04 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Che Guevara’nın stratejisi

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

1960’lı yıllarda devrim ışığıyla bütün Latin Amerika’yı aydınlatan Küba, günümüzde parlaklığını kaybederek yavaşça sönen bir yıldızı andırıyor. Ernesto Che Guevara’nın elli bir yıl önce, 9 Ekim 1967 günü CIA’nın yönlendirdiği Bolivya askerleri tarafından La Higuera köyünde öldürülmesi bu uzun gerileme sürecinin başlangıcıdır.
Latin Amerika ve Antiller’in öyküsü 15. asrın sonlarında, coğrafi keşiflerle başlar. Hernan Cortez’in Meksika’yı (1521), Francisco Pizzaro’nun Peru’yu (1533) fethetmesinden sonra Latin Amerika halkları klasik sömürgecilikten kurtulmak için dört yüz yıl savaştılar. Ardından yeni sömürgecilik dönemi geldi.
Bu uzun dönemde sömürgecilerin böldüğü kıtayı birleştirmeyi amaçlayan iki büyük isyan dalgası oldu. Birincisine önderlik eden Simon Bolivar (Libertador/Kurtarıcı) İspanyol sömürgecilere karşı savaşarak Kolombiya, Venezuela, Panama, Peru ve Ekvador’u birleştirdi, “Kıtasal Devrim” düşüncesinin temellerini attı.
İkinci dalga, Küba devrimcilerinin Batista diktatörlüğüne isyan ederek Sierra Maestra’ya çıkmaları (1956), şehirlerde 26 Temmuz Hareketi’ni (M-26-7) örgütlemeleriyle başladı.
Küba Devrimi’nden Peru’daki gerilla hareketi Sandino Luminoso’nun 1992’de tasfiye edilmesine kadar geçen otuz yılı aşkın süre içinde Latin Amerika ülkelerinde gerilla mücadelesinin her türü denendi, kent ve kır gerillası üzerine teoriler geliştirildi.
Che Guevara’nın CIA tarafından öldürülmesi bir dönüm noktası oldu ve “Salvadorlaşma” denilen süreç başladı. Sürecin başlamasından çok sonra yerleşen bu terim ilk kez Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi (FMLN) gerillaları ile hükümet güçleri arasındaki savaşta kazananın olmadığı bir denge durumunu anlatmak için kullanıldı. Bu dönemde gerilla hareketleri giderek Bolivar ve Kübalı devrimcilerin idealizminden ve erdeminden uzaklaşarak yozlaşma belirtileri gösterdi. Sandino Luminoso kendi taraftarlarına bile vahşi bir şiddet uyguladı, giderek bir tür Kızılderili ırkçılığına savruldu.
Bu gerileme sürecinde elbette ABD’nin “arka bahçe”sini korumak için kendi adamlarını iktidara getirmesinin, hükümetlere muazzam miktarda askeri yardım, CIA uzmanı vs sağlamasının da etkisi oldu. Nikaragua Devrimi CIA’nın örgütlediği Kontraların başlattığı iç savaşla, etnik Miskitoların ayaklanmasıyla yıpratıldı ve radikal bir kopuş gerçekleştiremedi. Venezuela’da Hugo Chavez’in 1997’de başlattığı Beşinci Cumhuriyet Hareketi de benzer yöntemlerle kuşatma altına alındı. Kolombiya Halk Ordusu (FARC) Küba’nın arabuluculuğuyla silah bıraktı (2015). Meksika’da maskeli “Subcommandante Marcos”un postmodern (!) Zapatista (EZLN) soytarılığının tiyatro niteliğindeki gösterilerini ise kimse ciddiye almadı. Fakat hiçbiri ABD’nin paralı askeri olacak kadar şerefsiz bir duruma düşmedi.
1960’ların başında Küba Devrimi’nin önünde iki seçenek vardı: ya sosyalizme geçiş sürecinde ABD’ye karşı SSCB’nin dış politika aygıtı olarak ayakta kalacak ya da Latin Amerika ve Afrika’da gerilla mücadelesini yaygınlaştırarak dünyayı sarsan “unos, dos, tres, muchos” Vietnamlar yaratacaktı. Birinci seçeneği Fidel Castro, ikincisini ise Che Guevara temsil etmiştir. İkisi arasında görüş ayrılığı yoktu, sadece taktik işbölümü vardı.
Che, önce Kongo iç savaşına katılarak Patrice Lumumba Taburu’nu örgütledi. Bolivya bir sonraki adımdı. Che’nin stratejisi, Bolivya-Arjantin-Paraguay üçgeninde kır gerillasını yerleştirerek kıtasal devrimi geliştirmekti. Bölgedeki bütün işçi sendikaları ve sosyalist örgütlerden destek bekliyordu. Oysa o sırada Pekin-Moskova çatışması bütün sol hareketleri bölmüştü. 68 Hareketi’nin başlamasına ise daha iki yıl vardı.
İlk sorgusunu yapan Yarbay Andrés Selich, “Nerelisiniz?” diye sorduğunda, “Ben Kübalı, Arjantinli, Bolivyalı, Perulu... ve Ekvadorluyum” diye cevap vermiştir.
Yankee emperyalizminin gerileme sürecinde Simon Bolivar ve Ernesto Che Guevara’nın “kıtasal devrim” stratejisi bütün kıtayı bir kez daha ayağa kaldıracaktır. Che Guevara da anahtarlıkları ve duvarları süsleyen romantik bir pop kültür ikonu olmaktan çıkarak yeniden gerçeklik kazanacaktır. Devrim düşüncesi asla yok olmaz.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019