29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Atatürk’ün Türkiye - Suriye - Irak Konfederasyonu girişimi

Doğu Perinçek

Doğu Perinçek

Gazete Yazarı

AtatürK’ün Türkiye+Suriye+Irak Konfederasyonu Planı üzerine ilk araştırma, Şule Perinçek tarafından yazılmıştır. Şule Perinçek’in 27-28 Şubat 2008 tarihinde Suriye Dimaşk (Şam) Üniversitesi Edebiyat ve Beşeri İlimler Fakültesi Tarih Bölümü’nce düzenlenen, “Doğu Arap Coğrafyası (Bilad El-Şam) ve Anadolu: Dünü, Bugünü ve Yarını” konulu uluslararası sempozyuma sunduğu “Atatürk ve Arap Dünyası: Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türk-Arap Dayanışması” başlıklı bildirisi tarih sayfalarında kalan, ama geleceği belirleyecek bir konuyu Batı Asya devletlerinin gündemine getirmiştir.

Konuyla ilgili çalışmam ilk kez 1 Haziran 2010 tarihli Teori Dergisi’nde yayımlandı. Ekim 2015’te basılan Kemalist Devrim-8 Birinci Dünya Savaşı ve Türk Devrimi başlıklı kitabımızın genişletilmiş 3. basımında da bu konuyu geniş olarak işledim (s.123-159).

MİLLİ DEVLETLER ÇAĞI VE BİRİNCİ CİHAN SAVAŞI DERSLERİ

Mustafa Kemal Bey, Meşrutiyet öncesinde, Osmanlı Devleti’nin dağılacağını ve Türklerin çoğunluk olduğu topraklarda bir millî devlet kurulacağını görüyordu. Araplara kendi toprakları bırakılmalıydı.

Hayat devrimci zabit Mustafa Kemal’i haklı çıkardı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Türklerin çoğunluk olduğu topraklar bile işgal altına düştü. Bu koşullarda, artık Türkiye’nin önünde, yalnız Mustafa Kemal Paşa’nın millî devlet programı vardı.

Kurtuluş Savaşı önderliği, Türk Milleti’nin bağımsız yaşaması için savaşırken, Arapların da kendi geleceklerini özgürce belirleme haklarını savunuyordu.

KONFEDERASYON YA DA FEDERASYON ÖNERİSİNİN KABULÜ

Ancak kurulan millî devletlerin ayakta kalmaları ve ilerlemeleri için birlik olmaları gerekiyordu. Buna bağlı olarak 1920 yılı Şubat-Mart aylarında Suriye ve Irak ile “konfederasyon ya da federasyon” kurma önerisinin kabul edildiği çeşitli belgelere yansımıştır. Atatürk, Talat Paşa’ya gizli mektubunda ve Heyeti Temsiliye adına 23 Şubat 1920 günü Kolordu Kumandanlıklarına yolladığı talimatta, Arap örgütlerinin önerdikleri konfederasyon planının kabul edildiğini belirtilir (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, E. U. Basımevi, Ankara, Mart 1956, sayı: 15, Vesika No. 402; Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.6, s.333). Bu karar, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’in açılışının hemen ertesi günü, 24 Nisan 1920 tarihinde yaptığı anayasa düzlemindeki konuşmasına da yansımıştır (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.8, s.27 vd).

Mustafa Kemal Paşa, aynı gün Halep’teki Arap Milli Teşkilatı Riyaseti’ne yolladığı yazıda, “Suriye, Irak ve Türkiye’nin bağımsızlıklarını kurtaracak bir ‘konfederasyon’ teşkil eylemek” önerisini kabul ettiklerini bildiriyordu (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.6, s.217).

ATATÜRK 1930’LU YILLARDA DA KONFEDERASYON PLANINDA ISRAR ETTİ

Atatürk’ün Irak ve Suriye ile konfederasyon planı İstiklal Savaşı sonrasında gerçekleşmedi. 1930’lu yıllarda da koşullar henüz oluşmamıştı. Çünkü Irak ve Suriye bağımsızlıklarını kazanamamışlardı. Ancak Atatürk bu planından hiç vazgeçmedi. Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak, 1930’lu yıllarda Atatürk’ün bu tasarımını hangi temellere dayandırdığını özetlemiştir:

“Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan parçaların durumunu şöyle mütalâa ve muhakeme ediyordu:

1. İmparatorluğun siyasî bünyesi iflâs etmiş olmakla beraber, vaktiyle hüküm sürdüğü yerlerdeki müşterek ekonomik şartlar ve menfaatler mevcut olmakta devam etmektedir.

