15 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ülker’in işi bitmiş olmasın?..

Çetin Susan

Çetin Susan

Eski Yazar

A+ A-

Yıllardır aynı düşüncedeyim; Türkiye’nin futbol girdileri, bir dizi kritere göre hak ettiğinin çok ama çok üzerinde. Her şeyden önce bu bütçeleri kullanan yöneticilerin, yeterliği yok. Yetki devri, profesyonellerden ve uzmanlardan yararlanmak yani sağlıklı bir organizasyon oluşturmak şöyle dursun, bizzat futbolcu seçmek, takıma taktik vermek peşindeler.

Bunların çoğu, beğenmediğimiz burjuva ahlakından bile nasiplenmemiş adamlar. Erişimi kolay-denetimi gevşek kamusal ve sosyal alanlar, menfaat/rant/talan iştahlarını kabartıyor. Hatta kimisinin beynindeki hırsızlık/rüşvet/komisyon/avanta merkezlerini uyarıyor. Güruhun hatırı sayılır bir bölümü, yüzsüz ve görgüsüzlerden oluşuyor.

Bunları aşağılamak için değil, saptamak için yazıyorum. Saptama şu: Futbolu ve devasa bütçeleri yönetenlerin çapı bu ortalama olarak. Zaten mal ortada; harcanan milyonlarca Avro karşılığında saha kalitesi, oyun kalitesi, seyir zevki, seyirci ilgisi, saha dışındaki gelişmeler, açıklamalar ve uluslararası alandaki performansımıza bakınca durum anlaşılıyor. Kaba bir benzetmeyle, piyangodan büyük ikramiye kazanan sıradan insanların “sapıtma” halini çağrıştırıyor futbolun genel ahvali...

2014 Deloitte Para Ligi açıklandı. 161,9 milyon Avro geliri olan Galatasaray, Avrupa’nın 18. kulübü. Üstelik transfer gelirleri dikkate alınmadan; maç günü gelirleri, yayın gelirleri ve ticari gelirlerin toplamı belirtilen rakam. Peki bu Galatasaray, mali açıdan, yıllık gelirinin 4 katından fazla net borcu olan kulüp değil mi? Performans açısından, Şampiyonlar Ligi grubunu galibiyet alamadan sonuncu tamamlamadı mı? Nerede Avrupa 18.si?.. Nerede o paraların karşılığı?..

Federasyon cephesinde de durum pek farklı değil. Kasaya oluk oluk akan para, Fatih’lere falan pompalanıyor uçuk sözleşmelerle. Ya da Dünya 158.si olan bir takımı yenen futbolculara prim olarak saçılıyor. Veya uçaklar dolusu yandaş misafir ediliyor denizaşırı ülkelerde.

Türkiye Futbol Federasyonu’nun 7 başlıkta belirlenen gelirler toplamının yüzde 19’unu, “Sponsorluk Gelirleri” oluşturuyor. Örneğin, 2007’den beri Federasyon’un “Ana Sponsorları”ndan olan Ülker (Yıldız Holding), 2013-14 sezonunda, 5 milyon 171 bin 708 lira tutarında sponsorluk ödemesi yapmış.

Baştan beri özetlemeye çalıştığım görüşlere paralel bir açıklama yapan Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, federasyon ve milli takımlara olan desteklerini çektiklerini açıkladı. Murat Ülker, markası açısından yaklaşırken, ben futbol açısından olumluyorum bu kararı ve darısı diğer sponsorların başına diyorum.

Düşman olduğumdan değil; gerçek ederini bulacak, yani kaynakları normalleşerek daralacak futbolumuz; e-bilet, bahis vs. gibi endüstriyel safralarından arınıp, yıllar öncesinde kalan özlediğimiz ari futbola kısmen de olsa dönüşebilir. Bunun için de sırada, yeni yayın ihalesi var. Serbest piyasacı kapitalist talanın boyunu da, orada göreceğiz bence.

Ülker’e dönelim. Murat Bey açıklamasında, “Futbolseverlerin mutluluğunu engellemeyelim. 1,5 saatlik bir maç sırasında stada giden sporseverler sevinebilir, kızabilirler. Bu normaldir. Daha hoşgörülü olmalıyız. Passolig sistemi getirilirken, daha esnek olunabilirdi. Kimse kişisel bilgilerinin, devlet de olsa kayıt altına alınmasını istemez, rahatsız olur.” türünden isabetli teşhislerde bulunmuş.

Yine de ben, Ülker-Spor ilişkisine başka pencereden bakacağım. Yaklaşık 1 yıldır süregelen boş tribünler ve pasolig uygulamasından çok önce, 2012 Kasım’ında Murat Ülker, Habertürk gazetesinde yer alan, “Sponsorluk anlaşma süresi biten spor kulüpleri ile sözleşme yenilemeyeceğiz. Yılda 34 milyon dolarlık bütçe ayrılıyor, bu çok önemli bir bütçe, ancak sporun kalitesinde bir iyileşme sağlamadı” sözleriyle niyetini ortaya koymuştu.

Geçen Nisan’da ise Yıldız Holding’in Kurumsal İletişim Genel Müdürü Zuhal Şeker, Bugün Tv’de “Şike ve şiddet olayları sebebiyle yatırımın karşılığını alamadık. Bu yüzden futbola destek vermeyeceğiz” dedi. Yani, niyeti çok önceden bozmuşlardı. Peki ama neden?

“Yeşil sermaye” sorusunu, “Tek yeşil, dolar yeşilidir” mealinde cevaplayan Murat Ülker, Yıldız Holding’in başına geçmeden, ipler babası Sabri Ülker’in elindeyken, “Ülker” muhafazkâr kesimin önde gelen markalarındandı. Öyle ki, bu nedenle 90’lı yıllarda askeri birliklerde satılmadığı söylenirdi. Babaları henüz “Dünya Lideri” değilken Erdoğangiller, kurdukları 3 ayrı şirketle tüm Ülker ürünlerinin dağıtımını yapıyordu.

O dönemde marka imajını değiştirmek, hem huzurun, hem büyümenin ve kârın vazgeçilmeziydi Ülker için. Ancak bu, uzun soluklu ve maliyetli bir süreçti. “Ülker nesilleri” yaratılırken klasik reklam mecralarını kullanmak yeterli olmayacaktı. Bu psikolojik süreçte yaratacakları yeni algıya giden yollardan birisi, hatta başta gelenini “spor” olarak belirlediler. Sadece sponsorluklarla değil, her kanaldan yüklendiler spora.

Son 10 yılda sadece futbola 220 milyon dolar akıttığından hareketle, Ülker’in yeni imajının hiç de ucuz olmadığı söylenebilir. Bana kalırsa, hedef yakalandı ve artık geri çekiliniyor. Bunun sağlamasını şu sorunun cevabıyla yapabiliriz: “Bugün, Ülker markası, toplumda İslami muhafazakârlığı çağrıştırıyor mu?” Hatta, “Marka vaatleri arasında, dini bir kavram var mı?”

Kendisini Kemalist olarak tanımlayan, CHP’li resim sanatçısı Bedri Baykam, “Boş Çerçeve” adlı eserini 125 bin dolara Murat Ülker’e sattıktan sonraki röportajında şöyle söylüyor: “Ülker grubunun Türkiye’yi yeşile boyamak gibi bir derdi olduğuna inanmıyorum. Bize çizilen yeşil sermaye şablonuna uymuyorlar. Öyle olsa çağdaş sanata yatırım yapmazlardı. Ya da sol yayınlara ilan vermezlerdi.”

Baykam da, ama öyle ama böyle ikna olmuş gördüğünüz gibi, onca masraf boşa gitmemiş... İmaj pırıl pırıl... Musluğu kısabilirler gâri...