27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Harem’e giren terlerken...

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Neresinden bakılırsa bakılsın bir “erkek fantezisi” ve “kadın kâbusu” olduğu net biçimde görülebilecek, çoktan yok olup gitmiş, tarihin çöplüğüne gömülmüş bir kuruma ilişkin, “Harem bir okuldur, genç kızların hayata hazırlandıkları bir eğitim yuvasıdır” yaklaşımının ilk kez Emine Erdoğan tarafından dile getirildiğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Harem’in “okul” olduğu tezi kuşkusuz ki “first lady”den çok önce ortaya atılmış durumda. Üç beş dakikalık internet gezintisi, haremin “şık bir köle pazarı” mı, yoksa “bitirmesi zor bir okul” mu olduğu şeklindeki soruları ortaya atan aydınlarımızla, tarihçilerimizle, hatta feministlerimizle tanışmanızı sağlayacaktır. Hareme giren kızların okuma yazma öğrendikleri, görgü ve bilgi eğitimlerinin yanı sıra konuşma, incelik, giyim kuşam, şarkı ve oyun becerileri kazandıkları, dolayısıyla “özgürleştikleri” iddiası, kesinlikle Yeni Osmanlıcılıkla sınırlı değildir. Gericiliğin, türlü türlü, değişik biçimleri vardır.
Ferzan Özpetek’in 1999’da çektiği “Harem Suare” filmi örneğin... II. Abdülhamit döneminde Harem’in gözdesi İtalyan kökenli genç kız Safiye ile bir haremağasının ittifak halinde güçlenmeye çalışmalarını öyküleyen filmde, çok ilginçtir, en ağır eleştiri Jöntürklere yönelir. Abdülhamit istibdadına ve ortalıkta dönen her türlü entrikaya rağmen Harem alabildiğine estetize edilmiş biçimde sunulur Özpetek tarafından... Sanki bir “kadın dayanışma derneği” vardır karşımızda... Fakat, “rüya” uzun sürmez. Abdülhamit tahttan indirilip hürriyet ilan edilince Saray’a gelen genç subay, Harem’deki kadınlara da artık özgür olduklarını söyler. Heyhat... Bu beklenmedik gelişme, yani devrim, Harem’deki dirliği düzeni bozmuş, kadınları sokağa atmıştır. Hürriyet getirdiğini söyleyen o subay, aslında kadınları sokağa, belirsizliğe, kötü yola düşüren birisi olarak çizilir “Harem Suare”de. “Okul” kapatılmış, “eğitim” sona ermiş, “masal” noktalanmış, o tatlı “rüya” kâbusa dönüşmüştür... Ve Ferzan Özpetek ciddi ciddi hüzün duyar bu durumdan. Harem’in kapısına dayanan genç devrimci subay ve onun gibiler, tarihimizdeki kötü adamlardır!
Halit Refiğ’in, Kemal Tahir’le birlikte yazdığı senaryodan hareketle yönettiği 1965 yapımı “Haremde Dört Kadın” ise Özpetek’in filminden yıllar önce nesnel bir yaklaşım sergilemiştir harem konusunda. Olaylar saraydaki haremde değil, göğsü madalyalarla dolu, kese kese altın karşılığında İngiliz taleplerini padişaha kabul ettirmeyi görev sayan Sadık Paşa’nın konağında geçse de sağlam bir dönem ve harem eleştirisi içerir film. Rüşvetin, ahlaki yozlaşmanın alıp başını yürüdüğü bir çöküş dönemi söz konusudur. Paşa, bir yandan padişahı Almanların yanına çekmek isteyen rakipleriyle mücadele ederken bir yandan da haremindeki üç kadına rağmen çocuk sahibi olamamanın derdi içindedir. Son çaresi, kendisine bir erkek evlat “peydahlayacak” dördüncü kadını almaktır... Eşlerinden ikisi arasında lezbiyen aşk yaşanırken, üçüncüsü Paşa’nın Jöntürk yeğenine âşıktır. Yeni eşin de katılmasıyla olaylar, “Harem Suare”dekinden çok daha farklı bir finale doğru gelişir tabii ki.

ABDÜLHAMİT SEVİŞİRKEN...
Son olarak bir filmden, 1990’da Türkiye’de ancak sansürlenerek gösterilebilen ve geniş tartışmalara yol açan, Batı’nın Doğu’ya oryantalist bakışının su katılmamış örneği, Fransa-İsviçre ortak yapımı “Gözde”den de (The Favorite) söz edeyim. Anımsayanlar olabilir, Abdülhamit’i ünlü ABD’li aktör F. Murray Abraham’ın canlandırdığı filmde Faruk Peker de Yeniçeri rolündeydi...
Peki filmin Türkiye’de sansürlenme gerekçesi neydi... Abdülhamit, haremindeki genç gözdesiyle sevişirken belirgin biçimde terliyor ve bu durum koca cihan padişahına hiç yakışmıyordu! Şaka gibi ama sansürcülerimizin ve muhafazakârlarımızın affedemediği şey buydu.
Son noktayı, Türkçe argodan hareketle koyacak olursam; genelevler ne kadar “mektep”se, Harem de o kadar “okul”dur.