06 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Oblomov’un özeleştirisi-3

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Oblomov’u yalnızca tembel ve tembelliğin teorisini yapan bir asılzade gibi görme yanılgısına düşenlerden biri de ne ilginçtir ki ünlü Sovyet yönetmeni Nikita Mikhalkov olur. Oysa, anlatmaya çalıştığım gibi Oblomov bundan çok daha fazlasıdır.

“Aşk Kölesi” (1976), “Mekanik Bir Piyano İçin Bitmemiş Parça” (1977), “Siyah Gözler” (1987), “Urga” (1991), “Güneş Yanığı” (1994), “Sibirya Berberi” (1998) gibi filmleriyle tanınan usta yönetmen, Gonçarov’un ölümsüz romanını 1979’da “Oblomov’un Yaşamından Birkaç Gün” adıyla beyazperdeye aktarır ve onu şaşırtıcı biçimde tek boyutluluk içine hapseder. Mikhalkov’un filmine bakılırsa, uyuşuk bir adam olan Oblomov, en yakın arkadaşı Ştolts tarafından canlı, enerjik bir kız olan Olga’yla tanıştırılır ve tüm hayatı değişir! Film neredeyse bundan ibarettir. Mikhalkov, Oblomov’un hassasiyetinden, onun acı çeken ruhundan, kendine duyduğu memnuniyetsizlikten habersizmişcesine, bir “karikatür” ortaya koyar filminde ve romanın çok gerisine düşer.

ÜTOPİK SOSYALİSTLER GİBİ

Dünya edebiyatının en ünlü klasiklerinden biri olmasına, eleştirmenleri 160 yıldır meşgul etmesine, hakkında onca kitap ve makale yazılmasına, milyonlarca kez okunmasına rağmen “Oblomov”un tam değil, genellikle yarı yarıya anlaşılmasına yol açan nokta, onun özeleştirisinin yeterince fark edilmemesi olmuştur. Yattığı yerde bol bol düşünür, planlar yapar Oblomov ama hiçbir zaman harekete geçmez. Bu hareketsizliği konusunda bilinci son derece açıktır. Reddettiği şey yaşam değil, insanların onca çabaya, onca hırsa rağmen yaşamın anlamından uzaklaşmalarına yol açan bir yaşam biçimidir. Peşinde olduğu şeyse tam da o dönemin Nihilistleri gibi “hiçlik” değil, her şeyin yolunda gittiği mutlu çocukluk günlerine geri dönmektir. Bu açıdan, iyi yürekli kapitalistlerin sermayesiyle eşitlikçi bir sosyalizm kurmak isteyen ütopik sosyalistlere bile benzetilebilir Oblomov. Kendisinden, toplumdan, aydın çevrelerden, sosyeteden ve çağından hiç memnun değildir. Yapabildiği tek şey ise tıpkı çocukluğundaki gibi cennetvari bir çiftlik yaşamı hayal etmektir. Yalnızca hayal…

EFENDİ İLE UŞAĞI

Oblomov’un çocukluk günleriyle iki canlı bağı, çocukluk arkadaşı Ştolts ve uşağı Zahar’dır. Oblomov’un tam zıddı olan Ştolts’dan önceki iki yazıda yeterince söz ettim. Zahar ise özellikle yarı meczup halde sokaklarda dilenirken gördüğümüz trajik sonuyla, en az Oblomov kadar önemli, en az Oblomov kadar tembel ve efendisinden şikâyetçi, çöken sınıfın en altında yer alan bir karakter olarak öne çıkar roman boyunca. Kucağında büyüttüğü efendisine sonuna kadar bağlıdır bağlı olmasına ama en az onun kadar uyuşuktur ve iş yapmaktan kaçınmak için türlü bahaneler uydurur. Üstelik hiçbir hayali de yoktur. Bu noktada, Oblomov’un hep Zahar’ın tembelliğinden şikâyet etmesi, onu aşağılaması ve hatta onu ağlatması çok dikkat çeker. Gonçarov, birbirlerine ayna tutan efendi ile uşağını madalyonun iki yüzü gibi resmederek, karşılarına Ştolts ile Olga’dan oluşan daha parlak bir madalyon koyar. Birinci madalyon Doğu’yu, ikinci madalyon ise Batı’yı temsil eder Gonçarov’un zihninde. Romandaki pratik gerçekler de bunu gösterir; Ştolts ve Olga’nın uzun Avrupa seyahatlerine karşın Oblomov ile Zahar, Rusya’dan dışarı adım bile atmazlar.

“Oblomov” 1859’dan beri okunuyor, tartışılıyor, farklı karakterleri açısından değerlendiriliyor, tiyatroya, sinemaya aktarılıyor ve çok belli ki bunlara devam edilecek. Dünya edebiyatı bir Oblomov karakteri daha çıkarır mı bilmiyorum ama “Oblomovluk” devam ettiği sürece Gonçarov’un romanının ilk günkü gibi kanlı canlı kalacağına eminim. Her okunuşta, yeni bir perspektifle bakılacak, daha önce fark edilemeyen noktalar keşfedilecek ve bir Rus klasiği değil, dünya edebiyatının evrensel nitelikli başyapıtlarından biri olarak önemini ve okuma zevkini hep koruyacak.