15 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Milli tarım seferberliği

Erkan Rehber

Erkan Rehber

Eski Yazar

A+ A-

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanımız, 2017 yılından itibaren tarımda sistem değişikliğine gidileceğini açıklamıştır. Basında yer aldığı şekliyle, bu hareketin ismi Milli Tarım veya Kendi Kendine Yeten Hayvancılık ve Tarımdır. Kimsenin iyi niyetinden kuşkumuz yok, ancak her iki başlığında çok iddialı olduğu ve yapılacakları yansıtmadığı da bir gerçektir. Aslında, temel politikalarda bir değişim yok gibi gözüküyor.

Gerçekte Türkiye tarımında bir milli politika anlayış ve uygulamasına geçilmesinin gereği açıktır. Ancak bunun gerektirdiği ortam var mıdır? Bunu yapacak bir politik anlayış söz konusu mudur? Maalesef bu soruların yanıtları olumlu değildir. Bu konuları defalarca ele alan yazılar yazdık, farklı toplantılarda gündeme getirdik. Bu etkinlikler kişisel değildir. Tarım konusunda, nelerin yanlış yapıldığı veya nelerin yapılmadığı konusu yıllarca milli uzmanlar tarafından dile getirilmiştir.

Ancak, toprak reformunun yapılmasını engelleyen, köy enstitülerini kapattıran anlayış, 1950’den beri her alanda olduğu gibi, tarım alanında da milli politikaların oluşturulmasını ve uygulanmasını engellemiştir.

ALT YAPI YOK EDİLDİ

Özellikle 1980 sonrası, yeniden yapılandırma ve özelleştirme uygulamaları ile yetersiz de olsa milli politikaları yerine getiren tarımsal alt yapı yok edilmiştir. Örneğin 1925 yılında millileştirilen Cumhuriyetin tekel idaresi nerede? Kasaba ve köy yollarında yabancı tütün tekellerinin lüks arabaları dolaşmıyor mu? Bu tekeller, Türk çiftçisinin emeğiyle, sigara içerek kendini zehirleyen vatandaşların ödediği yüksek vergilerle, kendi reklamlarını yapıp dışarı kaynak aktarmıyorlar mı? Başka önemli bir örneği de şeker sanayinde görüyoruz. 1923’lerde temelleri atılan Milli Şeker Sanayi nerede? Özelleştirmelerle, şeker pancarı tarımına dayanan sanayinin zayıflatılması ile nişasta kaynaklı şekerin Türkiye tüketimine sunulmasının yarattığı sağlık sorunları bir yana, bu hareketin söz konusu projenin hedefleri içinde yer alan hayvancılığa yaptığı olumsuz etkiler biliniyor mu? Bu listeyi uzatabiliriz. Daha önce defalarca dile getirildiği için tekrara kaçmayalım. Özetle Türkiye’de Cumhuriyet döneminde büyük bir isabetle başlatılan ve oluşturulan tarımsal alt yapı iyileştirilip geliştirileceği yerde, milli olmayan politikalarla hükümetler eliyle yok edilmiştir.

YENİ BİR ŞEY YOK AMA

Sözün kısası bu projede de yeni bir şey yok. Yapısal bir değişim söz konusu değil. Söz konusu edilen havza bazında ürün destekleme ve milli damızlık yetiştirilmesi projeleri de oldukça eski. Dış patentli, doğrudan gelir desteğinin başarısızlığı üzerine ortaya atılan, havza bazında ürün destekleme projesinin hazırlanması 2009 yılında tamamlanmış ve kısmen de uygulanmaya başlanmıştır. Bu uygulama çiftçiye yapılacak ürün destek ödenmesinde bir isim değişikliği olup, beklendiği gibi tarımsal bir yapı değişikliği yaratmayacaktır.

Damızlık hayvan yetiştirme konusu da farklı değildir. Hayvancılıkla ilgili de yıllardır çok sayıda proje yapılmıştır. Varlığı günümüze kadar ulaşan Türkiye’de bilen yokmuş gibi İtalya ve Almanya destekli bir proje ile süt sığırcılığı ve yine Almanya’nın desteği ile bir sığır yetiştiriciliği projesi 2000 yılına kadar yürütülmüştür. Daha çok kayıt sistemi oluşturmaya yönelik bu projelere koşut olarak 1995 yılından itibaren Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birlikleri kurulmaya başlanmıştır. 1998 yılında Türkiye Damızlık Sığır Yetiştiricileri Merkez Birliği kurulmuş olup, halen 80 il birliği bu merkeze üyedir. Ayrıca Türkiye’de Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı çiftliklerde de bu çerçevede etkinlikler vardır. Bu yapıların varlığı söz konusu iken, açıklanan proje ile özel ve kamu tarafından ilk aşamada 20 adet damızlık çiftliği kurulacağının belirtilmesi anlaşılır gibi değildir. Bu yaklaşımla projede şikâyet konusu olan ithal damızlık besiciliği sisteminin kaldırılması bir yana, her zaman yapıldığı gibi tarım dışından yatırımcılara kaynak mı aktarılmak isteniyor sorusu akla gelmektedir.

MERALAR TALAN EDİLDİ

Köylülere mera tahsisi de anlaşılmaz bir durumdur. Zaten meraların köylere tahsis edilmiş olması gerekmiyor mu? Anayasa’nın güvencesi altında olan çayır-mera arazilerini yıllardır amaç dışı kullanılmış ve 1927’de 46.3 milyon hektar olan çayır-mera alanı 1990 yılına gelindiğinde 14.6 milyon hektara düşmüştür. 1998 yılında 4342 sayılı Mera Kanunu ile meraların korunması amacıyla mevcut meraların tespiti, tahdidi ve tahsislerinin düzenlenmesi amaçlanmıştır. Ancak daha sonra bunun aksine uygulamalar yapılmıştır. Köyler bir gecede mahalle yapılarak yıllardır süren mera talanı süreci hızlandırılmıştır. Hatta 2015’de çıkarılan bir yönetmelikle saman parası karşılığı nitelikli mera arazilerinin imara açılmasının alt yapısı hazırlanmıştır.

Açıklanan proje gibi projelerle yapılanları tekrarlamak yerine, belki de Başbakanımızın açıkladığı, anahtar teslimi fabrika projesi bu konuda etkili olabilir. Bu yolla, özellikle hayvancılığa uygun bölgelerde yok edilen EBK, SEK vb. kurumların fonksiyonlarını yerine getirecek bir temel yapı oluşturulabilir.