HAMAS ve Cüneyt Arkın’ın tavsiyeleri

2 Ağustos 2013’te “HAMAS” başlığıyla bir yazı yayımladık. O yazıyı yeniden okumanızı öneririz. Filistin, genelde dış destekle hayatını sürekli “tüketen” bir toplumun acı öyküsüdür. Bu diyarda, daha çok ödeme yapana, daha çok yardım sağlayana “meyil gösterme” ilkesel tutumların yerini almıştır. HAMAS’ın en önemli liderlerinden olan Halit Meşal’in Suriye macerası 1999’da başladı. İsrail istihbaratı 25 Eylül 1997’de Meşal’i Amman’da zehirleme girişiminde bulundu, ama başarısız oldu. İki İsrail ajanı olay yerinde ele geçirildi. Baskılar karşısında Mossad şefi Danny Yatom, panzehir götürmek için Ürdün başkentine uçmak zorunda kaldı. Olayın ardından Ürdün devleti Meşal’in ülkeyi terk etmesini istedi. Hiçbir ülke Meşal’i kabul etmedi. Suriye devreye girdi ve ona yurt oldu. Sami Abu Zihri bugün HAMAS’ın resmi sözcüsü ve medya sorumlusudur. Gazze’de yaşıyor. Öğretim üyeliği yaptığım Şam Üniversitesi Tarih Bölümü’nde okudu. İslam tarihi üzerine doktorasını yaptı.

Öğrencimiz Sami ile sürekli görüşürdük. O zaman da HAMAS’ın genç ama önemli bir üyesi idi. Suriye ve Esad iktidarının genelde Filistin, özelde HAMAS için yaptıklarını bir babanın oğluna dahi yapmayacağını söylerdi. Lideri Halit Meşal, “Esad, Arap ve İslam âleminin en büyük halk kahramanıdır, gerçek tek lideridir. Allah’ın İslam âlemine gönderdiği bir lütuftur. Hakkını hiçbir zaman ödeyemeyiz” açıklamalarını yaparken Sami’ye takılırdık: “Biraz abartmıyor mu?” Kızardı. “Esad ve Suriye olmasa biz bugün hiçtik. Her şeyimizi ona borçluyuz. Suriye anayasasına göre Suriye vatandaşları gibi eşit haklara sahibiz. Suriye ve Esad bizden dolayı büyük baskılara maruz kaldı. Meşal kardeşim az bile söylemiş” diye çıkışırdı.

Ve sonunda Suriye malum kirli savaşa maruz kaldı. Her Suriye ziyaretinde özellikle Halit Meşal ile bir araya gelmeyi talep eden Ahmet Davutoğlu ve Katar eski Emiri Hamad El-sani, Meşal’in hemen Suriye’yi terk etmesini ve “muhalefete” katılmasını tavsiye ettiler.  Esad’ın “er ya da geç devrileceğini” bu şartlarda kaybeden tarafta olmaması gerektiğini telkin ettiler… “Beşşar Esad devrildiğinde onunla birlikte olan herkes devrilecek. Size ait olmayan bir savaşta yenileceksiniz” dedi. “İran’a yönelik bir savaş yakın, İran’a yapılacak saldırı Tahran’ın zannettiği çerçevede olmayacak.” HAMAS’a “İran’a ihtiyaç duymayacağı ölçüde destek” sözü verdi. Meşal Suriye’den ayrıldı. Ancak vicdanı cüzdana satmak istemeyen bazı “yoldaşları” Meşal’i çok ağır eleştirdiler.

Usame Hamdan, İmad El İlmi, Mahmud Zahhar, Muhammed Nezzal ve Kassam Tugayları Komutanı Ahmed El Caberi gibi önde gelen HAMAS liderleri, Meşal’e karşı tavır aldı. Meşal, HAMAS içerisindeki tüm bu ihtilaflara rağmen, Suriyeli muhalifleri devlete karşı destekleme seçeneğini uygulamaya koydu. Bu iş için HAMAS’ın Şam’daki önde gelen askeri komutanlarından Kemal Hüsni Ganace’yi Suriyeli muhaliflerle koordinasyon içinde olmakla görevlendirdi. Âmâ Ganace, bu emri Hizbullah ve Suriye istihbaratı ile paylaştı. Muhaliflere saptırıcı istihbaratlar verdi. Muhalifler aldatıldıklarını anlayınca Meşal’in emriyle kaldığı evi bombalayarak onu katlettiler.

