Hayalet orkide

Halit Refiğ, Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı adlı yapıtını ekranlara uyarladığı günlerde Celal Bayar’la bir söyleşi yapar. Söyleşisi sırasında Bayar’a devletin tiyatrodan baleye, müzikten güzel sanatlara dek her bir sanat dalını kanatları arasına aldığı halde neden sinemayı bunların dışında bıraktığını sorar. Bayar’ın yanıtı ise “Biz o işi Selaniklilere bıraktık” olur…

Bayar’ın sözünü ettiği Selanikliler Türk sinemasının Kemal Film ile birlikte ilk yapımevlerinden biri olan İpek Filmin kurucusu olan İpekçi Kardeşler’dir. Oldukça kalabalık bir aile olan İpekçi Kardeşler, önce Eminönü’nde iğneden ipliğe her bir şeyin satıldığı Selanik Bonmarşesini açarlar sonrasında da sinemaya el atarak film yapımından film ithaline, ham film ticaretinden sinema işletmeciliğine dek her bir alana el atıp Türk sinema ortamının bir bakıma MGM’i (Metro- Goldwyn-Mayer) olurlar.

Esra Tüzün’ün Hayalet Orkide kitabındaki anıların sahibi de Bayar’ın “Biz sinemayı Selaniklilere bıraktık” dediği Selanikli İpekçi ailesinin üçüncü kuşağından olan Betül İpekçidir. Neredeyse tüm aile sinemacı olunca Betül Hanım da bundan kaçamamış, kıyısından da olsa bu alana girerek geçmiş zaman kurgusundaki anıların ağırlığını da sinemaya vermiş.

Betül Hanım anılarını; ben merkezciliğin olası tuzaklarına düşmeyip “beyaz yalanlara geçit vermeden” zaman zaman sinemamızın resmi tarihine muzipçe, çaktırmadan çelmeler atarak birinci el tanıklıkla kısa, sade ancak bir o kadar özenle seçiliş olduğunu ortaya koyan büyük bir içtenlikle anlatmış da içlerini doldurarak anlatmış. Anlatılanların birçoğu sinema tarihimizin o dönemlere denk düşen pazılının kimi boşluklarını doldurduğu gibi, kimi doğru bilinen yanlışlarını düzeltmeye yönelik.

Betül hanım bir bakıma İpekçilerin sinema alanındaki gelişmesine koşut olarak büyür. Çocukluk yıllarının büyük bir kısmı İpekçi kardeşlerin sinemamızda tekel kurma evresine denk düşer. “İpek sinemasındaki matinelere gittiğimizde, patronun kızı geldi, diye karşılanmamız pek hoşuma giderdi” diyerek İpekçiler’in Melek’ten sonra onun hemen yanışındaki Opera sinemasını, daha sonra da İzmir’de Milli Kütüphane Sinemasını devralıp Elhamra sinemasını yaptıklarından söz eder. Betül hanım İpekçilerin sinemadaki tekel oluş evresini “ben büyüdükçe bizim film şirketimiz de büyüyordu” diye tanımlar.

“…Tam bu dönemde babamlar İpek Film olarak Bir Millet Uyanıyor için kolları sıvadılar… Senaryosunu Nazım Hikmet yazacak, dahası rejisörlüğünü de yine kendisi yapacaktı. Henüz çok genç bir adamdı ama Selanik kökenli olduğu için bizim aileyle arası çok iyiydi. … İşte bu filmde yer alacak bir sınıf rolü için altı çocuk gerektiğini söylediler. Ben, en yakın arkadaşım İnci, ağabeyim Günen, yine bizim okuldan Orhan Pamuk’un babası Gündüz Pamuk, bir amcası Aydın Pamuk ve en büyüğü Özhan Pamuk ki ağabeyimin sınıfındaydı toplanıp stüdyoya gittik…”

“…Biz o gün stüdyoda artist olurken bir anda polis geldi. Nazım Hikmet’i alıp Bursa’ya hapishaneye götürdüler.” Babamlar ne yapacaklarını bilemediler. Nazım Hikmet özgürlüğün simgesi olmuştu. Ailede yine yas havası esmeye başladı. Nâzım Hikmet’in rejisör olması imkansızdı. Ailemizin umudu olan film elden gitmek üzereydi.”

İpekçilerin sinemada yaptıkları bir diğer önemli filmi ise Türk sinemasının ilk sesli, ilk ortakyapım (Türk-Yunan-Mısır) ve de ilk melodram türü olan İstanbul Sokakları’ydı. Bu filmin dublaj işlerini ise Nazım Hikmet’le Ferdi Tayfur üstlenmişlerdi. 60 bin liraya mal olan film İpekçilere ait İpek (eski Opera) ve Elhamra sinemalarında gösterilerek senenin en iyi gişe yapan filmlerden biri olur. Betül hanım “Bizim aile yeniliğe doyamıyordu, hastalık gibi bir şeydi bu. Jurnal Film yapımına başladılar. Türk seyircisi ülkesinde yaşanan kimi olayları jurnal filmlerden öğrenmeye başlamıştı. Bunlar İpek Film Gazetesi sunar diye başlıyordu.”

Betül hanım kitapta çirkinliğinden de bol bol söz eder hatta bir bölümün başlığı “Çirkinliğimden kurtulmak için evlendim” olur. Ancak çocukluk yıllarında Muhsin Ertuğrul’un dikkatini çekecek kadar da güzeldir. “Ben tüm yasakları kabul ederek stüdyoda bulunurdum. O dönemde çok güzel küçük bir kızdım. Her gören beni sevmek isterdi, sonraları değişse de. Muhsin Ertuğrul beni görünce, kim bu afet, ona bir rol verelim, demiş. Babam buna fena halde bozuldu. Bir daha stüdyoya gitmem yasaklandı.”

Elbette ki kitapta anlatılanlar bu kadarla sınırlı değil; Maçka Palas bebeği Abdi İpekçi., Keriman Halis, Sebataizim ve anneannenin Müslümanlığı, Benli Belkıs, artist gibi olan İsmail Cem, Abdi’nin ölümü üzerine annesinin kör oluşu ve daha fazlası kitapta. Sinemamızın doğuş yıllarına tanıklık etmek isteyenler için Esra Tüzün’ün belgesel tatlar da içeren, klasik biyografik çalışmaların dışına taşan ayrıksı bu çalışmasıyla geçmiş zaman sinemalarında bir gezintiye çıkabilirsiniz.

Dipnot: Esra Tüzün “Hayalet Orkide, Sinemaların Kızı” Edebiyatist, İstanbul, Temmuz 2025.