2. İmparatorluğun enkazı üzerinde kurulmuş bulunan bağımsız devletlerin kaderleri her bakımdan aynıdır.

3. Buralarda sâkin olup başka başka ırklara mensup olan milletlerin bile mizaçları, yaşayış tarzları, âdetleri, itiyatları yekdiğerinden hemen hemen farksızdır; dilleri de birbirine karışmıştır.

4. Yüzyıllar boyunca vatandaş olarak yan yana yaşamış olan bu milletler arasında, elbette ki, umumî ve ferdî birçok dostluk bağları vücut bulmuştur ve bazı nahoş olaylara rağmen bu bağlar henüz gevşememiştir.

5. Coğrafî, siyasî, iktisadî âmillerle beraber mevcudiyetlerini her türlü tecavüzlere karşı koruma ihtiyacı kendilerinin ittifak, hattâ ittihat hâlinde yaşamalarını âmirdir. Bu, umumî dünya sulhu için de lüzumludur ve üzerinde soğukkanlılık, şuur ve samimiyetle çalışılırsa pekâla mümkündür de...

“Binaenaleyh, bu milletler, düşürüldükleri gaflet çukurundan bir an evvel kurtulmaya çalışmalı, aralarında mevcut olup, bazı emperyalist devletler tarafından mütemadiyen körüklenmekte bulunan arazi kavgaları ile diğer anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalı, müsavi şartlarla -az zamanda konfederasyonlara doğru gidecek olan kuvvetli- bir ‘Birlikler manzumesi’ kurmalı, bu gaye için diğer komşu milletlerle de anlaşmak çarelerini aramalıydılar; ancak bu yoldan, hep beraber, güvenlik ve huzur içinde yaşamalarını sağlayabilirlerdi.” (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, c.II, Yapı ve Kredi Bankası Yayınları, İstanbul 1973, s.522 vd.)

‘BİR GÜN GELECEK’

Atatürk, Hatay sorununun güncel olduğu dönemde bile, konfederasyon ufkuna sahipti. 1937 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Suriye Başbakanı Cemil Mardam’a şöyle diyordu:

“... Ben bütün kuvvetimi ve kudretimi bu imparatorluk içindeki Türk olan unsura hasretmek zorunda kaldım. Ancak ben bu işi yaparken çok emindim ki, asırlardan beri beraber yaşamış, dindaşlık yapmış insanlar ayrılmazlar. Yalnız imparatorluğun yarattığı bir takım sui tefehhümlerin [kötü anlayışların] unutulabilmesi, nihayet beraber yaşamış bu insanların birbirlerini anlayabilmesi için muayyen bir zamanın geçmesi lazımdı. Bugün henüz gelmiş olduğuna itiraf ederim ki kani değilim. Fakat o gün gelecektir. (...) İslam âlemi ve Suriye Milleti tamamıyla ve kesinlikle bağımsız olmalıdır. Bunu burada söylediğim gibi Fransızların ve bütün dünyanın önünde tekrar etmek benim için şeref ve zevktir. (...) Türkiye Cumhuriyeti’nin arzusu, bağımsız bir Suriye İslam Devleti’nin kurulmasıdır. Fransa bunu istemiyor. Fransızlar, Suriyelileri adam yapmak istiyorlarmış. Fakat evvela kendileri adam olsunlar. Suriyeliler zeki, modern ve nazik insanlardır. Fransızların terbiyesine ihtiyaçları yoktur. Suriyeliler böyle düşünmelidirler. (...) Suriyeliler henüz olgun değilmiş. Fransızlar ne zaman olgun olmuşlardır? Tarih maalesef yanlış anlaşılmıştır. Suriyeliler mükemmel medeni iken acaba Fransızlar ne vaziyetteydi? Sorunları çözmek için kuvvetli olmak gerekir. Türkiye kuvvetini kurmuştur. Suriye de mükemmelen kuvvet yapabilir. Fakat Suriye’nin ellerini kollarını bağlamışlar. Çözünüz onları, koparınız o bağları!”( Bilal Şimşir, Atatürk Dönemi İncelemeler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2006, s.249-250’den aktaran Şule Perinçek, “Suriye’deki Uluslar arası Sempozyum Bildirisi”, s.26 vd.)

KİTAP

YARIN: SURİYE DEVLETİ’NİN 2005 YILINDAKİ BİRLEŞME ÖNERİSİ