18 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye-ABD ittifakı: kim kimi tehdit ediyor?

Bessam Abu Abdullah

Bessam Abu Abdullah

Gazete Yazarı

A+ A-

Türkiye-ABD ilişkisi çok hassas bir dönemden geçmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beyanlarına ilaveten bir Türk yetkilinin ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerin ne kadar kötü olduğu hakkında fikirlerini okumadığımız veya duymadığımız bir gün geçmiyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun dediği gibi: ‘’ABD, Türkiye’ye karşı büyük hatalar yaptı. Aramızdaki ilişki tehlikeli bir aşamadan geçiyor. Eğer ABD geri dönüp güvenimizi tekrar kazanmazsa aramızdaki ilişki iyileşmeyecek ve tamamen yok olacak’’

ERBAKAN NE DEMİŞTİ?

Gerçek şu ki ABD, Çavuşoğlu’nun dediği gibi büyük hatalar yapmadı, aksine ABD belirlenmiş bir plan çerçevesinde hareket etti. Plan, adım adım ilerlemekte ve bölgedeki her devleti teker teker etkilemektedir. Elbette bu plan için Türkiye merkezi bir hedeftir. Burada bir zamanlar Necmettin Erbakan’ın değindiği bir noktayı hatırlatmak isterim: ‘’Suriye ve Irak’ın saldırıya uğradığını görüyorsanız bilin ki sıradaki Türkiye’dir.’’ ABD’nin planına bağlı olanlar; zalim veya mazlum ABD’nin aşkına tutulanlar -elbette ABD tarihi boyunca birçok dünya devleti ve halkına karşı zalim olmuştur- boynundaki ipin yavaş yavaş sıkılaştığını hissettikten sonra idamdan kaçmaya çalışan biri gibi daima mazeret bulmaya, kendilerini haklı çıkarmaya çalışmaktalar.
ABD-Türkiye ilişkisinin kader analizi olarak Princeton Üniversitesi’nde Uzak Doğu tarihi dersi veren yazar Şükrü Hanioğlu’nun yazdıkları dikkatimi çekti. Yazısı ABD’li muhafazakar gazete National Interest’te yayınlanmıştı ve sonra Lübnanlı Al-Akhbar gazetesi Haziran 2017’de bu yazı hakkında yorum yapmıştı. Dr. Hanioğlu’nun makalesinin başlığı şöyleydi: ABD-Türkiye ilişkisinin sonu kaçınılmaz mıdır? Yazar, görüşünü; süreci ve sona ermesi bakımından 16. yy’ın ortalarındaki Osmanlı-Britanya ilişkisini şimdiki Türkiye-ABD ilişkisiyle karşılaştırarak kurmaktadır. Yazarın görüşüne göre şimdiki Türkiye-ABD ilişkisi, benzer tehditlerle karşılaşıp bozulan ve I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla da kısa sürede büyük bir düşmanlığa dönüşen Osmanlı-Britanya ilişkisine benzemektedir. Bu iki ittifak benzer koşullarda ve yaklaşık olarak aynı hedefe hizmet etmek üzere inşa edilmiştir. Osmanlı zamanında bu hedef Rus yayılımını engellemekti. Soğuk savaş döneminde de bu Sovyet tehdidini azaltmaktı. Yazara göre ise bu ittifaklar birbirinin devamı şeklindedir.

ORTAK DÜŞMAN OLMAYINCA

Hanioğlu’na göre ortak bir düşman varlığı üzerine inşa edilen ilişkinin sebepleri, ortak düşman fikriyle birlikte kaybolmaktadır. Ve böylece gizli kalmış tezatlıklar ortaya çıkmaya başlamaktadır. Yazar, Osmanlı-Britanya ittifakının 1853 yılındaki Kırım Savaşı esnasında zirveye ulaştığını iddia ediyor. O zamanlar Britanya, Osmanlı’yı korumak ve Rusya’nın Osmanlı topraklarına kadar inmesini önlemek için bir Avrupa Birliği kurmuştu. Fakat Britanya ve Rusya arasındaki rekabet ve gerginlik arttıkça kendi sonuna yaklaştı ve düşmanlık 1907 yılında sona erdi. Böylece Britanya ve Osmanlı ittifakı yüzeysel hale geldi, ittifakın asıl vazifesi yok oldu. Birkaç sene sonra da her iki ülke kendini diğerine karşı cephede yer alır buldu. Karşılaştıracak olursak ABD-Türkiye ittifakı da Sovyetlere karşı kurulmuştu. Bir süre sonra Türkiye tedirgin bir bölgede, Batı yanlısı bir merkezi noktaya dönüştü. Soğuk savaşın sona ermesiyle tüm bu ibareler silindi. Çünkü Türkiye artık Rusya’yı kendi varlığını tehdit eden bir güç olarak görmemektedir. ABD de Sovyetlere karşı yanında duracak bir müttefik için elindeki her şeyden vazgeçmeye niyetli değil artık.
Gerçekten sanki tarih kendini tekrar ediyor: Britanya; o zamanlarda Batıcı ıslahatlar yapan Osmanlı grubuna, Rus Çar’ının mutlak hükmüne karşı Avrupalı Britanya gücünün müttefiği gözüyle bakmaktaydı. Hatta Sultan Abdülhamit, Londra’nın da cesaretlendirmesiyle gayrimüslimlere müslümanlarla eşit, kanuni haklar vermiş ve Avrupa’da hoş karşılanan liberal bir hükümet kurmuştu. Bu ıslahatların azınlık çevresinde ve imparatorluğun uçlarında bazı bağımsızlık hareketlenmelerine neden olduğu görülünce 1877 yılında Abdülhamit, hükümeti askıya almıştı.

