Cenk Özdemir

cenk.tumer@gmail.com

Son Yazıları

ESK kime hizmet ediyor?

Geçtiğimiz günlerde ESK (Et ve Süt Kurumu), satış mağazalarındaki et fiyatlarına %20-%25 oranında zam yaptı. Piyasada üreticiyi ve tüketiciyi göze alarak et fiyatını düzenlemesi beklenen ESK’nın yaptığı bu fiyat artışı, halktan tepki gördü. Öyle ya zaten et pahalıydı, devletin kurumu kendi sattığı etin fiyatını artırarak piyasadaki et fiyatını da tüketici aleyhine etkilemiş oldu. Bu zam tüketicinin aleyhineydi de üreticinin lehine mi oldu? Hayır, o da olmadı aslında. Çünkü et fiyatlarının sürekli zamlanması ya da dalgalanması üreticinin de yararına olan bir şey değil. Çünkü üretici ya da besici elindeki canlı hayvanını satarken sattığı hayvanın yerine yenisini koyma noktasında da zorlanıyor. Piyasada et fiyatları artarken yüksek fiyattan satın aldığı besilik hayvanın değeri, yapılan ya da yapılacağı duyurulan ithalatla düşünce de büyük zarar ediyor. Fiyatlar istikrarsız seyrederken elindeki besilik materyali satmayan ya da satma konusunda kararsızlık yaşayan üretici de piyasada et arzında soruna sebep oluyor. Yüksek maliyetlerle üretim ya da besicilik faaliyeti bir de ithalat baskısı ile karşılaşınca ülke hayvancılığı zarar görüyor. Tarım politikamız yanlış olunca ülkemizde hayvansal üretimde yaşanan sorunları çözemiyoruz, eti, sütü, peyniri, yoğurdu pahalı yiyoruz, üreticimize hak ettiğini veremiyor, üretimimizi devam ettirebilmede zorluk çekiyoruz. “Tarım politikamız” dedim ama bazı çiftçi dostlarımız “Bizim tarım politikamız yok!” diyorlar. Tarımda kamucu adımlar atılmayan bir ülkede haliyle böyle bir düşüncenin haklılık payı vardır çünkü devletin piyasadan elini çekmiş olduğu bir ortamda çiftçi kendini “sahipsiz” görür.

Gelelim tartışmaların odağı olan ESK’ya. Piyasa düzenleyici bir devlet kurumu olması gereken ESK bugün “ithalat yapan” bir kurum haline gelmiştir. 1952 yılında Cumhuriyet’in devletçi, milli, devrimci ve halkçı ruhuyla kurulmuş olan bir kamu kuruluşudur ESK. O zaman ki adı Et ve Balık Kurumu olan bu kurum diğer KİT’ler gibi kamucu siyasetlerde kilit rolü oynayan bir kurumdu. Kars’tan İskenderun’a, Ağrı’dan Manisa’ya, Gaziantep’ten Samsun’a et kombinaları ile üreticinin hayvanını uygun fiyata satın alır, kesim yapıp depoladığı eti, piyasaya ufak bir kârla verir ve böylece üreticiyi de tüketiciyi de memnun ederdi. Bütün KİT’ler gibi ESK da bu faaliyetiyle hem piyasadaki fiyatı belirler, haksız kazanç ve tekelleşmelerin önüne geçer hem de enflasyonla mücadelede önemli bir rol oynayıp ülke ekonomisine katkı sağlardı.

Yazının Devamı

Çiğ süt fiyatı

Ülkemizde çok uzun süredir -özellikle 1980 sonrasından günümüze kadar-hayvansal gıda fiyatları hakkında hem üretici hem de tüketici şikâyetçidir. Tüketici pahalı bulur, üretici de para kazanamadığından şikâyetçidir. Toplumun her iki kesimi de haklıdır. Emekçi üretici hakkını alamazken, halk yüksek fiyatlardan şikâyet ediyorsa üretilen değerin yanlış kişilerin cebine gittiği kesindir.

