15 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Nazım’a Bir Güz Çelengi

Begümşen Ergenekon

Begümşen Ergenekon

Gazete Yazarı

A+ A-

Bilindiği gibi Pablo Neruda sürgündeyken (1948-52) tanıştığı Nazım Hikmet, Lorca ve Alberti ile yakın dostluk kuran Neruda’nın ilk dönem şiirlerinde bireysel yaşamın duyarlılığını dile getirmiş, sonraları okurlarıyla iletişime öncelik veren toplumcu bir insanlık sözcüsü olmuştur.

Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız

şimdi

Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha?

Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?

Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği

Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?

Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın

bana

Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları

Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar

Düşerlerdi orada, uzakta,

Yaşarken kendine seçtiğin

Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa

Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum

Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan

Halkların kavgasını ve kavgamı benim

Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...

Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım

sensiz

Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden

yoksun

Dostluğumuzdan, bana ekmek olan,

Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.

Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle

Kuyu gibi kapkara zindanlardan

Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları

Ellerinde izi vardı eziyetlerin

Hınç oklarını aradım gözlerinde

Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin

Yaralar ve ışıklar içinde

Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar

Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya.

Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,

Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?

Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için

Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.

(Çeviri Ataol Behramoğlu, siir.gen.tr)

BUĞDAYIN TÜRKÜSÜ

Nazım’a Bir Güz Çelengi - Resim: 1

Halkım ben, parmakla sayılmayan, Sesimde pırıl pırıl bir güç var

Karanlıkta boy atmaya, Sessizliği aşmaya yarayan

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa, Tohuma dururlar yeniden

Ve halk, toprağa gömülü, Tohuma durur bir yerde

Buğday nasıl filizini sürer de, Çıkarsa toprağın üstüne

Güzelim kırmızı elleriyle, Sessizliği burgu gibi deler de

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde. (Çeviri:Hilmi Yavuz antoloji.com)

HEPSİ BURADALAR

Yanıbaşımdaymış gibi, Toplanın bir bir

Kavgamız sürüp gidecektir, Fabrikada, tarlada yani

Sokakta ve güherçile madeninde, Kırmızı ve yeşil bakırın ağzında,

Korkunç dehlizinde kömürün, Kavgamız her yerde sürecektir, kardeşler!

Ve ölülerimize adadığımız, Kanımızla ıslanmış bu bayraklar

Yüreğimizde sonsuz bir ilkbahar yaprağı gibi, Serpilip gelişecektir!

(Çeviri Enver Gökçe, https://laparagas.blogspot.com/)

ATLAR

Pencereden atları gördüm. Berlin'deydim, kıştı. Işık

Işıksızdı, gökyüzü yoktu gökyüzünde. Havanın aklığı ıslak bir ekmek gibi.

Ve penceremden boş bir sirk Kışın dişleriyle kemirilmiş.

Ansızın bir adamın yedeğinde On at göründe sislerin içinden

Çıkarken titremediler, ateş gibi, O saate kadar bomboş olan

Evreni doldurdular gözlerimde. Görkemli, yangınlı

Uzun bacaklı on tanrı gibiydiler, Yeleleri tuzun düşlerini andırıyordu.

Portakaldan ve evrenlerdendi sağrıları.

Baldı derileri, amber, yangın. Boyunları gururun taşlarından

Oyulmuş kulelerdi, Ve kızgın gözlerine güçlü bir dirim

Eğilmişti bir tutuklu gibi. Ve orada, sessizlikte, ortasında

Günün, kirli ve dağınık kışın Haşarı atlar kan,

Uyum ve yaşamın kışkırtıcı gömüleriydiler.

Baktım, baktım ve yeniden yaşadım: Kaynağın, altın dansın, gökyüzünün,

Güzellikte yaşayan ateşin Orada olduğunu bilmeden.

O kapanık Berlin kışını unuttum. Ama atların ışığını unutmam.

(Çeviri: Hilmi Yavuz, antoloji.com)

BAYRAKLAR NASIL DOĞAR

Bayraklarımız her zaman böyle doğmuştur.

Halk işlemiştir onları, Tüm sevgisiyle

Onun parçalarını dikmiştir, Bütün yoksulluğuyla

Ve yıldızı çivilemiştir, Canı gönülden

Gökte ya da gömlekte vatanın yıldızı için

Bir mavi kesmiştir, Ve damla damla Kırmızı doğmuştur

(antoloji.com)

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları