05 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ekmek Kavgamız

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Onu gözden kaçırmayacağını umduğum eleştirmenlerin, edebiyat tarihçilerinin bile yazık ki ilgisini çekmemiş, edebiyatta hak ettiği yeri bulamamış bir yazar Reşat Enis.

Bir dönemde verimli, üretken olmuş bir yazar. İlk yapıtı Kılıcımı Sürüyorum’u 1930 yılında yayımlamış, 1957 yılında basılan Despot adlı romanına değin ara vermeden üretmeyi sürdürmüş. Ancak ölümüne değin (1984) uzun da süren bir sessizlik dönemi olmuş.

Gazetecilik mesleğinin, özellikle röportaj yazarlığının getirdiği olanaklarla her kesimden insanı tanımış, roman ve öykülerinde yoksul ve ezilmiş kesimi anlatmıştır. Fabrikaların yoksul emekçilerini edebiyata ilkin o getirdi. Deniz insanlarını Sait Faik, Halikarnas Balıkçısı’yla aynı yıllarda anlattı. Çukurova’nın pamuk tarlaları, pamuk işçileri, zor çalışma koşullarında sömürülen ırgatlar, acımasız ağalar, Yaşar Kemal’den, Orhan Kemal’den önce Reşat Enis’in romanlarıyla girdi edebiyatımıza. Toprak Kokusu (1944) romanı Çukurova’yı yazan Orhan Kemal’in habercisi gibidir.

Sarı İt, Afrodit Buhurdanında Bir Kadın onun severek okuduğum romanlarından...

Reşat Enis’in hangi romanını açsanız fabrikalar ve “eşşekler gibi çalışan” işçiler çıkar karşınıza; hele kadın işçilerin, çocuk işçilerin durumu içler acısıdır. Yazık ki düzen kadın işçilerden yalnız emeğini değil, etini de ister. Onların karşılarına çıkan insanların biri iyiyse, beşi kötüdür; bu durum yazarın nerdeyse bütün romanlarında göze çarpar. İşçi kadınlar okuma yazma bilmezler.

Gelelim Ekmek Kavgamız’a…

Kudret, gemisinin uğradığı kazadan sonra kaptanlık diploması elinden alınınca karısı ve üvey kızıyla birlikte Haseki’de küçük, tahta bir eve yerleşmiştir. Emekli, memur, yoksul ve dulların, az kazançlı işçilerin oturduğu mahallenin bir pazar gününü ne güzel anlatır Reşat Enis. Bu semtlerde evin erkeği evinin ustasıdır da aynı zamanda. Pazar günleri patırtı kütürtü, alet edevat sesleri artar. Kimi çatıya çıkar dama yama vurur, kimi yosun tutmuş kiremitlerini aktarır, kimi bozuk arabasını tamire çalışır. Bize yabancı gelmez bu insanlar, hepsine de ısınıveririz.

Eski kaptan Kudret, kaptanlık yetkisi elinden alınınca, bir süre balıkçı teknelerinde kendine iş bulur. Dalgalarla, yağmurla, rüzgârla boğuşur ekmek parası için. Zordur balıkçılık, ama gene balıkçıların deyişiyle “balık pulu yapışmıştır kıçlarına”, kendilerini tuz ve iyot kokan denizlerden alamazlar. Fırtınalarla boğuşan bu insanları, evlerinde kaygıyla bekleyen anaların, eşlerin de işi zordur.

Ekmek Kavgamız’da balıkların öyküsüyle balıkçıların öyküsü birbirine karışır. İnsanlar gibi balıkların da öyküsü, huyu, mizacı vardır. Canavar kesilir bazıları… Sait Faik’ten de bildiğimiz bu balıkları, ona yakın yıllarda Reşat Enis de anlatmıştır. Deniz emekçilerinin, dalgalarla, fırtınalarla, deniz kazalarıyla bazen ölüm kalım savaşına dönen ekmek kavgasını Reşat Enis, Halikarnas Balıkçısı’yla aynı yıllarda yazdı. Yalnız çarpışan tekneler değil, savaş koşullarında serseri mayınlar da kazalara neden olur, beklenmeyen bir anda denizin ortası can pazarına döner. Boğaz, Eylül romanındaki gibi gene güzeldir ama, savaş yıllarında içinde serseri mayınlar dolaşmaktadır.

Ekmek Kavgamız’da kadavralar üzerinde eğitim gören tıp öğrencilerini de uzun uzun, güzel anlatır Reşat Enis.

Verem hastalığı amansız bir salgındır o yıllarda. Deliklerine kâğıt yapıştırılmış yoksul evlerinde, ekmeğin karneyle alındığı savaş yıllarında vereme yakalanıp kan kusanların, kanında boğulanların, göğsünü kaybedenlerin, sevdiklerine sarılıp öpemeyenlerin, karnını doyurmak için ilacını satanların iç sızlatan öyküleri art arda sıralanır. İnsanın içini sızlatan, yüreğini burkan keskin gözlemlere yer yer acı bir mizah da eşlik eder.

Verem hastaları genellikle hastalıklarını toplumdan gizlemeye çalışırlar.

Nail Efendi de hastalığını sır gibi saklayanlardandır, ancak karısı anlayınca hiç acımadan bırakıp gider kocasını. Gene veremli bir kız Şefika’nın da romandaki kısa öyküsünü unutamıyoruz; sıra beklediği hastaneden gelecek yazıyı, sevgiliden mektup bekler gibi bekler. Hastanede kullanacağı eşyası onun çeyizi gibidir, bir köşede hazır durur.

Bir yazarı sevmişsem, öncelikle onun dilinde farklı bir şeyler bulmuşumdur. Halk dilinin, konuşma dilinin sıcaklığını, canlılığını edebiyat diline ustalıkla aktaranlardan biri de Reşat Enis’tir.

Kitap önerisi: Mehmet Ruhi Köse, İntihar, Anı Yayıncılık, Ankara 2016.