Artan gıda fiyatları ile ilgili özellikle 1980’leri işaret etmek doğru olacaktır. Bildiğimiz gibi 12 Eylül ile beraber Tarımsal Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) özelleştirilmesi tarımsal üretime büyük darbe vurmuştu. Tarımsal üretimi destekleyen bu kurumlar yok olunca üretici üretmekte, ürettiğinden hak ettiğini kazanmakta zorlanır oldu. Özelleştirmelerle, yok edilen üretici kooperatifleriyle ilgili konulara daha önceki yazılarımızda değinmiştik tekrara düşmemek adına yeniden bu konuya girmeyeceğim. Bu noktayı özetlemek gerekirse 80 sonrası ekonomi politikalarıyla devlet piyasadan elini çekti ve üretici zor durumda bırakılarak üretimden çekilmeye zorlandı. Bugün gelinen noktada tarımsal üretimden çekilen çiftçi sayısı her sene artmaktadır.

Yazının Devamı

Honaz’ın Menteşe Köyü

“Üreten Türkiye” programının yolu bu sefer Denizli’nin Honaz ilçesine bağlı Menteşe Köyü’ne düştü. Kıraç, dağlık bir orman köyü olan Menteşe, 1800’lerin sonuna doğru buraya yerleşen Menteşeoğlu Yörükleri ile Avşar Köyü’nden gelen Avşarların oluşturduğu bir yerleşim yeri. Eskiden özellikle keçi yetiştiriciliği yapılırmış ve köylüler süt ürünlerini Honaz’da ya da Denizli’de satarlarmış. Günümüzde ağırlıklı olarak kirazcılık yapılıyor. Sonradan 2010-2015 arasında da “Cennet Elması” tarımına yönelmişler. Bugüne gelinceye kadar neler üretildi, geçmişte durum nasıldı, bugün durum nedir, üreticiler kazanabiliyor mu? Bu sorularımızın cevabını almak ve Menteşe’yi tanımak için İsmail Kara, Arife Kara ve Muharrem Uysal ile sohbet ettik.

Halen tarımsal üretim içerisinde olan 1953 doğumlu İsmail Kara, askerden döner dönmez 1977 yılında babasına bir traktör aldırmış. Daha önce öküz ile çift sürdüklerini belirten İsmail Bey, böylece çiftçiliğe başlangıç yapmış. 6 kardeşli İsmail Bey’e babasının 60 dekarlık toprağı yetmeyince icar (kiralama) yoluyla üretim yapmış. TARİŞ ve Pancar Kooperatifi’ne üye olmuş, pamuk ve pancar üretmiş. Kıraç bir bölge olduğundan tahıl üretmek zor olduğu için bölgede pamuk ve pancar üretimi ağırlıkta olmuş, bir de TARİŞ ve Pancar Kooperatifi de olunca pamuk ve pancar hem bolca üretilmiş hem de para kazandırmış. 1985-86 yıllarında kirazcılığa başlanan bölgede 1988’de Sulama Kooperatifi kurulmuş. TARİŞ’i bir de İsmail Bey’e sorduk o da anlattı…

Yazının Devamı

Denizli Honaz’da tarımsal üretimin durumu

“Üreten Türkiye” programının yolu, 8 Ocak 2024 tarihinde Denizli’nin Honaz İlçesine düştü. İlçede üreticilerimiz İrfan Çetinkaya ve Bülent Çetinkaya ile sohbet ettik. İrfan Bey, 40 adet büyükbaş, 100’den fazla küçükbaş hayvana sahip bir çiftçi ve aynı zamanda Honaz Süt Üreticileri Birliği Başkanı. İrfan Bey’in amcasının oğlu Bülent Bey ise belediyeden emekli olmuş, ek kazanç için tarımsal üretim yapmaya çalışan bir çiftçi. Bülent Bey’in babadan kalma bir toprağı olmadığı için çiftçilik yapmayıp belediyede çalışmış. Çiftçi bir babanın evladına ait neden bir toprak olmaz? Bu konu da tarımda üretimin devamı açısından üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gereken ayrı bir konu. Bülent Bey evlatlarını okutmak ve evlendirmek için kiralama yoluyla tarımsal üretim yapıyor ve “Biz evlatlarımızı değil torunlarımızı bile düşünürüz” diye de ekliyor. Toplumumuzda ailelerin bunca ekonomik zorluğa rağmen ayakta kalabilmesinin sebebi, işte bu yaşayan “aile içi dayanışma ruhu” değil de nedir? Honaz’da da Ege çiftçisinin düşmüş kalesi TARİŞ’i konuşmadan olmazdı. TARİŞ ayakta ve güçlüyken pamuk buranın da önemli gelir getiren ürünüydü. Pamuk, zamanında “Beyaz Altın” olarak nitelendirilirdi.

