevherleri, kahramanları var ama önce sahnedeki rakkasları indirmek gerekiyor.

Yazının Devamı