06 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Oscar’ın sıkıcı sonucu

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Çoklu evren teması içerip gerçeküstü ve absürt boyut taşıyan filmler, “Matrix” serisi dahil, genellikle seyircinin zihnini yorar, gel-git’ler arasında neyin ne olduğunu anlamakta zorlanabilirsiniz. Bu yılın Oscar galibi, 11 adaylık elde edip tam yedi dalda küçük heykelciğe uzanan “Her Şey Her Yerde Aynı Anda” (Everything Everwhere All At Once) tam böyle bir film. Daniel Kwan ve Daniel Scheinert ikilisinin yönettiği 140 dakika uzunluğundaki aksiyon-macera-komedi örneği, bu niteliği ve gerçekten şaşırtıcı Oscar başarısıyla şimdiden sinema tarihine geçmiş durumda. Oscar’ın 95 yıllık tarihinde “yeterince iyi olmayan” pek çok film de ipi göğüsledi elbette ama “Her Şey Her Yerde Aynı Anda”nın temel özelliği yalnızca iyi olmaması değil, üstüne bir de sıkıcı olması. Oscar öncesinde yıl boyunca değişik festival ve organizasyonlarda tam 348 ödül kazanmış olması karşısında ise ancak kendimden ve benimle hemen hemen aynı düşüncede olan pek çok eleştirmenden kuşkulanabilirim! Tabii eleştirmenler arasında dünyada ve Türkiye’de bu filmi çok beğenenler olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim.

KARIŞIK YÜN YUMAĞI

Doğrusu, adının işaret ettiği kadar karmaşık bir film var karşımızda. Kısaca “Daniels” olarak anılan Daniel Kwan ve Daniel Scheinert çiftini, 2016’daki ilk filmleri gerçeküstü komedi-dram “Swiss Army Man”le tanıyoruz. İkinci filmleri merak bekleniyordu ve “Her Şey Her Yerde Aynı Anda”, gerek konusu, gerekse başrolde Michelle Yeoh’u seyredecek olmamız ve ayrıca Jamie Lee Curtis’in varlığıyla vaatkâr bir projeydi. Kaldı ki köklerini ve değerlerini ister kaybetmiş, isterse sıkı sıkıya sarılmış olsun, bir Çin ailesinin Amerika dekorundaki serüvenleri her zaman ilgi çekicidir, kültürlerarası vurgularda bulunmaya, en azından ritim tutturmaya, çok geciktirmeden derlenip toparlanmaya elverişlidir. Ama heyhat, bu kez olmamış; “Her Şey Her Yerde Aynı Anda”, Oscar’lı ve epeyce karışmış bir yün yumağı.

GÜLDÜRMEYEN KOMEDİ

Bu filmi Oscar’a boğan Akademi üyelerinin ve diğer tüm jürilerin aklı nasıl çalışıyor, sinema zevkleri ve birikimleri nasıl devreye giriyor bilmiyorum ama Kwan-Scheinert ikilisinin anlatımı baştan sona darmadağınık. Odağına neden bir Amerikalı, Alman, Meksikalı ya da Madagaskarlı değil de Çinli ailenin yerleştirildiği konusunda netlik barındırmayan, Çin ailesinin tipik ve a-tipik özelliklerinden bahsetmeyen, “Amerika’da Çinli olmak”ın sıradan ya da ayrıksı yanlarına parmak basmayan bir yapım var karşımızda. Başı vergi dairesiyle dertte, çamaşırhaneyi kaybetme tehdidiyle karşı karşı kalan, lezbiyen kızıyla aynı frekansı tutturması imkânsız, sürekli evren-boyut değiştiren Bayan Evelyn Wang’ın iyi işlenmemiş gerçeküstü serüvenlerinden ibaret her şey. Onun evrenden evrene gezintileri, “yaşam şöyle de olabilirdi” trükleri popüler sinemanın değişik örneklerine göndermelerle sürüp gidiyor ve açıkçası güldürmeyen bir komedi olmanın ötesine geçemiyor. Çin kökenli Massachusetts doğumlu yönetmen Dan Kwan’ın kişisel “gerçek” öyküsü bile çok daha renklidir eminim ki. Geçen Türkiye’de gösterimde olduğu süre boyunca 39 bin seyirciye ulaşan filmin, göçmenlik ve eşcinsellik vurgularıyla yeni “Oscar kurallarına” iyi uyum gösterdiğini de önemle belirteyim.

Tekrarlayayım, bense filmle hiçbir bağ kuramadım, hiçbir anında frekans tutturamadım ve gerçekten çok sıkıldım. Göçmenler ve çamaşırhane denilince aklıma ilk gelen film, Stephan Frears’ın 1985’te çektiği “Benim Güzel Çamaşırhanem”dir. Unutmak istediğim film ise ne yazık ki “Benim güzel ve köhne çamaşırhanem” demeye getiren “Her Şey Her Yerde Aynı Anda” olacak.