Honaz’da pamuğun yerini zamanla bağcılık almış. Sofralık üzümden 1993-2020 yılları arasında ihracat yoluyla iyi para kazanılmış fakat iklim değişikliğiyle düşen verim, yükselen maliyetler, kazancı azaltmış ve bağcılık büyük oranda bitmiş. Bugün ise ağırlıklı olarak Trabzon Hurması ve kiraz yetiştiriciliği yapılıyor. Ancak bu ürünlerde de yine artan maliyetler ve dahası Akdeniz-Ege Bölgeleri’nde etkili olan Akdeniz Meyve Sineği, verimi olumsuz etkiliyor. İrfan Bey’e göre kullanılan ilaçlar etki etmiyor ve Honaz’da Trabzon Hurması yanında kirazı da etkileyen meyve sineği, verimde %50’ ye varan düşüşe sebep oluyor.

Yazının Devamı

Avrupa’daki çiftçi eylemleri

"Bak görüyor musun adamlardaki çiftçileri, nasıl da haklarını arıyorlar?!" 2024 senesinin ilk aylarında Avrupa'yı saran çiftçi ve tarım emekçilerinin eylemleri çokça konuşuldu. Türkiye'de ise daha çok yukarıdaki gibi hayıflanma, özenme cümleleriyle yorumlandı bu eylemler. Aslında bu protesto eylemleri Avrupa'da artık görmeye alıştığımız "tarımsal sorunlar" konulu olağan çiftçi eylemlerinin ötesinde artık uluslararası, ekonomik, siyasi ve çevresel konuları da içermektedir.

Yazının Devamı

Hamzallı portakalı

Üreten Türkiye programı için Ocak ayının başında yaptığımız Ege turunda Aydın Kuyucak'tan sonra durağımız Nazilli'ye bağlı Hamzallı Mahallesi oldu. Hamzallı, 900 haneli, ağırlıklı olarak narenciye, yonca, silajlık mısır üretilen ve süt inekçiliği yapılan, yaşayan ve üreten bir mahalle. Köy kahvesinde üreticililerimizle buluştuk ve üretimi konuşmaya çalıştık. Mahalle Muhtarı Ali Önal ilk sözü aldığında ve kendisine tarımda işlerin nasıl gittiğini sorduğumda Ali Bey hiç tereddüt etmeden işlerin iyi gitmediğini söyleyiverdi. Narenciyedeki ülkesel sorun, bölgesel olarak burada da mevcut ve ne yazık ki Hamzallı’nın portakalı da ağaçta kalmış. Narenciyedeki sorunu birkaç programdır Ulusal Kanal'da ve yine birkaç yazıdır Aydınlık'ta üreticiden dinlemeye, çözüm yollarını bulmaya ve kamuoyuna aktarmaya çalıştık. Devletçi ve halkçı politikalardan uzaklaşan, Türkiye'de pazarın çarşının nasıl bir plansızlık ve kuralsızlık içinde karıştığını, bu karışıklık içinde üreticinin ürününü uygun fiyata pazarlayamadığını ve tüketicinin de gıda ürünlerini yüksek fiyatlardan dolayı alamadığını ya da almakta zorlandığını söylemiştik. Kanımca mevcut durumu bir daha yeniden özetlemekte ve çözümü de ortaya koymakta büyük fayda var:

Yazının Devamı

Çiftçi buluşmasında konuşulanlar

Aydın'da Kuyucak Belediyesi'nin bize tahsis ettiği salonda çiftçilerimizle buluştuk. Ulusal Kanal'da yayınlanan Üreten Türkiye programında üreticilerimizle bölge tarımında yaşanan sorunları konuştuk ve elbette çözüm önerilerini de dinledik. Kuyucak Belediyesi'ne, bize çiftçilerimizle buluşma imkânı sunduğu için teşekkür ederiz.

7 Ocak tarihinde buluştuğumuz Kuyucak'lı çiftçilerimizle portakal özelinde tarımda yaşanan yüksek üretim maliyetlerini ve doğaldır ki pazarlamada yaşanan sıkıntıları ele aldık. Üzülerek öğrendik ki Kuyucak Bölgesi'nde de portakal ağaçları azımsanmayacak kadar fazla miktarda köklenmeye başlamış. Daha önce Mersin'den ve Hatay taraflarında rastladığımız, ülke tarımı ve ekonomisi için bir yıkım olan bu olayların burada da yaşanması gerçekten çok düşündürücü. 8-10 yılda ekonomik verime ulaşan bu ağaçların bir anda kesilmesi büyük emek ve masrafın çöpe atılması demek. Bunun gibi olayların yaşanması, ülke tarımının yap-boz tahtasına döndüğünün kanıtıdır. Devletçiliğin olmadığı yerde plansızlığın, verimsizliğin, kartelciliğin, fırsatçılığın, emek istismarının, mafyanın, rantın olduğunun göstergesidir. Kuyucak'ta portakal bahçeleri kesilip yerine zeytin dikilecek. Eğer böyle giderse bu kısır döngü devam eder ve bölgenin en önemli üç ürünü olan zeytin, incir ve narenciyede bir türlü düzen tutmaz, yıllar içerisinde biri yok edilip diğerine geçilir ama olan ülkenin yitip giden zamanına ve tarımına olur. Katılımcılar arasındaki Uzman Tarım Danışmanı Yücel Açıkgöz ise Mersin gibi bölgelerde narenciye ağaçlarının kesilmesinin çok büyük sorun teşkil etmeyeceğini çünkü o bölgede alternatif ürün üretme şansı olduğunu, Kuyucak'ta ise hayvancılık dolayısıyla sadece yonca üretilebileceğini, portakalın bölgede bitmesi durumunda meyveciliğin biteceğini belirtti. Çözüm olarak ise portakalda cins değişikliği yapmanın işe yarayabileceğini de ekledi.

Yazının Devamı

Aydın’da seracılık ve jeotermal fırsat

Aydın'ın Germencik ilçesine bağlı Gümüş Köyü (mahallesi)'nde 6 Ocak günü seraları ziyaret edip iki üreticimizle sohbet ettik. Bir önceki yazımızdan hatırlayabileceğiniz gibi Gümüşyeniköy'de kahvehanede üreticilerimizle buluştuk. Tarihi SİT alanı içerisine alınan bölgede yaşayan vatandaşlarımızın üretmekten öte yaşamakta bile zorluk çektiğini ifade etmiştik.

Üreticilerimizin üzerinde durduğu önemli bir konu da jeotermal santrallerin derinlerden çıkarılan sıcak suyu yeniden yeraltına vermemelerinden kaynaklanan buharlaşmayla insan sağlığına ve incir tarımına çok büyük zararlar verildiği konusuydu.

