05 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Televizyon

Murat Bölükbaşı

Murat Bölükbaşı

Eski Yazar

A+ A-

Kendimi bildiğim 70’li yıllarda hayatıma girdi Televizyon. Öyle herkesin harcı değil TV sahibi olmak. Bir evin kapısına televizyon indiğinde komşular kapıya cama çıkar ‘gördün mü? Hatice hanımlara televizyon gelmiş! ‘Ah ah zenginliğin gözü kör olsun’ diye hayıflanır akşam da kocasına ‘bey bey şu eve bir televizyon al, bak çocuklar üzülüyor komşularda bıktı, her akşam her akşam bizi misafir etmekten’ diye hayıflanırdı. Esnaftı babam, ben şanslı çocuktum, evimizde televizyonumuz vardı, merdaneli çamaşır makinemiz ve kapısını açıp içinden buz gibi Ankara gazozunu gizli gizli içtiğimiz buz dolabımız vardı.

Evin en değerli eşyasıydı televizyonumuz, annem onun değerli olduğunu oyalı dantel örtüsünü serip üstüne de bir biblo ya da içi çiçek dolu bir vazo koyarak gösterirdi. Mutluluğumuz, amacımız, hayallerimizin sihirli kutusuydu televizyon. Akşam 19’da açılıp gece 24’de askerimiz, bayrağımız ve istiklal marşımız eşliğinde Anıtkabir’den kapanışını yaparken sanki mesaj verirdi ATAM; “Ben buradayım şimdi gidin mışıl mışıl uyuyun.’’

***

Televizyon İlk öğretmenimizdi bizim; Münir Özkul’dan dürüst, onurlu, namuslu olmayı Adile Naşit’ten sevgiyi, şefkati, umudu, Hulusi Kentmen’den güveni, korumayı, sahiplenmeyi, Sadri Alışık’tan arkadaşlığı kardeşliği, Önder Somer’den hainliği kalleşliği, Ali Şen’den kurnazlığı, düzenbazlığı, Erol Taş’tan nefreti, düşmanlığı, gaddarlığı öğrendik. Bizi eğiten insan yapan değerli ve sihirli bir kutuydu televizyon. Vizontele filminde belediye başkanı halka televizyonun ne işe yaradığını anlatırken Zeki Müren’i göreceksiniz demişti. Cem Yılmaz da sormuştu; Zeki Müren de bizi görecek mi? O zamanlar değil ama şimdi Zeki Müren bizi görüyor!

Algılarımızla oynuyor bizi yönlendiriyor, bir anda gerçekler kurgu, doğrular yalan, siyah beyaz, dost düşman, sevgi nefrete dönüşebiliyor. Çocukluğumuzun eğitici sihirli kutusu vahşi düzenin içinde ustaca ve acımasızca hazırlanmış bombalı bir pakete dönüşebiliyor.

***

19 Nisan’da Şükrü Saracoğlu Stadı’nda sahaya atılan yabancı ama tanıdık maddeler maçın güvenli bir şekilde oynanmasına müsaade etmediği için hakem Mete Kalkavan tarafından iptal edildi. Her şey çok net ve berraktı. Şenol Hoca atılan bir maddeyle yaralanıp yere düştü ve kısa sürede kalktı kendi alanına geçti, bir eliyle kafasını tutarken bir eliyle de tamam sorun yok mesajı veriyordu; sonra bir anda içeri girdi 40 dakika kadar sonra da ambulansla hastaneye kaldırıldı.

Sahada yaşananların tamamı gerçekti kurallar ve talimatlar gereği sonuç belliydi, yaşananlar apaçık ortadaydı, malumun zayıf bir oyunculuk performansına hiç mi hiç ihtiyacı yoktu. Televizyon gerçekti ve değerliydi, annemin oyalı dantel örtüsüne ihtiyacı yoktu; tıpkı Beşiktaş’ın haklı davasında mizansene ihtiyacı olmadığı gibi.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
Neden? 26 Ekim 2018
Yırttık! 29 Eylül 2018
Mecburiyetler 08 Eylül 2018
Hacettepe SBT 06 Haziran 2018