Edebiyatta ve sinemada Çakırcalı

Yaşar Kemal’in ilk basımı 1972’de yapılan, “roman”değil “yaşam öyküsü” olarak tanımladığı 182 sayfalık “Çakırcalı Efe” ve Sabahattin Ali’nin terekesinden çıkıp ölümünden çok sonra yayımlanan 40 sayfalık öyküsü “Çakıcı’nın İlk Kurşunu”…

Edebiyatımızın iki devi Yaşar Kemal ve Sabahattin Ali, “Çakırcalı” ya da “Çakıcı” olarak bilinen, Aydın-Ödemiş-Nazilli civarında Osmanlıya ve yöresel beylere kök söktürmüş, 39 yıllık yaşamıyla (1872-1911) efsaneleşmiş ünlü Mehmet Efe’yi sarsıcı bir üslupla ele alıp edebi derinlikle yaklaşmışlar, adeta ölümsüzlüğüne ölümsüzlük katmak istemişlerdir. Hakkında türküler-ağıtlar yakılmış, öncesinde de pek çok araştırmacı-yazar tarafından ele alınmış, İngiliz ve İtalyan basınına bile konu olmuş Çakırcalı Efe, özellikle Yaşar Kemal’in açtığı kimi parantezler ve soru işaretleriyle birlikte tipik bir “sosyal eşkıya” olarak çizilmektedir iki eserde de.

‘BU DAĞLAR ZEYBEKSİZ KALMAMIŞTIR’

19. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu çökmekteyken, “düze inmelerine” rağmen hükümet içinde hükümetlik süren tüm eşkıyanın tuzağa düşürülerek öldürülmesiyle başlar serüven. Ahmed Efe de tuzağa düşürülenler arasındadır ve oğlu Mehmet babasının öcünü almak için dağa çıkar. Zorda kalmadıkça hükümet askerine kurşun sıkmayan, devlet malına el sürmeyen, ırza namusa dokunmayan, zenginden alıp yoksula veren, çetesiyle birlikte kısa sürede dokuz dağda nam salan Çakırcalı, peşine takılan Arnavut ve Çerkez çetecilerinin, Kamalı Zeybek gibi hunhar rakiplerinin, köylüye eziyet eden beylerin ise gözünün yaşına bakmaz. Yaşar Kemal, “Efelik Ege’de kökü ta ötelere, derinlere dayanan bir gelenekti. Osmanlıdan, Bizanstan çok daha eski. Belki de bu dağlar dağ olalı zeybeksiz kalmamıştı” diyor.

 ABDÜLHAMİT’İN MELANETİ

Sabahattin Ali, biraz daha farklı, daha siyasi ama çok tartışmalı bir tezle, deyim yerindeyse Emiliano Zapata ya da Pancho Villa hayaliyle yaklaşır Efe’ye: “İkinci Abdülhamit’in artık en ezalı zulümlere başladığı bir zamanda Ödemiş’te patlayan bu tüfeğin bu saltanatla eğlenecek bir ses olduğunu kim tahmin edebilirdi. Çakırcalı ilk kurşununun sesiyle beraber isyan sesini de yükseltmiş ve bir daha diri olarak ele geçmemeye ahd etmişti.” Ali, Abdülhamit’in melanetinden, zulmünü şiddetlendirmesinden, mütegallibenin sömürüsünden, saraya uzanan rüşvet çarkından da öyküsünün ilerleyen bölümlerinde sıkça söz eder.

‘BEN DE BEZDİM DAĞDA GEZMEKTEN’

Metin Erksan’ın 1958’de kendi yazdığı senaryodan hareketle çektiği, edebiyat uyarlaması özelliği bulunmayan “Dokuz Dağın Efesi / Çakıcı Geliyor” filmi ise ele aldığı tarihsel kişiliği alabildiğine kahramanlaştırır. Çakıcı’nın serüveninin belli başlı evrelerini belgesele yaklaşan bir anlatımla sıralayan film Fikret Hakan’ın belki de tüm kariyerinin en iyi performansını sergilemesiyle o güne dek çekilmiş Efe filmlerinden bir adım öne çıkmayı başarır. Açık hava serüveni duygusunu baştan sona diri tutan filmde çevre-mekan düzenlemesi, kostüm ve figürasyon çalışması hayli parlaktır. Anlatıcı sese çok işin düştüğü filmde Çakıcı ve adamları “Gölgesinde yılan bile uyumaz şanlı yiğitler... Her biri bir tabura bedeldir… Yaktıkları konakların, döktükleri kanın, attıkları kurşunun haddi hesabı yoktur” diyerek tanıtılır ve 104 dakika boyunca “Sayısız iyilikler, sayısız kötülükler” anlatılır.

Kitaplardan farklı olarak filmde, Çakırcalı’nın özel olarak kin güttüğü, yüzlercesini gözünü kırpmadan öldürdüğü Arnavut ve Çerkez çetecilerine hiç değinilmez. Erksan finale doğru, çocuğunun beşiği başındaki Efe’ye “Ben de bezdim dağda gezmekten, usandım, ettiklerim doğru değil biliyorum, çaresiz bir kere dağa çıktık, elimiz tüfek tuttu, kolay kolay dönülmüyor bu yoldan” dedirtir ve Karıncalıdağ’daki son büyük çatışmaya odaklanır. Film, “İndirdiler Ödemiş’in düzüne / Kellesi yok ki bakam yüzüne / Çakıcı vurulmuş inanmam sözüne…” ağıtıyla noktalanır. Başına büyük ödül konulan Çakırcalı’yı öldüren kurşunun kimin silahından çıktığı konusunda ise Yaşar Kemal, Sabahattin Ali ve Metin Erksan farklı adresler gösterirler.

Ve son olarak çok ilginç bir not: Metin Erksan 15 Haziran 1959 tarihli Vatan gazetesinde kaleme aldığı yazıda, Çakıcı gerçeğinin filmdekiyle hiç alakasının olmadığını, ünlü eşkıyanın aslında İngiliz mali oligarşisi tarafından Osmanlıyı zayıflatmak için desteklenen bir ajan olduğunu, fakat sansüre takılacağı için bunları dile getiremediğini belirtir.