04 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

10 Kasım yas günü

Tuna Kiremitçi

Tuna Kiremitçi

Eski Yazar

A+ A-

Çocukluğumuzda 10 Kasım yas günüydü. Törende şiir okuyanları zinhar alkışlamazdık.

Kazara alkışlamaya kalkanları da öğretmenler kaş-göz yaparak durdururdu hemen.

Kasım ayına yakışan bir keder çökerdi küçük omuzlara. “Ben Ata’ma doymadım, doysun kara topraklar!”

Sonra ne zamandı hatırlamıyorum, 10 Kasım çıktı yas günü olmaktan. “Atatürk’ü anma günü ve haftası” oldu.

“Ata’mızı ağlaşarak değil, onun kurduğu cumhuriyete sahip çıkarak anmalıyız” dedik. Aslında iyi de ettik.

O günden sonra 10 Kasım’larda ağlamadık. Cumhuriyetin anlam ve önemini kuru gözlerle anlamaya çalıştık.

Hatta Erdoğan daha Cumhurbaşkanı değilken “10 Kasım yas günü değildir” bile dedi.

Bu sene görev Kütahya Valisi’ne düşmüş: “10 Kasım’lar yas günü değil, Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefte ilerlememizi hatırlatan günler olmalıdır.”

Ama maalesef yeniden yas günü olmayı fazlasıya hak eden bir 10 Kasım ile karşı karşıyayız işte.

Bugün efkârlı olmalı, hatta ağlamalıyız. Soma’da tam altı bin zeytin ağacını rant uğruna kesiverdiler.

Engel olmaya çalışanları bir güzel dövdürdüler. Mahkeme kararını falan da sallamadılar. Zehir ettiler sonbahar hasadını.

Eğer bir millet böyle bir şeyden üzüntü duymuyorsa, o millette bildiğin maneviyat eksiği var demektir.

O millet hayatta paradan daha önemli şeyler olduğunu unutmuş, maddiyata esir olmuş demektir.

O milletin hayat damarlarından en önemlisi kopmuş demektir. Doğaya saygı duymayan kendine de saygı duymaz.

Gayrı istediğin kadar muhafazakâr takıl, sen zeytin ağacını bile muhafaza etmeyi billmedikten sonra kim inanır?

Keşke biraz muhafazakâr olsak. Ağacımızı, parkımızı, binamızı, sokağımızı muhafaza etsek, değil mi?

Ama gözümüz paradan başka bir şey görmez olmuş ki önümüze ne çıkarsa yakıyor, yıkıyor, kesiyoruz.

Ceplerimizde birbirinden akıllı telefonlar var ama paranın yenilecek bir şey olmadığını “ilkel” Kızılderililer kadar bile anlayabilmiş değiliz maalesef.

O kadar benciliz ki o ağaçların çocuklarımızdan bize emanet olduğunu bile idrak edememişiz.

Şu halimizle kırkıncı kattan düşen ve geçtiği her katta “buraya kadar işler yolunda” diyen adamdan farkımız yok!

Bu yüzden Ata’mızın da anlayışına sığınarak, bugünü tekrar yas günü ilan ediyorum kendi kendime.

Şimdi efendi gibi gidip o altı bin zeytin ağacının ve onlarla ölen ruhumuzun yasını tutacağım. Doya doya içleneceğim müsaadenizle.

***

Not: Köşe yazarlığına burada nokta koyuyorum. Bendenizi bir yıldır ağırlayan Aydınlık’a ve değerli okurlarına teşekkür ederim. Anlamlı bir yıldı. Hep öyle olsun!