DOSTLUK İÇİN YENİDEN ÇABALIYOR

Katar Emiri’nin Gazze ziyaretiyle, İsrail’in Kassam Tugayları Komutanı Ahmed Caberi’ye yönelik suikastı eş zamanlı gerçekleşti. Caberi, Meşal karşıtı blokun güçlü liderlerinden biriydi. Meşal’in emirleriyle hareket eden HAMAS militanları Suriye muhalefetine özellikle tüneller açma tekniği, ağır silah kullanımı, havan topları yapımında önemli yardımlar sundu. Meşal, AK Parti’nin 4. Olağan Kongresinde Erdoğan’a, bir zamanlar Esad’a söylediklerini tekrarladı: “Siz İslam âleminin liderisiniz”. Peki, “ona yurt olmuş Suriye gemisini terk eden ilk fare” konumundaki Meşal bugün ne yapmaktadır? İran, Suriye ve Lübnan ile tekrar “dost” olmak için yoğun bir çaba içindedir.

Ancak geçen ay Lübnan’a yaptığı ziyareti esnasında tüm ricalara rağmen Hizbullah lideri Hasan Nasrallah tarafından kabul edilmemişti. Şam ve Tahran’a gönderdiği mesajlar cevapsız bırakılmıştı. Büyük Orta Doğu Projesinin (BOP) en önemli amaçlarından birisinin Filistin meselesinin İsrail lehine külliyen tasfiye edilmesi olduğunu idrak edemediler.

Bilerek veya bilmeden BOP’a hizmet ettiklerinin farkına varamadılar.  BOP’un önünde en büyük engel teşkil eden ve Filistin davasının ağır sıklet merkezi Irak, Suriye, Mısır ve Lübnan’ın, yani İsrail’i çevreleyen ülkelerin ağır krizlerle ve terörle teslim alınması veya tasfiye edilmesi sürecine katkıda bulundular. Kıssadan hisse bindikleri dalı ellerine verilen BOP testeresi ile kesmeye koyuldular.

Amma ve lakin bu makûs süreci tersine çevirmeyi amaçlayan Gazze’den Beyrut’a bir ziyaret gerçekleşti. Mevlüt Çavuşoğlu Ankara’da İsrail Dışişleri Bakanı Yaer Lapid’i ağırlarken, bir zamanlar AK Parti’nin en önemli etkinliklerinde baş tacı edilen Filistin HAMAS örgütünün lideri İsmail Haniye Lübnan’da İsrail’in amansız düşmanı Hasan Nasrallah ile görüşme halindeydi. Uzun bir aradan sonra İsmail Haniye, geçen hafta Beyrut’ta Nasrallah ile bir araya geldi. Bu ziyareti tetikleyen iki önemli sebep var: İsrail’e karşı direnişin sembolü haline gelmiş olan Gazze’yi sistematik İsrail saldırıları ile bunaltmak ve havuç proje olarak sunulacak olan MAYSA projesi ile Filistin’i ilelebet tasfiye etmek. Orta-Doğu Güvenlik ve Ekonomik İttifakı (MAYSA) projesi, ABD-İngiltere destekli içinde İsrail, Körfez Şeyh hanedanlıkları, Suudi Hanedanlığı, Ürdün ve Mısır’ın yer alması planlanan bir oluşum. Geçmiş dönemlerde de benzer isimlerle aynı amaçlar için kurulan bir yapı.

AMAÇ FİLİSTİN’İ YOK ETMEK

MAYSA’nın iddia ettiği amaç bu ülkeler arasında turizmi teşvik etmek. Başta Kızıl Deniz olmak üzere devasa turizm merkezleri inşa etmek. Arap ülkelerini İsrail ve Dünya Yahudilerinin ziyaretine açmak. Arap turistleri İsrail’de ağırlamak. Söz konusu ülkeler arasında güvenlik ve askeri işbirliğini güçlendirmek. Karşılıklı ticaret ve ekonomiye yatırımları artırmak. Arap Körfez, Suudi petrol ve doğal gazını karadan İsrail’e buradan Avrupa’ya taşımak. Filistin meselesine adil çözüm bulmak. Adil çözüm dedikleri uluslararası arenada resmi temsilci olarak kabul edilen Mahmut Abbas’ın başında olduğu Batı Şeria bölgesini Ürdün’e katmak. Bu bölgenin Filistinlilerini Ürdün vatandaşı yapmak.

