15 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Eee Azizim?.. - 2

Çetin Susan

Çetin Susan

Eski Yazar

A+ A-

Bu yazının ilk bölümünde, Fenerbahçe’nin bu sezonki “görece” başarısızlığını, zincirin son halkası olan teknik direktör İsmail Kartal üzerinden irdelemiştim. Görece çünkü ligi 2. bitirmek, bir takım açısından başarısızlık anlamı taşımasa da, nesnel ve öznel koşullar şampiyonluğu adeta “kaçınılmaz” kılarken, göz göre göre yapılan hatalarla ikincilikte kalmak, başarısızlığın daniskasıdır.

Hocalarının son Başakşehir maçı sonrasında gevelediği mazeretlerin, arkasına sığınamaz hiçbir Fenerbahçe yetkilisi. Özellikle de, şampiyonluk kaçtıktan sonra gündemi taşımak çabasıyla, yine ucundan kıyısından 3 Temmuz’dan dem vurmaya başlayan Başkan Yıldırım.

Ne üzerinden 4 yıl geçmiş 3 Temmuz süreci, ne lise arazisi meselesinde iyice su yüzüne çıkan AKP kösteği, ne de Trabzon’da otobüse / Ankara’da temsilciliğe / feribotta Emre’ye yapılan saldırılar bugünkü tablonun gerekçesi olamaz. Evet, bunların her biri ciddi travmalardır. Fakat ipi çeken el, kulübün dışında değil içindedir. Başka açıdan bakarsak; geçen yıl, önceki yıl, daha önceki yıl sahadaki Fenerbahçe’ye vız gelirdi bu darbeler.

Fenerbahçe futbol takımında, bu yılki hiyerarşiyi şöyle özetlemek mümkün: Monarşik kafalı bir başkan, her açıdan kifayetsiz bir hoca, kırbaç şaklamadan kımıldamayan ve yukarıyı parmağında oynatan futbolcu topluluğu...

Utanmalıdır; hem megalomaninin pençesindeki Yıldırım, hem etrafındaki şakşakçıları. Şampiyon olamadıkları için değil, 108 yıllık kulübü oyuncağa çevirdikleri için...

Suçu şudur, iki cümleyle başkanın: 1) Meslekî becerisini şampiyonlukla kanıtlamış bir hocayı, takımdaki kimi “kaşarların” da dolduruşuyla ve rezil yöntemlerle (buna gelecek yazıda değineceğim) kulüpten göndermek. 2) Takımın rahatlıkla şampiyon olabilecek potansiyelini, garip bir hoca seçimiyle “başkan egosu”na kurban etmek.

Kazanırsa, kendi egosundan başka kazananın olmayacağı; kaybederse, milyonların lanetini çekeceği anlamsız, akılsız bir kumarı oynamakta ısrar ederek, en büyük rakibinin göğsüne 4. yıldızı elleriyle taktı Aziz Yıldırım!

Ünal Aysal-Prandelli ikilisinin elinde inim inim inleyen Galatasaray’a şampiyonluğu kaptırmak için, Prandelli’den daha kötü bir hoca bulmak bile yetmezdi. Netice gösterdi ki, Aziz Yıldırım imkânsızı başardı. Galatasaraylılar şampiyonluk kutlamalarına davet edip, başköşede ağırlasalar yeridir Fenerbahçe başkanını.

Sarı-lacivertliler sadece şampiyonluğu yitirmedi, onlar açısından işin vahim bir yanı daha var: Rakibinin kasasına bıraktığı on milyonlarca avroluk Şampiyonlar Ligi geliriyle birlikte, şampiyonluğun Galatasaray’a sağlayacağı ivme! Bunlara, kendisinin içinde bulunduğu yıpranmışlık ve çöküntü eklendiğinde, seneye de işi zor Fenerbahçe’nin. Bir değil, birkaç adım geriden başlayacak yeni sezona. Tüm bunlar, majestelerinin keyfi uğruna yaşandı ve yaşanacak.

Bugünkü Fenerbahçe Genel Kurulu sigaya çekmelidir başkanı, sıcağı sıcağına... Öyle hep yaptığı gibi, üst perdeden konuşmasına izin vermeden... “Babanın malı değil burası, haddini aşma!” diyecek birileri mutlaka vardır, olmalıdır 108 yılın sorumluluğunu taşıyan o heyette.

“Fenerbahçe”, kulübün kaderini belirleyen bir avuç kongre üyesinden ibaret değildir elbette. Esas gücü, dünyaya yayılmış milyonlarca taraftarıdır ki, burada ifade edilenler de onların duyguları, düşünceleri, tepkileridir.

Şimdi zamanıdır; bunu bile yapamıyorsa, neye yarar o delegasyon? Bugünkü hüsranın aslî sorumlusu da, başkana, ne yaparsa yapsın “Sensin!” diye tapınan aynı delegasyondur. Siyasi partilerdeki gibi, kendi içlerinden seçip çıkarttıkları birisinin esiri, oyuncağı olmak hiç mi rahatsız etmez insanları?

Parti demişken, memleketin önceki başbakanı ile kulübün başkanı arasındaki kişilik ve tarz-ı siyaset / tarz-ı riyaset benzerliği dikkatinizi çekiyor mu bilmem? Onu buraya, bunu oraya koysanız, ne kendileri yadırgar yeni konumlarını ne bizler yadırgarız. Daha vahimi ne olabilir Fenerbahçe gibi bir camia için?

Yıldırım hâlâ, 2 gün önceki basın toplantısında bile, bir yandan yolun sonuna geldiğinin ayırdında olan söylemlerde bulunurken, diğer yandan “Burada karar aldıracağım!” diyor, hisse satışı yapılamayacağına dair... İfadeye bakar mısınız, “Karar aldıracağım!” İnsan aile meclisinden bile böyle bahsedemez, o kadar avucunda yani kongre, üyelerin iradesi... Ayıptır yahu!..

Bizim gibi şarkî yanı ağır basanların yaşadığı coğrafyalarda, bir yere baş olup, orada kök salan insanların, zamanla en büyük düşmanı haline dönüşüyor egoları... İster memleketi yönetsin, ister sendikayı, ister apartmanı... Megalomani, çokbilmişlik, ukalalık el ele verip esir alıyorlar benliği. Yakın çevrelerinde konuşlanmış sülükler de, bile bile körüklüyor bu süreci.

Aziz Yıldırım, Cemaat kumpası sürecinde, bizlerden alkış alan tavrı da dahil, bütün popülaritesini Fenerbahçe’ye borçlu olduğunu görmezden gelebilir. Lâkin 1997’de “Aziz Yıldırım” denildiğinde, hatta fotoğrafı gösterildiğinde kim tanıyordu kendisini söyler misiniz?

Bugünse, tehlikeli bir adanmışlık hâli seziliyor başkanda. Fenerbahçe uğruna, çocuklarıyla olan ilişkisini bile ıskaladığını söyleyen birisinin aidiyeti, “tehlike” arz eder benim gözümde. Böylelerini, bırakın yanlıştan döndürmeyi, yanlışına ikna etmek bile neredeyse imkânsızdır.