Yazının Devamı

Köylerde mülkiyet sorunu

Ocak ayının başlarında, 2024'ün ilk günlerinde Aydın'ın Germencik İlçesi'ne bağlı Gümüşyeniköy Mahallesi'nde, köy kahvesinde Muhtar Adnan Kırcı, Cengizhan Kırcı, Hasan Akça ve üreticilerimize konuk olduk. Vatan Partisi Aydın İl Başkanı Zühre Genişel ve Germencik İlçe Başkanı Mehmet Yalçın ile beraber gerçekleştirdiğimiz ziyaretimizde siyasetten ekonomiye, tarımdan adalete kadar her konuda sohbet ettik. Ulusal Kanal'ın Üreten Türkiye programı için kamera karşısına geçtiğimizde ise konu doğal olarak üretim ve üretimin önündeki engellere geldi.

Yazının Devamı

Denizcilik ve Balıkçılık Bakanlığı kurulmalı

"Üreten Türkiye" programı için Ege Bölgesi'ni gezerken 6 Ocak 2023 tarihinde yolumuz Aydın'ın Söke İlçesi'ne düştü. Türkiye'de balıkçılıkla ilgili önemli bir örgüt olan Sür-Koop (Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği)'ne bağlı Aydın Bölgesi Su Ürünleri Kooperatifleri Bölge Birliği'ni ziyaret ettik. Birlik Başkanı Özgür Atacan ile sohbet edip "Aydın Balıkçılığı" ile ilgili bilgi almaya ve balıkçılığın sürdürülebilirliği önündeki engelleri, sorunları ve çözüm önerilerini öğrenmeye çalıştık. İtiraf etmeliyim ki Aydın denince bende uyandırdığı izlenim ağırlıklı olarak turizm ve tarımsal üretim iken bu sohbetimizde öğrendim ki Aydın aynı zamanda önemli bir balıkçılık merkezi imiş. Türkiye ve Aydın'ın balıkçılığı ile ilgili ufuk açıcı bir sohbet gerçekleştirdiğimiz ziyaretimizde ülke balıkçılığının ve balık stokunun korunabilmesinin yolunun kooperatiflerin sürdürülebilir olmasından geçtiği noktası çok önemliydi. Örgütlü toplumun gerekliliği balıkçılıkta dahi karşımıza çıkmış oldu böylece.

Yazının Devamı

Ege’de pamuğun son kalesi: SÖKE

Ulusal Kanal'da “Üreten Türkiye” programının çekimlerinde sıra Aydın'ın önemli tarım bölgesi olan Söke’ye gelmişti. 6 Ocak tarihinde Söke Ziraat Odası'nı ziyaret ettik. Oda başkanı ve çiftçi Mustafa Tanyeri bizi misafir etti. Tanyeri, Aydın ve Söke tarımı, Söke Ziraat Odası ve genel olarak ziraat odaları hakkında bilgi verdi. Unutmadan kendisine nezaketi ve misafirperverliği için baştan teşekkür etmek isterim.

1088 km²'lik bir alana sahip Söke Ovası, Türkiye’nin önemli tarım alanlarından bir tanesi. Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bölgede pamuk başta olmak üzere buğday, arpa, mısır, ayçiçeği, susam yetiştiriliyor. Söke’nin dağlık bölgelerinde fıstık çamı, dağ eteklerinde zeytin, düzlükte ise incir ağırlıklı olarak yetiştiriliyor. Söke Ovası, Türkiye’nin tektonik ovalarından bir tanesidir yani fay hattına bağlı olarak ortaya çıkan çöküntü alanlarının akarsu alüvyonlarıyla dolması sonucu oluşan ovalardandır. Söke Ovası bu özelliğiyle ve Menderes Nehri’nden gelen sulamanın etkisiyle verimli bir ova durumundadır. Fakat ülkemizin yanlış tarım politikaları dolayısıyla bu bölgemizde de çiftçiler üretmede ve özellikle pazarlamada sorunlarla karşılaşmaktadır. Söke Ziraat Odası Başkanı Mustafa Tanyeri’nin de çiftçinin üretmekten öte pazarlamada daha büyük sorun yaşadığının altını çizdiği sohbetimizde bölge tarımıyla ilgili önemli detaylara ulaştık. 650 üyesi olan Kuşadası’nda bir oda olmadığı için bu bölgeye de hizmet verdiklerini ifade eden Tanyeri, Söke’den 11.500 üyelerinin olduğunu söyledi. 400 bin dönümlük sulanabilir araziye sahip Söke'de, 320-350 bin dönümlük alanda pamuk yetiştirildiğini söyleyen Tanyeri, Söke’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden sonra ikinci büyük pamuk üretim alanı olduğunu belirtti. Yani Söke’yi Ege’nin pamuk merkezi olarak tanımlamak çok ta yanlış olmaz.