Gazze’ye de ya yok edilirsin ya da teslim olur İsrail vatandaşlığına geçer hayatta kalırsın yahut Sina çölüne inşa edilecek yeni yerleşim birimlerine intikal edersin çözümünü dayatmak.  HAMAS Genel Sekreteri Dr. Halil El-Hayya, Lübnan El-İhbariye gazetesine verdiği röportajda, FKÖ’nün başında olan Mahmut Abbas ve askeri-istihbarat kliğin Filistin davasını sattıklarını, zengin Körfez Şeyhliklerinden gelen parasal yardımlarla şiştiklerini, İsrail, İngiltere ve ABD’nin kuklası haline geldiklerini iddia etti ve MAYSA projesini Arap, İslam ve Filistin davasına ihanet eden sinsi bir yeni plan olarak değerlendirdi. İsrail yetkilileri başta İsrail ile diplomatik ilişkiler kuran Körfez Şeyhlikleri ve Türkiye ziyaretlerinde bulunurken, HAMAS yetkilileri Beyrut, Şam, Bağdat, Sana, Tahran, Cezayir, Tunus başkentlerinde ilişkileri yeniden pekiştirmenin arayışında. 

HAMAS liderlerini buna zorlayan ikinci önemli sebep Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini yeniden tanzim etmesi ve Erdoğan ile Çavuşoğlu’nun İsrail ablukası altında olan Gazze’yi ziyaret etmemeleri. Son İsrail’in Gazze saldırıları karşısında Türkiye’nin kınama mesajları dışında bir yaptırım kararı almaması, Çavuşoğlu’nun mayıs ayında İsrail ve Filistin ziyaretini HAMAS’ın sadece “ABD ve İsrail’in” kuklası diye tanımladıkları Mahmut Abbas ile sınırlı tutması. Çavuşoğlu ziyareti esnasında doğru ve uluslararası hukuka ve kararlara uygun konuşmuştu; “Kabul görmüş uluslararası parametreler temelinde, 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması şarttır. Dolayısıyla iki devletli çözüm vizyonundan kimsenin uzaklaşmaması gerekiyor. Filistin sorunu ancak bu şekilde çözüme kavuşabilir. Bu yönde Türkiye olarak üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğiz.” demişti.

Suudi Veliahttı, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve ABD yetkililerin ziyaretleri ve Türkiye’nin bir an önce Mısır ile ilişkilerini düzeltme arzusunun MAYSA projesi ile de ilgili olup olmadığı, Türkiye’nin bunun için hangi tavizleri verip vermeyeceği, bu projenin parçası olup olmayacağı, Filistin konusunda Sayın Çavuşoğlu’nun açıklamalarına uygun politikalarda ısrarcı olup olmayacağı önümüzdeki günlerde netlik kazanacak.

‘TAVSİYELERİ ÖRNEK OLSUN’

Ülkemiz herkesin yüreğinde bir yer edinmiş olan Cüneyt Arkın’ı ebediyete uğurladı.

Arkın, “Ben köy çocuğuyum… Eskişehir’de, köyde büyüdüm. Topraktan evlerimiz vardı. Babamın en büyük yardımcısıydım. O koyunlar, onların o munis bakışları… Benim hayat felsefemin özü sevgi. Tabii ki milliyetçiyim. Nasıl olmam! Benim babam Kurtuluş Savaşı gazisi. Öyle bir babanın oğluyum ben. İstiklal Savaşı gibi bir savaşımız, olmuş. Kahramanlarımız var. Atatürk var ya Atatürk! Onun üzerine insan yok. Dehasının üzerine deha yok. Genel kültürü, siyasi ve askeri dehası… Ecdadımızı bilmeliyiz, tanımalıyız. Sahip çıkmalıyız. Kaç yıllık bir tarihi birikimi var benim ecdadımın. Dünyada Türk milleti kadar tarihi birikimi olan başka bir millet yok. Bunları bilir, özümserseniz, milliyetçi olmanız zaten kaçınılmazdır.” 1981’de çekilen ‘Öğretmen Kemal’ filminde “Benim de bir öğretmenim var. Mustafa Kemal. Ben, onun eliyim, diliyim. Bizim aklımız, önderimiz sensin. Senin devrimlerin” repliği ile anılıyor.

Arkın hayatını anlattığı kitabında, “James Bond filminde oy­namak için teklif alınca, ne kadar Bond filmi varsa dikkatle izledim. Nasıl Amerika dünyada en güçlü, en yenilmez devletse, insan olarak James Bond da her ne kadar İngiliz ajanı olsa da gücü ve yenilmezliğiyle adeta Amerika’yı temsil ediyordu. Genel anlamıyla, kapitalizmin bir ürünüydü. Kapitalizmin şımarık, kibirli, kendinden başka kimseyi sevmeyen, acımasız bir sembolüydü. Aldatmayı, sömürmeyi seviyordu. Güce tapıyor, güçsüzün karşısında zalim kesiliyordu. Gücün, güçlünün iktidarı için savaşıyordu. Kabul edemezdim.”

Ruhu şad, tavsiyeleri özellikle devlet yönetenlere ve muhalefete örnek olsun.