16 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yazar: Konuşan kişi!

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Montaigne’in denemelerini lise birinci sınıfta okuduğuma göre; “özgürlük verilmez, alınır” sözüne dayanarak yazdığım kompozisyonda yer alan düşüncelerimin öğretmenler arasında tartışmaya neden olması, mimlenmem de o günlere rastlıyor demek ki.

Montaigne’in, denemeleriyle ufkumu açmayı bırakın; neredeyse her gün birlikte yatıp kalktığım, yanımdan hiç ayırmadığım bir ‘hayat kitabı’ sunmuştu sanki bana. Öyle ki; onunla G. Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri ‘ni okumanın kıyısına gelmiş, Marksizmle yüzleşmiş, kuşakdaşı Bacon’ı tanımıştım.

Neredeyse, Montaigne’in her bir düşüncesi benim için bir yazı, bir tartışma, bir ödev konusu oluyordu. Duygu, düşünce dünyanızdaki birçok anlamını/karşılığını onda bulabiliyordunuz.

O söz kime aitti, nereden alıntıladığımı hatırlamıyorum. Ama o çok konuşulan kompozisyonumu Montaigne’in düşünceleriyle taçlandırdığımı unutmam mümkün değil.

Bir grup öğretmenin hedefi olurken, bir grubun da gönlünde yer edinmiştim. Bu da, beni, mimlenmekten kurtaramamıştı!

Anımsadığımca; özgürlüğün neden verilemeyeceğini, neden/niçin/nasıl alınmaya çalışıldığını anlatıyordum. Felsefecimizin; ‘Bunu bir ders kitabı gibi okuyacaksınız,’ dediği Toplum Sözleşmesi’nin yazarından, J.J. Rousseau’dan da söz edişim belleğimdedir.

Bunun öyküsü uzundur…

Canetti’nin, geçen yazımda andığım, şu sözlerine dönerken: “Gerçekte bugün yazar olma hakkından ciddi olarak kuşku duymayan kimse yazar sayılmaz. İçinde yaşadığımız dünyanın durumunu göremeyenin o dünya üzerine yazacak hemen hiçbir şeyi yoktur.” İster istemez, bu kompozisyonuma konu olan o sözü anımsadım.

Bugünlerde çok tartışılan ‘yazar’lık kavramı, yazar olmanın ne anlama geldiğini de düşündürttü bana.

Durup dururken sizlere bir yazar tanımı yapıp, bir kalıp sunacak değilim. Hem yazarlık tanımlarla da olmuyor. Hani şu ‘köşe yazarı’ ‘möşe yazarı’ gibi… Ya da ne bileyim; ‘en’li, sözümona ‘üslup’lu yazarlar... Hani sorsanız, onu ima eden de işin içinden çıkamayacaktır.

Gerçi; sözünü ettiğim imlemenin sahibi, günlük gazetelerde yazan yedi yüzü aşkın ‘köşe yazarı’nı nasıl tanımlayacağını kendisi de bilemediği için, bunların arasından dördüne mavi boncuk vererek işin kolayına kaçmış gibime geliyor!

Gazetecilik mesleği ile yazarlık mesleği karıştırılıyor gibime geliyor. Gazeteci olununca ‘yazar olmak hakkı’nın da kendilerine verildiği sanılıyor.. Üstüne üstlük, yazdığı gazete yazılarının kitaplaşmış, hatta Fransızca’ya çevrilmiş olmasını ölçü alarak, kendisini Yaşar Kemal, Orhan Pamuk’la denk tutan bu hanım yazara ne demeli peki! Üslupsuzluğu üslup; dil yanlışları, bozuk cümleleri dil arayışı olarak gösterilerek diğer ‘gazeteci-yazar’ların önünde anılıyorsa o “köşemen-yazar”, bu da basının etik sorunudur, bence!. Ötesi ise, içinde yaşadığımız çürüme ve yozlaşmanın bir sonucudur olsa olsa.

HHH

Sartre; “...yazar, kendi özgürlüğünün tanınması için başkalarının özgürlüğüne çağrıda bulunan bir insandır,” diyor.

Yazar olma hakkının kimseye verilmediği, tam tersine alındığı bir ülkede; ‘yazar’ ya da ‘yazan’ diye sunulan değerlerin bu hakkı tek edinebilecekleri yer basın tarihi ve edebiyat ortamıdır. Mesleğin etiğini koruyarak görevlerini yapanlar yapar; yazılarını yazıp, röportajlarını gerçekleştirip, haberciliklerini yerine getirirler. Eğer onların yaptıklarında edebi/sanatsal bir yan var ise; yazdıklarıyla basın/yazın tarihi içinde yerlerini alırlar. Yazarlık kimlikleri orada ışır durur.

Bugün, gazeteciliğin bir yazı türü olan fıkra, makale, röportaj yazıları aynı zamanda birer edebi türdür de. Ahmet Rasim, Falih Rıfkı Atay, Haldun Taner, Oktay Akbal, İlhan Selçuk; Çetin Altan, Aziz Nesin, Hasan Pulur, Bekir Coşkun.. gibi yazarların köşe yazarlığında; Fikret Otyam ve Yaşar Kemal’in de röportaj yazarlığında önemli kilometre taşlarıdırlar. Zaman, onların bu çabalarını, birikimlerini bize taşımıştır. Onların, yazdıkları dönemlerde, bir ‘yazar’lık telâşesinde olduklarını, ‘yazar mıyım, değil miyim’ gibi kuruntularla yazdıklarını sanmıyorum. Yaptıkları ‘iş’in sorumluluğudur bunu onlara veren, önlerini açıp, geliştiren.

İş’i güne, güncele bakmak, değerlendirmek; okuru bilgilendirip aydınlatmak, hatta yönlendirmek olan gazetecinin yaptığı işi, sonuçta ya habercilik ya da yorumculuktur. Yani ya muhabir, ya da fıkra/makale/röportaj yazarıdır sonuçta.

Bugün basında gözlediğimiz, bir değer karmaşasının yaşandığıdır. Bu gerçeğin bir boyutu şudur: İmlediğimiz ‘sıfat’lar kişilere, neredeyse (tıpkı birer ulufe gibi) verildiği/sunulduğu, istenildiğinde de bunun geri alındığıdır.

Yazar olmak hakkı elbette ki kimseye verilmez. Bunun edinilmesi ya da göstergesi salt yazılıp ortaya konulan yapıtlar da değildir, kanımca. Canetti, biraz da bunun altını çizmiyor mu?

Yazmak girişimi, yazı yazmak başka bir şeydir; yazar olmak başka..

Belirli bir sorumluluk, bilinçlilik düzeyi, birikim, dil bilinci, yazarlık tutumu/tavrı/duruş yeri/dünya görüşü, üslubu olmak zorundadır. Bunun ölçütü, hatta yeri ise; küçümsemek adına söylemiyorum; gazete sütunları değildir. Günlük gazete yazısı yazarak, salt ‘yazan’ biri durumuna gelerek olamayacağı gerçektir.

Yukarıda adını andığımız yazarlara dönüp bakarsak; imlediğim yazarlık tutumunun birçok özelliğinin onlarda bulunduğunu gözleriz.

Şimdi söz geldi, yazarın neye/niçin/ne hakkında nasıl konuştuğuna dayandı sanırım!

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları