Nazım’a Bir Güz Çelengi
Bilindiği gibi Pablo Neruda sürgündeyken (1948-52) tanıştığı Nazım Hikmet, Lorca ve Alberti ile yakın dostluk kuran Neruda’nın ilk dönem şiirlerinde bireysel yaşamın duyarlılığını dile getirmiş, sonraları okurlarıyla iletişime öncelik veren toplumcu bir insanlık sözcüsü olmuştur.
Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız
şimdi
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın
bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta,
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa
Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım
sensiz
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden
yoksun
Dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde
Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya.
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.
(Çeviri Ataol Behramoğlu, siir.gen.tr)
BUĞDAYIN TÜRKÜSÜ
Halkım ben, parmakla sayılmayan, Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya, Sessizliği aşmaya yarayan
Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa, Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü, Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de, Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle, Sessizliği burgu gibi deler de
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde. (Çeviri:Hilmi Yavuz antoloji.com)
HEPSİ BURADALAR
Yanıbaşımdaymış gibi, Toplanın bir bir
Kavgamız sürüp gidecektir, Fabrikada, tarlada yani
Sokakta ve güherçile madeninde, Kırmızı ve yeşil bakırın ağzında,
Korkunç dehlizinde kömürün, Kavgamız her yerde sürecektir, kardeşler!
Ve ölülerimize adadığımız, Kanımızla ıslanmış bu bayraklar
Yüreğimizde sonsuz bir ilkbahar yaprağı gibi, Serpilip gelişecektir!
(Çeviri Enver Gökçe, https://laparagas.blogspot.com/)
ATLAR
Pencereden atları gördüm. Berlin'deydim, kıştı. Işık
Işıksızdı, gökyüzü yoktu gökyüzünde. Havanın aklığı ıslak bir ekmek gibi.
Ve penceremden boş bir sirk Kışın dişleriyle kemirilmiş.
Ansızın bir adamın yedeğinde On at göründe sislerin içinden
Çıkarken titremediler, ateş gibi, O saate kadar bomboş olan
Evreni doldurdular gözlerimde. Görkemli, yangınlı
Uzun bacaklı on tanrı gibiydiler, Yeleleri tuzun düşlerini andırıyordu.
Portakaldan ve evrenlerdendi sağrıları.
Baldı derileri, amber, yangın. Boyunları gururun taşlarından
Oyulmuş kulelerdi, Ve kızgın gözlerine güçlü bir dirim
Eğilmişti bir tutuklu gibi. Ve orada, sessizlikte, ortasında
Günün, kirli ve dağınık kışın Haşarı atlar kan,
Uyum ve yaşamın kışkırtıcı gömüleriydiler.
Baktım, baktım ve yeniden yaşadım: Kaynağın, altın dansın, gökyüzünün,
Güzellikte yaşayan ateşin Orada olduğunu bilmeden.
O kapanık Berlin kışını unuttum. Ama atların ışığını unutmam.
(Çeviri: Hilmi Yavuz, antoloji.com)
BAYRAKLAR NASIL DOĞAR
Bayraklarımız her zaman böyle doğmuştur.
Halk işlemiştir onları, Tüm sevgisiyle
Onun parçalarını dikmiştir, Bütün yoksulluğuyla
Ve yıldızı çivilemiştir, Canı gönülden
Gökte ya da gömlekte vatanın yıldızı için
Bir mavi kesmiştir, Ve damla damla Kırmızı doğmuştur
(antoloji.com)