15 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tarih bilinci ve edebiyat

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

YAKUP Kadri Karaosmanoğlu üçlü anılarında (Zoraki Diplomat,1955; Vatan Yolunda, 1957; Politikada 45 Yıl, 1968) Türkiye’nin yakın tarihinin 1920-1960’lı yıllarından önemli kesitler sunar. O tarihsel sürecin tanığı, yaşayanı olarak da birtakım tarihî simalardan söz eder. Bunları da ülke gerçeğinin, özellikle de Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin oluşumunda etkileri bakımından nasıl anlamamız gerektiğine dair birer veri/belge olarak getirip koyar önümüze.
O anlamda Karaosmanoğlu’nun anılarını bu yanlarıyla önemsemek gerektiğini düşünürüm.
Kuşkusuz Anamın Kitabı (1957), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları’nı da (1969) bu üçlemeye katarsak bir Türkiye kroniği çıkar ortaya. Bunu da en azından kültür ve siyaset yaşamımızın, toplumsal hayatımızın yansımaları olarak okuyabiliriz.
Anıları eğer bir sıradüzen içinde okursanız, başka kapıları aralayacak, üstüne üstlük sizi değişken zaman yolculuklarına çıkararak farklı okumalara yöneltecektir.
Örneğin, Politikada 45 Yıl’ı okurken günümüz siyasetindeki çekişmelerin hangi iklimlerden beslendiğini daha iyi görebiliyorsunuz.
Bir anlamda Karaosmanoğlu Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş yapan ülkenin ruh geni haritasını çıkarıyor. Yani, çokkimlikli bir toplum olan Osmanlı çözülürken kalan “miras”ın nasıl/ne yönde harmanlandığını; bunu da Mustafa Kemal’in uz görüşlülüğüyle “yeni devlet” kurma felsefesinde nereye/ne yönde/nasıl bir “kurucu unsur”a dönüştürüldüğünü anlatır bize.
İşte bu sürecin zorlukları, çekişmeleri, çözülme ve çatışmalarının tanığı bir yazarın dile getirdikleri dönem Türkiyesi’nin önemli belgesidir. Bir tür bellektir sunulanlar.
Anıları okurken Yakup Kadri’nin nerede, kimi yanında durduğundansa; yaşananları anlatma biçimi, aktardıkları ve hissettikleri daha önem kazanıyor bence.
“Yarı sömürge” bir ülkeden çağdaş bir toplum yaratma çabasının neredeyse her aşamasına tanıklık etmiş Yakup Kadri 1932’de Yaban, 1934’te Ankara, 1953’te de Panorama romanlarını yazarak bu kuruluş sürecinin sorgulamıştı.
Anılarında olsun, romanlarında olsun Yakup Kadri’nin zaman aşıran, okuruna belirli bir tarihsel bilinç ışığında yaşanan her âna bakmayı hatırlatan bir yanı var.
Bu soy bir yazarı okurken ister istemez o döneme denk gelen başka anlatılara da yönelirsiniz. Bir tür karşılaştırmalı okuma...
Bugünün Türkiyesi’nin politik ikliminin kökenlerine bakmak için birkaç farklı okumayla birlikte Politikada 45 yıla yeniden döndüm. Ardından da hemen Ahmet Ağaoğlu’nun Serbest Fırka Hatıraları ile Tarık Buğra’nın Yağmur Beklerken romanını okudum.
“Ezeli muhalif” diyebileceğimiz Ahmet Ağaoğlu, aslında “doğrucu Davut”tur, sözünü asla sakınmaz. Bu anlamda onun bakışı/tanıklığı önemlidir. Serbest Fırka’nın kuruluş nedeni ile kısa sürecek ömrünü pek iyi bilen Ağaoğlu’nun, Karaosmanoğlu için de eleştirileri vardır. Ötede ise, belki de, Mustafa Kemal’e düşüncelerini hiç de sakınmadan söyleyebilen biri.
Cumhuriyet’in “kuruluş” ruhunu terk edip ikbal peşinde koşanlara dönük öfkesi ise gene kendi tanıklıklarıyla anılarında dile getirilir.
Öyle ki, karşılaştırmalı bir okumayla yakın dönemin gerçekliğini anlamak bugünün kısır çekişmelerinin hangi iklimlerden ağıp geldiğini görmektir bir bakıma.
O nedenle derim ki; tarih bilincinin penceresinden bakmadan, sosyolojik bir bakış açısı edinmeden ülke insanını/toplumsal gerçeklikleri anlamak anlatmak zordur.
Sanki günümüz edebiyatının giderek kan kaybı da bu yöndedir! Yani tarih bilinci eksikliği. Bilmem ne dersiniz?
Eğer ki edebiyatın hatırlayan, hatırlatan bilincine gereksinme duyuyorsak öncelikle tarihin tanıklıklarına da dönmemiz kaçınılmaz.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları