05 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kurtuluş yalanı

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

A+ A-

Kapitalizmin sürekli teknolojik yenilenme ilkesiyle oligarşinin ihtiyaç ve beklentilerini insanlığın gelecek tasarımı olarak sunma ve benimsetme, gerekirse dayatma programı günümüz bilimsel çalışma ve girişimlerini yönlendiriyor. Bilim adamlarının kafalarını biçimleyen temel doğrultunun da bu olduğu, başka hiçbir gerekçe aratmayacak kadar apaçık ortada... Günümüzde Pavlov, Darwin, Freud ya da Einstein’ın kendi amaç ve arayışları yönünde yani sermayenin yörüngesine girmeksizin, 20. yy başlarındaki özgür çalışma ve deney ortamı kalmadı –ne de böyle bir şansı var. Sermaye; hem ihtiyacı belirliyor, hem ona uygun yenilenmeyi hem de yaşama geçirme kurallarını...

GERÇEĞİN AYDINLIĞI NERDE

Her ne kadar bir tekerleme olarak bile kimse pek hatırlamak istemiyorsa da, “Hayatta en hakikî mürşit ilimdir” sözü nicedir asıl özünden koparıldı; amacı sevimli kılan, göstermelik araca döndü. Dahası karşındakini susturma, ötekine baskı uygulama aracı oldu. En yetkili ağızlarca, ulema kisvesiyle hurafenin gölgesinde bırakılması da cabası... Felsefe zaten tıpkı Ortaçağ’daki gibi boş, üstelik ayartıcı bir çaba... Hem de gelişme ve ilerlemenin nasıl düşmanı... Sanat mı? O debelenip dursun çukurlarda.

Althusser, bilim adamlarının kendiliğinden materyalizminin her zaman savrulmaya, dahası kullanılmaya müsait olduğunu söyleyedurmuştu. Lenin; Platon’dan beri unutulmuş olan gerçeği, politikaya soğuk felsefenin savunmasız kalarak baskılar karşısında özgürlüğünü yitireceği olgusunu çağının düşünürleriyle tartışarak sergilemiş, devrimci teori olmadan pratik olamayacağını vurgulamıştı. Marx, ideolojinin bulandırdığı gerçekliği sürekli yeniden yorumlayıp sınayarak dönüştürme zorunluğunu koymuştu felsefenin önüne. Brecht, kapitalizmin insanda yarattığı ruhsal çöküntü ve yoksulluğu onda değişim isteği uyandırmaksızın yalnızca sergilemekle gerçekçi olunamayacağını az mı vurguladı?

TERÖR BAHANESİ YETMEYİNCE

Sosyalist ülkelerde ne zaman ki özel mülkiyete dair istisnalar genelleşmeye yüz tutuyor, hiçbir yırtık dikiş tutmaz oluyor; ayrıksı yönelimler toplumsal yarılmayla sonuçlanıyor. Kuralı bozmayan istisnalar küreselleşme ve postmodernizm sonrasında mafyokrasiyle birlikte egemenlik ilkesi halini almaya yüz tutunca, sistemin iki karşıt unsuru arasındaki çelişki de aşınıp körelmeyi, ardı sıra körleşmeyi genel yapısal duruma dönüştürdü; demokrasi hukukunun ve özgürlüklerin askıya alınması düzenin asıl çerçevesini oluşturdu. İtalyan düşünürü Agamben’in bu olguyu toplumsal ve siyasal bağlamda ele alışı olağan karşılanırken, bu yaklaşımı Kovit19 gerçeğine yansıtmaya kalkışması, hayranlarınca bile “budalalık” olarak nitelendirildi. Şöyle demişti:

“Terörizmin istisnai önlemler almaya bahane olarak kullanılma ihtimali tüketildiğinde, bir salgın icat etmenin her türlü kısıtlamanın ötesinde böylesi önlemleri genişletmeye ideal bir bahane olduğu pekalâ söylenebilir.”

ADINI SİZ KOYUN

Adını mafyokrasi olarak koymasa da, Agamben, demokrasiden vazgeçme ihtiyacıyla Kovit19 adlı bir küresel salgın icadı yaratıldığını öne sürdü: “... salgın, son yıllarda tek tek şahısların bilincine yayılan ve kolektif panik hallerine dönük gerçek bir gereksinime dönüşen korku haline de ideal bir bahane sunar. Bu yüzden, sapkın bir kısır döngü halinde, –kendi yarattıkları güvenlik arzusunu tatmin etmek için şimdi duruma müdahale eden– hükümetlerin dayattığı özgürlükleri kısıtlayan uygulamalar yine aynı hükümetler tarafından yaratılmış olan güvenlik arzusu namına kabul ediliyor.”

Görüşleriyle, başta Zizek ve Jean-Luc Nancy olmak üzere birçok düşünürü şaşkına çeviren Agamben, saygınlığını büyük ölçüde yitirmesine yol açan, hakarete varan ağır eleştiriler sonrasında geri çekilmek zorunda kaldıysa da, olaylar gelişip küresel oligarşinin Great Reset niyetleri açığa çıkmaya başlayınca eleştiriler azalırken deyim yerindeyse söz sırası kendisine geldi.

YEŞİL GEÇİŞ YALANI

Aşısız yurttaşların günlük yaşamda pek çok hak ve özgürlükten yoksun bırakılmasının hükümetçe gündeme getirilmesi üzerine, düşünür, Anayasa Komisyonu'nun huzuruna çıktı: “... dayatmaya çalıştıkları bu büyük dönüşümün tanımlayıcı özelliği, onu biçimsel olarak mümkün kılan mekanizmanın yeni bir kanunlar bütünü değil, bir istisna hali, başka bir deyişle, bir onaylama değil, askıya alma hali olmasıdır. ... Yeşil Geçiş'in kendi içinde tıbbi bir önemi olmadığı, ancak insanları aşı için zorlamaya hizmet ettiği bilim adamları ve doktorlar tarafından söylendi. Bunun yerine bence tam tersini söylemeliyiz: aşı, insanları Yeşil Geçiş'e zorlamanın bir yolu. Yani, bireylerin izlenmesine ve izlenmesine izin veren bir cihaz, benzeri görülmemiş bir önlem.”

Konuşmasını, “Bill Gates, Dünya Ekonomik Forumu ve Rockefeller Vakfı gibi uluslar üstü güçleri hedef alarak” bitiren Agamben, uyarılarını şöyle sürdürdü: "Bu perspektifte, parlamenterler için, uzun vadede parlamentonun yetkilerini boşaltmaya, onu basitçe onaylamaya indirgemeye mahkûm olan siyasi dönüşümü düşünmeleri her zamankinden daha acil... Biyo-güvenliğin adı, parlamento ile çok az ilgisi olan kuruluşlardan ve insanlardan çıkan kararnameler... Denebilir ki insan artık hiçbir şeye inanmıyor –her ne pahasına olursa olsun kurtarılması gereken çıplak biyolojik varoluştan başka.”

Gerçek şu ki, küresel oligarşinin kurtuluş yalanı, insanı içgüdüsel varlığa geri tıkmaktan başka bir anlam taşımıyor ve bu uğurda sürekli yeni yalan gerekçeleri bulunarak yeni Kovit19 yalanları üretiliyor.