ABD GÜÇSÜZ TÜRKİYE İSTİYOR

Karşılaştıracak olursak ABD-Türkiye ilişkisindeki gerginlik ilk olarak 2003 yılında Irak işgal edildiğinde ve böylece ABD Türkiye’nin komşusu haline geldiğinde hissedilmeye başlanmıştı. Türkiyede birçok kişi ve milletvekili; eskiden Britanya’nın planladığı gibi şimdi ABD’nin de Orta Doğu için yeni bir harita planladığını düşünüyordu. Bu plan gereği Türkiye güçlü ve bütün bırakılamazdı. Bu şüphe, ABD Suriye ve Irak’ı parçalamak için; terörist gruplara ve daha itaatkar olan Kürt örgütlere ilaveten de Suudi A., BAE gibi ABD himayesi altında yaşayan devletçiklere güvenmeye ve destek vermeye başladığında büyük bir korkuya dönüştü.

Yazar; bir müttefik ile olan ilişkinin başka bir müttefikle tamamen aynı olmadığını hatırlatmaktadır. Yani ABD’nin Suudi A. ile ilişkisinin Türkiye’yle ilişkisinden farklı olduğunu söylemektedir. Hatta tarih kitaplarına göre (19 yy’ın sonlarına doğru) İstanbul’daki Britanya büyükelçisi Stafford Canning, küçük bir sultan gibi bakanları tayin etme ve görevden alma gücüne sahipti. Fakat Padişah ve birçok idare yetkilisi Britanya’yla olan ittifakın devlet egemenliğine tecavüz ettiğine ve devletin hedeflerine artık yarar sağlamadığına hemfikir olunca Britanya yanlısı grup yenildi. Bu durum şimdiki Türkiye’de; Fethullah Gülen’in, ABD’yle bir olduğu 15 Temmuz darbe girişiminde yenilgiye uğramasına ve yandaşlarının tasfiye edilmesine benzemektedir.
Bazı Arap analistler Türkiye ve ABD arasındaki anlaşmazlığın karşılaşmaya neden olacak kadar büyümeyeceğini düşünmektedir. Çünkü onlara göre bu kısmi bir anlaşmazlık, peki sürekli bunu mu yazacaklar? Normal şartlarda bu analiz doğru olabilirdi belki ama Türkiye bu iki seçenek arasında bırakılırsa: ittifakını değiştirmek mi bölünerek ülkeyi kaybetmek mi? Türkiye’nin karşılaşmadan yana olacağını sanmıyorum çünkü ABD artık onların müttefiği değil - ülkenin bütünlüğünü tehdit eden bir unsur.

SURİYE VE TÜRKİYE AYNI DÜŞMANA KARŞI

Lübnanlı Al-Akhbar gazetesinin de sorduğu gibi burada sorulması gereken en önemli soru şu: Farzedelim ki Türkler kendilerini, I. Dünya Savaşı koşullarıyla aynı koşullarda buldular. Batı onları terketmiş, ülkelerini bölmeye çalışmakta, Araplara ve Kürtlere yardım etmekte... Araplar hatalarını tekrarlayıp 1916’da yaptıkları gibi mi yapacaklar?
Sanıyorum ki bazı Araplar, evet, aynı rolü oynayacaklardır. Fakat Suriye bu yönden onlara katılmayacak. Çünkü şu an Suriye, Türkiye’yle her iki ülkeyi bölmeye çalışan ortak bir düşmana karşı koymaktadır. Dolayısıyla ABD her iki ülke için bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Bu nedenle şu soruyu soruyoruz: Kim kimi tehdit ediyor? En önemlisi de biz ne yapacağız?