Gazze için konuşmanın bedeli
Yaklaşık kırk yıldır tanırım onu. İşe başladığımda tanıştığım ilk insanlardandı. Kısa sürede yalnızca meslektaş değil, arkadaş da olmuştuk. Sıcak, arkadaş canlısı, sevgi dolu bir insandı. Henüz yirmili yaşlarının ortasındaydı, benden bir ya da iki yaş daha küçüktü. Çalıştığım kurumun basın bölümünde görev yapıyordu. Alman Dili ve Edebiyatı öğrencisiydi; eğitimini sürdürürken iş hayatına da devam ediyordu.
Çalıştığı bölümde yazı işlerini ondan daha iyi bilen yok gibiydi. Kurumun aylık dergisine yazılar hazırlıyor, hazırlanmış yazıları redakte ediyordu. Ancak çalıştığı bölümün ortamından pek memnun değildi. Bulunduğu ortama göre fazla eğitimliydi. Çok ilgiliydi, her alanda bilgi edinmek istiyor, diğer bölümlerdeki iyi eğitimli insanlarla ilişkiler kuruyordu. Fakat birlikte çalıştığı insanlarla ve özellikle bölüm şefiyle yıldızı bir türlü barışmıyordu. Bu onun mutsuzluğuydu. Oysa kurum tam da onun istediği bir kurumdu: Emek, emekçi, onların hakkı ve hukuku üzerine çalışmak istiyordu. Bölümde mutsuzdu. Bu mutsuzluğundan dolayı da bir süre sonra da işten ayrıldı.
Girişken, yetenekli, kalemine ve diline hâkimdi. Kısa süre sonra devlet televizyonu ve radyosunda işe başladığını öğrendim. O günden sonra tam otuz yedi yıl boyunca televizyon gazeteciliği yaptı. Bu süre zarfında tüketici haklarından kira ve mülkiyet sorunlarına, küçük işletmelerin yaşadığı zorluklardan büyük şirketlerin mağdur ettiği vatandaşların şikâyetlerine kadar pek çok önemli konuyu gündeme taşıdı. Her programı toplumda ses getiriyor, izleyiciler bir sonraki programını merakla bekliyorlardı.
Meslek yaşamı boyunca, “yılın gazetecisi” de olmak üzere birçok basın ödülü verildi kendisine. Ancak çalıştığı devlet televizyonunun programları, özellikle habercilik açısından tek taraflı hale geldiği için izlememeye başladım. Kendisine son yıllarda özellikle sosyal medyadan ulaşabildim. Sosyal medya hesabında da farklı konularda paylaşımlar yapıyordu; hobi bahçeciliği bunlardan biriydi. Babadan kalma küçük bir bahçeyi adeta bir cennet köşesine dönüştürmüş, farklı bitkiler ve ağaçlar yetiştirmişti. Bu bahçede birer ikişer numunelik de olsa Avusturya’da daha önce yetiştirilmemiş çiçek ve meyveleri yetiştirmeye başlamıştı.
GAZZE PAYLAŞIMIYLA KOPAN FIRTINA
Çiçek, böcek ve ağaçtan başka gündeme dair siyasi, sosyal ve kültürel paylaşımlarla da düşüncelerini açıklıyordu. Bu konulardan biri de hiç şüphesiz günümüzün yarayan kanası Gazze katliamıydı. Batı’da vicdanlı aydınlar vardır haa. Gazze ve Gazze katliamcıları hakkında yaptığı bir paylaşım nedeniyle büyük bir tartışmanın içine düştü. Sosyal medya hesabında yaptığı yorum yanlış anlaşılınca, çalıştığı kurumun genel müdürü ondan özür dilemesini istedi. Özür diledikten sonra da uzun yıllar süren emeğine rağmen işine son verildi. Kendisi sözlerinin yanlış yorumlandığını, herhangi bir düşmanlık ya da nefret söylemi amacı taşımadığını açıkça ifade etse de bu açıklamalar yeterli bulunmadı. Ülke yönetimine çok fazla etkisi olan cemaat örgütlenmeleri harekete geçti. Ayrıca diplomatik çevrelerden ve çeşitli kuruluşlardan da baskı gördü. Hepsi “daha fazla ceza almalı” diyordu. Avukatlarını harekete geçirdiler, ceza alması için suç duyurusunda bulundular.
Olayın ardından ailesi de bu süreçten olumsuz etkilendi. Onların herhangi bir sorumluluğu olmamasına rağmen, yaşanan gelişmeler aile üzerinde psikolojik baskı oluşturdu. Yaşananların ardından serbest meslek sahibi eşi bir daha iş alamayacaktır, üniversite okuyan çocuğunun ise geleceği şimdilik karanlık görünmekte.
BATI’NIN ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ ANLAYIŞI
Gazeteci arkadaşım, bu süreçte yalnız bırakıldığını söylüyor. Ne meslektaşlarından ne de basın örgütlerinden ciddi bir destek görebildi. Sadece bazı gazeteler, kurumla yollarının ayrıldığını haberleştirdi, o kadar. İki de bir Türkiye’de fikir özgürlüğü diye yazılar kaleme alan; sömürge ülkesi gazetecileri gibi, kontrol için uçağa atlayıp Ankara ve İstanbul’u yol eden gazetecilerden ses soluk çıkmadı. Çıkmayacaktır da.
Bu olay Batı Avrupa’da düşünce özgürlüğünün sınırlarının hangi alanlarda daraldığını açıkça gösterdi. Gazze’de yaşanan insanlık dramına karşı sesini yükseltenler polisin sert müdahaleleriyle susturuluyor. Gazeteciler veya sanatçılar tek bir cümle yüzünden hayatlarını adadıkları mesleklerinden edilebiliyor. Okurlarımızın dikkatinden kaçmamıştır; yazımızda gazetecinin ismine, fotoğrafına ve kullanmış olduğu cümleye Avrupa’daki demokrasi bolluğundan ötürü yer vermedik. Bu tablo, Batı demokrasisinin düşündüğümüz kadar özgürlükçü olup olmadığını sorgulatıyor.
Efendim? “Beğenmiyorsanız, orada ne işiniz var, geri dönsenize” diyenleri duyar gibiyim. Yoksa yanılıyor muyum?