Yazının Devamı

Aydın’ın üreten efeleri

Ulusal Kanal'da yayınlanan "Üreten Türkiye" programı için 4-17 Ocak tarihinde Ege Bölgesi'ndeydik. Sırasıyla Aydın, Denizli, Muğla ve İzmir'de çiftçiler, ziraat odası başkanları, muhtarlar, hayvancılık yapan üreticiler, kooperatif ve birlik başkanları gibi tarımsal üretimin önemli paydaşları ile bölgenin tarımsal üretimini, üretimin ve pazarlamanın önündeki zorlukları, tarımda örgütlenmeyi ve ülkemizin tarımını konuştuk. Konuşmalarımızda insanlarımıza bir dokunduk bin ah işittik. Ama asla umutsuz değildik çünkü üreticilerimiz her zorluğa rağmen üretiyorlardı ve üretme azmini elden bırakmıyorlardı. Önümüzdeki haftalarda Ege ziyaretimizde öğrendiklerimizi sizlere bu köşeden aktarmaya, duygu ve düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım.

Yazının Devamı

NATO ve Türk tarımı

Bugünlerde ülke gündeminde "İsveç'in NATO'ya katılması" var. NATO'nun Türkiye'yi parçalama amacıyla PKK'ya nasıl yardım ettiğini biliyoruz. NATO'nun büyümesinin Türkiye'ye nasıl bir tehdit olduğunu, NATO'dan çıkılması ve ülkemizdeki üslerinden ABD'nin kovulması gerektiğini Vatan Partisi on yıllardır halka ve iktidarlara anlatır. Vatan Partisi, İncirlik'te eylem yapar, hatta Türkiye Gençlik Birliği (TGB), ABD askerlerinin başına defalarca çuval da geçirmiştir. Türkiye'de anti-emperyalist siyasetin başını Vatan Partisi çeker. Bu yazımda kısaca NATO, yani ABD'nin tarımımız üzerinde de oyunlar oynayarak Türkiye'ye nasıl zarar verdiğini anlatmaya çalışacağım.

Türkiye NATO'ya (felaketine) girmek uğruna sadece Kore'ye asker göndermedi, aynı zamanda Truman Doktirini, Marshall Yardımı gibi sinsi planlara alet olarak tarımının ve yerli üretiminin de önünü kesmeye ta o zamanlardan başladı. ABD ile yapılan 1945'deki "Karşılıklı Yardım Antlaşması" ismi altında borçlanma antlaşması ile 1947'deki ikili antlaşmayla, 1948'deki Ekonomik İşbirliği Antlaşması ile, 1956'daki "Tarımsal Ürünlerin Ticaretinin Geliştirilmesi ve Yardımlaşma" amaçlı antlaşmalarla neler kabul edilmiş, o zamanki hükümetler bugünün kötü ekonomisine, kötü tarımına giden yolun taşlarını nasıl döşemişler kısaca görelim:

Yazının Devamı

İthalatçı kurum: Et ve Süt Kurumu

Çarşı-pazarda yangın var, mutfaklarda tencereler zor kaynıyor. Türkiye’de milyonlarca ev halkı hayvansal gıdayı satın alabilmekte çok zorlanıyor. Birçok aile için peynir, tereyağı hele et alabilmek bütçe zorlayıcı bir alışveriş. İnsanlar alışveriş listesine eti ekleyebilmek için kılı kırk yaran ince hesaplamalar yapıyor ve et, listede ancak bazı şeylerden feragat edilmesiyle yer bulabiliyor. “Tarım Ülkesi” olan Türkiye’de neden et almakta zorlanıyoruz? Bunların yaşandığı bir memleketten artık tarım ülkesi diye bahsedebilir miyiz? Bu yangını söndürmek için ülkeyi yönetenler ne yapıyor? Mutfaktaki bu yangını söndürmek için iktidar yangına su dökmeyip körükle gitmektedir. Hayvansal gıda arzını ve fiyatları düzenlemekle görevli olan devletin kurumu ne yazık ki yetiştiricisini, tüketicisini ezmekte sonuç olarak ülkenin ekonomisine, gıda güvenliğinin güvenliğine zarar vermektedir.

Bildiğimiz gibi Et ve Süt Kurumu (ESK) Özal’ın özelleştirme adı altında ihanet dalgasından nasibini almış bir kurumdur. Et Balık Kurumu satıla, savrula, kırpıla, yoluna bugünkü ithalatçı ucube kurum haline dönüşmüştür. Bu kurum entegre tesislerinde yetiştiriciden uygun fiyata alıp hayvan kesimi yapan, bunları satış mağazalarında yine uygun fiyata satan, bunların ötesinde pazarda halkın bütün kesiminin faydasını gözeterek fiyat düzenleyici görevini yerine getiren bir kamu iktisadi teşekkülüydü. Bugün elde bu entegre tesisler yok. Yetiştirici, hayvanını tüccarlara satmak durumunda kalıyor. Mezbahanelerin kapısından bile geçmeye korkan yetiştiriciler, artan maliyetlere rağmen kesim fiyatlarının sabit kalmasından ve hatta bazen düşmesinden şikâyetçi. Yani yetiştirici yüksek maliyetler ile devletin artan et fiyatlarını kontrol etme baskısı arasında sıkışmış durumda.

Yazının Devamı

Gübre

Türkiye'nin küçük ya da büyük ölçekli, dinamik ve girişimci bir sermaye birikimi vardır. Bu sermaye ne yazık ki ülkemizde üretime yönlendirilemedi. Böyle olunca da Türkiye bir inşaat cennetine dönüştü. Şantiye alanları gelişince de rantiye doğdu. Türk ekonomisinin lokomotifi olan inşaat sektörü de yıllar içerisinde yaşanan krizlerde zor zamanlar yaşadı. Lokomotif yavaşlayınca ya da durunca haliyle Türkiye'de de ekonomik durgunluklar oldu. Her zaman üzerinde durduğumuz "plansızlık" Türk ekonomisini vurdu. Devletçi politikalardan uzaklaşmak, tarımda, eğitimde, sağlıkta ve doğal olarak ekonomimizde yaralar açtı. Üretime değil betona yöneldik. Üretmeden sadece inşaat yapmak bizi bugünlerde yaşadığımız ekonomik sorunların içine soktu.

Ülkemizde gündemden hemen hemen hiç düşmeyen bir konudur gıda pahalılığı. Gıdada yaşanan enflasyonun kaynağı tartışılır, soruşturulur, kimi zaman hal esnafı, kimi zaman aracı tüccarlar, kimi zaman da büyük zincir marketler suçlu ilan edilir. Böyle konularda bir suçlu bulmak, kamuoyunu o tarafa yönlendirmek, sorumluluk sahibi iktidar için iyi bir kaçış yoludur. Çiftçiyi dinlediğimizde (konuyu daha iyi analiz edebildiklerinden) sorunu daha iyi anlarız; yem pahalı, gübre pahalı, ilaç pahalı... Pahalılar çünkü bu tarımsal girdileri ve onların hammaddelerini yeteri kadar üretmiyoruz, dolayısıyla dışa bağımlıyız. Dışa bağımlılık içinde çırpınan bir ülkede enflasyon eksik olmaz, tarımın devamlılığı sağlanamaz ve gıda güvenliği de tehlikeye girer.

