04 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

El-Nakba

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

ABD’nin Nakba Günü’nde Kudüs’te elçilik açması bu kadar kolay olmamalıydı. Arapların El-Nakba (Nekbet: talihsizlik, düşkünlük) olarak andıkları 15 Mayıs 1948 günü İsrail ordusu 500’den fazla Filistin köyünü yakıp yıkmış, sağ kalan 800 binden fazla Filistinliyi sürgüne göndermişti. Yetmiş yıl sonra Kudüs’te açılan ABD elçiliğinde kutlamalar yapılırken, İsrail keskin nişancıları onlarca Filistinliyi sokakta vurup öldürdü. Dünya seyretti, kınayanlar oldu.

Başta Filistinliler olmak üzere Arap devletleri Siyonizm’e karşı on yıllarca mücadele ettiler. Bütün Arap halklarını bu mücadelede birleştiren temel güç, siyasî İslam değil, Hıristiyanları da kapsayan Baas milliyetçiliği olmuştur. Albert Hourani, “Arap Halkları Tarihi”nde, 1967’den itibaren etnik, dinî ve sınıfsal farklılıkların Arap milliyetçiliğini zayıflatmaya başladığını yazar (İletişim 2016, s.479 vd.). 1990’lardan itibaren Batı emperyalizmi bu farklılıkları kullanarak Arap halklarını böldü ve nihayet askeri saldırılarla Baasçılığı yok ederek etnik ve dinî boğuşmaların hâkim olduğu bir Ortaçağ cehennemi yarattı. On altı yıl süren yavaşlatılmış bir süreç içinde Türkiye’deki Kemalizm ve laiklik de aynı tehdidin ve saldırganlığın hedefi oldu. Bölge halklarının kaderi birdir.

Şimdi Ortadoğu cehenneminin orta yerinde İsrail’i “vaat edilmiş topraklar”a (Arz-ı Mevud) doğru genişletmeye çalışacaklar. Bu kadim ve programatik bir hedeftir. Netanyahu’nun yolsuzluk soruşturmalarını gündemden düşürme çabası ya da Trump’ın Yahudi lobisinin desteğine ihtiyaç duyması gibi yüzeysel yorumlarla açıklanamaz.

İsrail’in temelinde şiddet vardır. Yahudiler 20. asrın en büyük şiddetine maruz kaldılar, şimdi de 21. asrın en büyük şiddetine hazırlanıyorlar. 1945’ten sonra Hayfa limanına yanaşan gemilerden inen Yahudilerin ellerine birer tüfek tutuşturuldu. Kimisi Polonya ormanlarında Nazilere karşı gerilla savaşı vermiş ya da Rus birliklerinde savaşmış, kimisi Sobibor, Treblinka, Dachau gibi ölüm kamplarından kurtulmuştu. Şiddetin her türlüsünü görmüşlerdi.

1900’lerin başından beri var olan anarko-kolektif Kibbutz komünlerine katıldılar. Askerî Yahudi örgütü Haganah 1920’den beri vardı. Filistinlilere karşı İngiliz sömürge yönetimini destekleyen bu örgütün içinden 1931’de çıkan İrgun, İngilizlere karşı gerilla savaşı başlattı. Sovyetler Birliği, ABD’nin Siyonizm’e açık desteğini fark edene kadar bu hareketi desteklemiştir. Ruslar, savaş sırasında Kudüs Müftüsü’nün defalarca Berlin’e gidip Yahudilerin imhasını öngören “Nihai Çözüm”ün uygulayıcısı Reinhard Heydrich’le görüştüğünü biliyorlardı.

14 Mayıs 1948’de Ben Gurion, İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etti. Yirmi dört saat sonra Mısır, Suriye, Lübnan, Irak orduları İsrail bölgesine girdiler. Ardından gelen ateşkes anlaşmasıyla Filistin toprakları bölündü. Sonraki savaşların hepsinde İsrail savaşarak topraklarını genişletti; ileri teknoloji kullanan ordusuyla, nükleer silahlarıyla, bütün Arap devletlerinin değilse de Arap halklarının ve İran’ın kâbusu olmaya devam ediyor.

Filistin kurtuluş hareketinin iki kırılma noktası oldu. Birincisi, Filistin konusunda Arap halklarını bölen Camp David Anlaşmaları’dır (1978). İkincisi, Hamas’ın ve İslamî Cihad Hareketi’nin güçlenmesi, El-Fetih hareketinin zayıflamasıdır (2000’lerin başı).

Yaser Arafat’ın ölümünden sonra (2004) Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (El-Fetih) gücünü kaybetti. Arap milliyetçiliğini ve Filistin’in kurtuluşunu savunan marksist örgütler, Corc Habaş’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Nayif Havatme’nin Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, yerlerini kırk türlü ılımlı ılımsız şeriatçı akıma bıraktı. Yirmili yaşlarında bir Deniz Gezmiş cihatçı örgütlere katılıp İsrail’le savaşır mıydı?

Bugünün dünyasını iyi anlamak gerekir. Hiçbir şey 70’lerin sol düşüncesini andıran şemalara sığacak kadar basit değil. Netanyahu, Putin’le her görüşmesinden sonra geri dönüp Suriye’ye füze yağdırıyor. Ümmetçilikten, mezhepçilikten, etnik bölünmelerden arınarak ulus-devlet anlayışında birleşmedikçe bölge halklarının kanlı boğuşmalardan ve emperyalist güçlerin azap askeri olmaktan kurtulmaları imkânsızdır. Dinî inançları siyasetten kurtarmak şarttır. Kendi dar âlemine nizam vermeye çalışan Siyasî İslam’ın kendisi başlı başına bir “nekbet”tir! Türkiye bütün bu ayrımların sınırında duruyor.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019