09 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sağlıkçılarımız savaşıyor

Oktay Ekşi

Oktay Ekşi

Eski Yazar

A+ A-
MUSTAFA İLKER YÜCEL
  • Türkiye'nin hemen yerinden sağlık personelimizin olağanüstü çabasına yönelik haberler geliyor. Geçen hafta "Salgınla mücadele savaş mantığıyla yürütülmeli" demiştiniz. Savaşın en ön cephesinde kayıplarımız oluyor maalesef. Onları şehit olarak belirlememiz gerekmez mi?

Şehitlik bilindiği gibi “dini” bir şeref payesi. İslamiyete göre “şehit” olan doğruca cennete gitmekle ödüllendirilir. Vatanı için savaşan askerlerin “şehit” sayıldığına hepimiz tanığız. O sıfatı taşıyanların yakınlarına “şehit maaşı” verildiğini, onların özel bir saygıya değer sayıldıklarını da biliyoruz. Bunlar “şehitlik” konusunda benim zihnimde olanlar. Ama savaşta canını kaybedenler dışında “şehitlik” payesine kimler layık görülebilir? Bu payeyi kimler verebilir gibi sorulara yanıt vermeye kendimi ehil görmem. Konunun uzmanı denecek kişiler bu soruyu yanıtlarlarsa kanımca daha iyi olur.

Bununla birlikte Türkiye’de siyasi iktidarın kendisine yakın bulduğu bir kimsenin bir olayda canını kaybetmesi halinde ona “şehit” denildiğine tanık oluyoruz. O nedenle “şehit”liğin de siyasileştirildiğine kaniyim. Dahası… CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, AKP iktidarının “şehit”ler arasında ayrımcılık yaptığından, özellikle 15 Temmuz 2016 tarihli “darbe” teşebbüsüne karşı çıkarken “şehit” olanlara diğer şehitlerden daha ayrıcalıklı muamele yapılmasından şikâyet ettiğini de anımsıyoruz. O eşitsizlik giderildi mi, bilmiyorum. Umarım giderilmiştir.

Şehitlikle ilgili bu genel değerlendirmeyi yaptıktan sonra sorunuza -bildiğim kadar- yanıt vermek isterim:

Kanımca sağlık çalışanlarımız karşı karşıya olduğumuz “Kovid-19” felaketiyle mücadele konusunda gerçekten çok takdire değer bir çaba gösteriyorlar. Bu mücadeleyi gerçekten tam bir “savaş mantığıyla” yürütüyorlar. O nedenle bu sırada hayatını kaybeden tüm sağlık çalışanlarına devletin resmen “şehit” muamelesi yapması kanımca çok yerinde olur. Ama bu muamele yapılırken sağlık çalışanları arasında hiçbir ayrım yapılmamalı, resmen bir hastaneyle bağlantısı olmayan ancak bir hastadan virüs kaptığı için kaybettiğimiz serbest eczane mensupları da “şehit” sayılmalıdır.

  • Son elli yıldır kaynakların ayrılması ve eğitimin niteliği bakımından ağır bir tahribat yaşamamıza rağmen Türk bilim insanlarının çalışmalarını büyük bir gururla takip ediyoruz. Türkiye bu savaşta bilime yönelik farkındalığı artırmak için neler yapmalı?

Sorunuzun temel yanıtı -hâlâ yerinde duruyorsa- Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi binasının alnında büyük harflerle yazılıdır. O yazıda Büyük Atatürk’ün 1924 yılı Eylül ayında Samsun’da öğretmenlere hitaben yaptığı konuşmada söylediği “Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir” cümlesi vardır.

Türkiye bugün sizin sözünü ettiğiniz -ben de aynı kanaatteyim- çok değerli bilim insanlarına sahip ise, bilelim ki onlar Atatürk’ün söylediği anlayışla eğitim yapan okullarda yetişmişlerdir.

AKP’nin eğitim sistemini tamamen bozan ve “laik eğitimi” yok etmeyi amaç edinen anlayışıyla yetişenler henüz “bilim insanı” sayılacak düzeye gelmediler. Topluma onların da hizmet verdiği tarihte durumun şimdiki bilim insanı potansiyelimizin çok altına düşeceğinden eminim. Çünkü o potansiyele sahip bir çok çocuğun gizlice açılmış medreselerde ve tarikat yurtlarında eğitim gördüklerine, kafalarına oralarda “düşünme, araştırma, bulma, sorgulama” gibi çağdaş değerler yerine ezberlerin yerleştirildiğine inanıyorum.

  • Geçen hafta Maria Callas'ın opera aryalarını dinlediğinizi belirtmiştiniz. Callas'ı yakından tanımak isteriz.

Ben “müzisyen” değilim. O nedenle Maria Callas’ın ses yapısı ve bir opera sanatçısı olarak yeteneğini en çok hangi performanslarında sergilediğini söylemeye kalkarsam haddimi aşmış olurum. Ancak kendisinin çok değerli bir soprano olarak uyandırdığı hayranlığa tanığım. Ben de o değerli sanatçıyı CD’lere geçmiş aryalarından tanıyor ve biliyorum.

Maria Callas’ın yaşamına gelince:

Yunanlı bir sanatçıydı. Kaprisli ve hırçın bir kişiliğe sahip olduğu, yaşarken çok söylenirdi. İtalyan soprano Renata Tebaldi ile uzun süre çetin bir rekabet içine girdiği ama sonra barışıp dost oldukları bilinirdi. Sanattaki eşsiz yeteneği yüzünden “Divina” unvanına sahipti. Evliyken Yunanlı meşhur armatör Aristotle Onasis’le aşk yaşayarak büyük bir skandala yol açması uzun süre gazetelere konu olmuştu. Ancak Onasis sonra ABD Başkanı John Kennedy’nin dul eşi Jacqueline Kennedy ile evlendi.

Sorunuz nedeniyle Google’da biyografisini okudum. Genç yaşta vefat ettiğini biliyordum ama vefat sebebinin kalp krizi olduğunu ve o sırada 53 yaşında bulunduğunu o kaynaktan öğrendim.