Yazının Devamı

Tarımı sadaka değil devletçilik kurtarır

AKP, Türkiye’de yardım adı altında “sadaka verme” kültürünü hayatımıza soktu ve bunu popülizmin bir aracı olarak kullandı. 2024 yerel seçimlerine az bir süre kala yeniden popülist bir adım daha attı, geçim derdi yaşayan ve çalışmayan emeklilere bir defaya mahsus olmak kaydıyla 5 bin lira vereceğini duyurdu. Bunu gören esnaf da ikramiye talebini TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken aracılığıyla iletti. Palandöken, “Vergi kaydını sildirmiş, ancak halen oda kaydı bulunan ve mesleğini aktif olarak yapmayan emekli esnaf ve sanatkarlarımız da bu haktan mutlaka yararlandırılmalıdır” dedi. Bu yardımdan ÇKS kaydı olan emekli çiftçiler de faydalanamayacaktı. E haliyle onlar da “biz de isteriz” dediler. Türkiye Ziraat Odası Birliği (TZOB), emekli çiftçisi için de devletten ikramiye istedi. Emekli çiftçilere verilip verilmeyeceği henüz net değilmiş, görüşülecekmiş. Yuvasına yemek getiren anne kuşun ağzının içine hamle yapan yavrular gibi her meslek grubundan emekli, vatandaş hakkı olarak ikramiyesini devletten istedi. Haklarıdır, alsınlar, bu pahalılıkta çok faydası olur insanımıza. Ama bu ikramiye işinin biraz tadı kaçtı. Ekonomiyi, tarımı, piyasaları ilgilendiren sorunları çözmeden yapılan bu yardımlar ikramiye değil “sadakadır”, kimse kusura bakmasın.

Çiftçilerimizin üretmede ve ürettiğinden para kazanmada ne kadar zorluk çektiğini biliyoruz. Tarımsal üretimde yaşanan krizin çarşı-pazara ve soframıza pahalılık olarak yansımalarını bizzat yaşıyoruz. Şimdi sormak lazım, çiftçilerimize verilmesi düşünülen 5 bin lira, tarımda girdi maliyetlerini ucuzlatacak mı? Çiftçinin ürettiği üründen hak ettiğini kazanmasını sağlayacak mı? Çiftçinin su sorununu çözecek mi? Gençleri köylere geri döndürecek mi? Kırsal kalkınmayı sağlayarak köyleri yeniden üretimin merkezi haline getirebilecek mi? Hayvancılığın yem ve mera sorunu çözülecek mi? Hepsine hayır. Türkiye’de 1,5 milyonu aşkın emekli çiftçi olduğu söyleniyor. Bu emeklilerimize verilmesi muhtemel ikramiyenin toplam bedeli 7,5 milyar lirayı buluyor. Toplam 12,2 milyon emekliye ise kasım ayında toplam 61 milyar lira ödeme yapıldı. Bu paralar ne bir yatırıma ne bir üretime ne de projeye verilen paralardır. Bu paralar devletin kendi halkına verdiği sadakadır. Oysa o paralara neler yapılabilir? Mesela yıllardır söylediğimiz bir sorun peyderpey çözüme kavuşturulabilir. Türkiye’nin hemen her bölgesinde başlanan fakat yıllarca bitirilmemiş sulama göletleri, kanalları ya da bir türlü başlanamayan sulama projeleri var. Bu sulama projelerinin bölge bölge, il il, ilçe ilçe, köy köy tamamlanması bir defada değil fakat zamanla sağlanabilir. Ya da küçükbaş hayvancılığın çokça yapıldığı bölgelerde yünü değerlendirmek için iplik fabrikaları kurulabilir. Hayvancılık yapan üreticilerin kâbusu haline gelen mezbaha karteline karşı kamu teşekkülü olarak entegre mezbahaneler kurulabilir. Kapasitesi düşürüldüğü için ürün almakta zorlanan TMO'ların tesislerinde silolar artırılabilir ve bu kurumlar güçlendirilebilir...Kısaca şunu söylemek istiyorum sadakaya değil projeye, yatırıma ve üretime kaynak aktarmamız gerekir.

Yazının Devamı