05 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dede Korkut hikayeleri

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Ot kökünün üstünde biter demişler… Edebiyatın, yani öykünün, romanın, şiirin de uzun bir geçmişi, beslendiği kaynakları var. Bugün de okunabilecek en eski yapıtları düşündüğümde en başta Dede Korkut Hikâyeleri’ni anımsarım. Kısaca böyle anılan öykülerin aslında özgün adı epeyce uzundur. Biri Dresten’de, diğeri Vatikan’da olmak üzere iki nüshası bulunmaktadır. Dede Korkut Kitabı ile ilgili yayınların kimi bilimsel amaçlıdır, kimi de bu öyküleri geniş kitlelere okutmayı, sevdirmeyi amaçlar. Benim elimdeki Adnan Binyazar’ın yayınladığı (Milliyet Y.) nüsha. Öykülerin 14-15. yüzyılda yazıya geçirildiği sanılıyor. Dede Korkut yazar mıdır, anlatıcı mıdır, bilemiyoruz. Kitapta on iki öykü yer alıyor.

Fuat Köprülü, bu öyküleri, “Türk edebiyatı bir yana, Dede Korkut Hikâyeleri bir yana” diyecek kadar yüceltir. Orhan Şaik Gökyay, “Türk insanın kanı gibi sıcak” bulur.

Öykülerde, olağanüstü, destansı olayların yanı sıra, yoksunluğuyla, çaresizliğiyle, sevgi ve sevgisizliğiyle, vefa ve vefasızlığıyla gerçek insanı buluruz. İnsanoğlunun tertemiz, pırıl pırıl yanını da, şeytandan geri kalmayan kötülüklerini de görürüz. Öykülerin halk diline dayalı canlı, eşsiz anlatımı güçlü gözlemlerle desteklenir. Örneğin, kadınlarla ilgili gözlemler çok hoş karikatürize edilir. Dede Korkut öykülerindeki mizah zevki, abartma sanatı günümüzün usta mizahçılarıyla yarışacak güçtedir. Yer yer şiirler girer araya, öykülerin bütününe egemen olan şiirsel dil, kimi yerlerde gerçek bir şiire dönüşür. Dirse Han’ın karısına seslendiği şu dizelere bakalım:

Kurulu yaya benzer çatma kaşlım/ Çift badem sığmayan dar ağızlım/ Güz elmasına benzer al yanaklım/ Kadınım, direğim, döleğim…

“Dölek” sözcüğü Anadolu’da çok yaygındır; doğru, düzgün, yerinde duran, sağa sola sapmayan anlamında kullanılır. İyi bildiğim bu sözcüğün hiç bu denli güzel kullanıldığını görmedim. Döleğim, “huzur verenim, güven verenim” demektir burada.

Dirse Han’ın “döleğim” dediği güzel karısıyla önemli bir sorunu vardır. Çocukları olmamaktadır. Dirse Han oğlu kızı olmadığı için konuk gittiği yerde kara otağa alınarak aşağılanmıştır. Bunun acısıyla karısına seslenir; “Senden midir, benden midir?” diye, kusurun kimden olduğunu sorar. Böyle durumlarda bu gün bile kadın suçlanırken, yıllar öncesinde bir erkek eksikliğin iki tarafta da olabileceğini düşünür.

Öykülerde dört kadın tipi, günümüz mizahçılarının bile ulaşamadığı gözlem gücüyle karikatür gibi çizilir: Birisi solduran soydur. Birisi dolduran toydur. Birisi evin dayağıdır. Birisi denildiğinden de bayağıdır.

Dirse Han’ın Hatunu, oğlunu göremeyince, söylediği deyiş günümüz trajedilerinde az rastlanacak türdendir. Kadın oğlunu babasının, yani çok sevdiği kocasının vurduğunu bilmiyor, aklına bile gelmiyor.

Öykülerde gerçekler kadar düşler de güzel anlatılır.

Müthiş bir abartma sanatı, bilgece yorumlar, şiir gibi giden, şiirlerle bezeli bir anlatım… Sürüsünü düşmana vermek istemeyen bir çobanın özgüveni ne güzel anlatılır. Karşı tarafın gücüne aldırmadan, “İtim ile bir yalakta bulaşık suyumu içen azgın kâfir!” diye karşı koyup direnir. Karacık Çoban’ın, sürüsünü korumak için kocaman dana derisinden sapanıyla verdiği savaş adeta bir çizgi film tadındadır.

“Çoban sapanının ayasına taş koydu, attı. Birini atınca ikisini üçünü yıktı; ikisini atınca üçünü dördünü yıktı. Kâfirlerin gözüne korku düştü. Karacık Çoban kâfirin üç yüzünü sapan taşıyla yere serdi. İki kardeşi okla vuruldu, şehit düştü. Çobanın taşı tükendi, koyun demez, keçi demez sapanın ayasına koyar atar, kâfiri yere serer. ” (s. 119)

Salur Kazan, sürülerini alıp götüren düşmanla savaşmak için giderken, ille de kendisiyle gelmek isteyen çobanını engellemek için bir ağaca bağlar. Karacık Çoban ağasının yanında savaşmak istemektedir. Ağasının bağladığı ağacı söker, sırtına yükleyip yürür. Salur Kazan’a yemek pişireceğini söyler sırtındaki ağaçla. Dana derisinden kocaman sapanla giriştiği savaşı eğlenceli bir iş gibi görür. Tıpkı Vatan yahut Silistre’deki Abdullah Çavuş, Yorgun Savaşçı’daki Kör Şaban gibi, savaşı eğlence gibi gören bir savaşçı…

Kahramanlar bazen büyük trajedilerdeki gibi zor iki seçimle karşı karşıya gelirler.