Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

1908-1923 II. Meşrutiyet-Cumhuriyet Etkileşimi: TBMM’de I. Grup-II. Grup Rekabeti

Doç. Dr. Girayalp Karakuş

Doç. Dr. Girayalp Karakuş

Site Yazarı

A+ A-

Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarıyla başlayan Millî Mücadele hareketi, 30 Ekim 1918 tarihi itibariyle başlatılmıştı. Ayaklanmalar, nümayişler, protestolar ve basın bu mücadelenin tam ortasında, kilit noktasındadır. Bazı tarihçiler milli direniş hareketinin başlangıcını 19 Mayıs 1919 olarak kabul ederken, bazıları da Mondros mütarekesini milat olarak alır (Saruhan, 2000). Bu dönemde bölgelerde kurulan Kuvay-i Milliye güçleri harekete geçmiştir. İstiklal savaşı zor şartlar altında zaferle sonuçlanınca, ülkenin temel sorunları daha da artmıştır. Birinci sorun olarak görülen yeni Türkiye’deki rejim sistemi tartışmaları, hizipleşmeleri ve gruplaşmaları da beraberinde getirmiştir. Mustafa Kemal Paşanın başlattığı süreç, sosyal devrimlere biçimsel bir geçiş olarak değerlendirilmelidir. Mustafa Kemal Paşanın, kurmak istediği cumhuriyet düşüncesi II. Meşrutiyet darbesini yapan İttihatçıların düşüncesinde de var olan bir kavramdır. İttihatçılar, Batı fikir akımlarından etkilenmiştir. Mustafa Kemal Paşa da Batı düşünce akımlarından etkilenmiştir. Bu iki hareketin de Batıcı/çağdaşlaşmacı bir yönü vardır. İttihatçılar daha muhafazakâr bir çizgi takip etmiş, Mustafa Kemal ise radikal bir tutum izlemiş, daha seküler ve pozitivist temellere dayanan bir Türkiye inşa etmek istemiştir. Bu çağ, imparatorlukların yıkıldığı, yeni ulus-devlet sisteminin kurulmaya başlandığı bir dönemdir. Mustafa Kemal’in başından beri ve hatta kurmaylık zamanında samimi arkadaşlarına ulusal sınırları belirleyen düşünce yapısını şu sözlerle ifade ettiği bilinir: “Balkanlarda bizim ne işimiz var, çekilelim kendi sınırlarımıza”. Bu mantık içinde ulus-devlet modelini tasarladığı görülür. Aslında, İttihatçıların da bu düşünce kalıbında oldukları söylenebilir. İttihat Terakki’nin kendi iktidar döneminde Türkçü politikalar ve programlar takip ettiğini biliyoruz. İttihatçıların iktidarda olduğu dönemde imparatorluğun büyüklüğüyle ilgili sorunların yanı sıra, bir de Batı’nın emperyalist emelleri söz konusu idi. Fakat İttihatçıların, böyle bir ulus-devlet kurabilecek ne imkânları vardı ne de konjonktürel durumun buna müsaade etmesi söz konusu idi.
Osmanlı devleti yıkılmış, topraklarının büyük bölümü kaybedilmiş bir durumdaydı. Artık Mustafa Kemal’in kafasında, Milli Mücadele sonrası oldukça küçülmüş bir Türkiye vardı. Oldukça da homojen sayılabilecek, Müslüman ve Türklerin çoğunlukta olduğu bir Türkiye. Böylesine uygun bir ortamda Mustafa Kemal, yeni bir devlet, millet ve tarih anlayışı içinde Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmayı başarmıştır. Bu yeni cumhuriyet, tarihsel arka planı içinde geleneksel Osmanlı tarihinden ve sosyal yapısından bir kopuşu da ifade eder. Bu amaçla hareket eden Mustafa Kemal iç siyasette karşısına çıkan herkesi ezip geçmiştir. Süreci, II. Meşrutiyet’ten (1908) itibaren ele almamızın nedeni, Milli Mücadele dönemi ve 1923 sonrasındaki siyasi çıkar ve hedefleri sebep ve sonuçlarıyla incelemektir.

II. MEŞRUTİYET’TEN CUMHURİYET’E (1908-1923)

İttihatçıların kendilerinden önceki iktidardan farkı, rejimi anayasa güvencesi altına almalarıdır. 23 Temmuz 1908 tarihi, Osmanlı devletine “Parlamenter” nitelik kazandıran bir dönemin başlangıcını temsil eder. II. Meşrutiyet, meclise sunulacak yasa önerilerinin padişah tarafından uygun görülmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmış, bakanları meclise karşı sorumlu konuma getirmiştir (Olgun, 1999). II. Meşrutiyet dönemi içinde birçok siyasi parti kurulmuştur. Dönemin en güçlü partisi İttihat ve Terakki partisidir. Muhalefet, iktidardaki İttihat ve Terakki‘ye karşı mücadelede yetersiz kaldıkları için güçlerini birleştirme kararı almıştır. Bunun sonucunda, Mutedil Hürriyet Pervaran ve Ahali Fırkasının kurucu sıfatıyla katıldığı Ahrar, Osmanlı Demokrat Fırkası ve Osmanlı Sosyalist Fırkası mensuplarının da yer aldığı Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HİF) Kasım 1911’de kurulmuştur. HİF, kurulur kurulmaz iktidardaki İttihat Terakki karşısında büyük bir güç haline geldi (Birinci, 1990). Bu dönemde, çok uluslu imparatorlukların içinde barındırdığı dinsel kökenli azınlıkların imparatorluktan ayrılma düşüncelerinin de geliştiğini ve hızlandığını görmekteyiz. Azınlıklara tanınan “özgürlük”, “eşitlik”, “adalet” sloganı yetersiz kalmış ve çözülmeler başlamıştı. II. Meşrutiyetin ilanından sonra, Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş, 1912’ye gelinceye kadar, Ege Denizi Türk ve Yunan arasında dengeli biçimde bölünmüştü. 1911-1912 Türkiye-İtalya savaşında ve 1912-1913 Balkan savaşlarında bu denge tamamen değişmişti. Yunanistan ve İtalya, Anadolu’nun doğal uzantısı konumundaki Ege Adalarına ve neredeyse Türk kara sularına kadar uzanmıştı (Şimşir, 1976). İttihatçıların iktidarı ele geçirme serüveni 1908’den itibaren birçok gelişmenin ortaya çıkardığı bir durumdur. İttihatçıların, 1908’de Kâmil Paşa hükümetini devirip kendi istedikleri birini seçmeleri, olayların fitilini ateşlemişti. Gazeteci Hasan Fehmi’nin 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsünde öldürülmesi ile başlayan hareketlilik, 12 Nisan 1909‘da tarihe 31 Mart Vakası olarak geçen meşhur karşı devrim ayaklanmasını da beraberinde getirmişti. Abdülhamid’in, Tevfik Bey’i sadrazamlığa ataması da bir diğer karşı hareketi başlatan olaylardan biriydi. Selanik’te toplanan İttihatçılar, Merkez-i Umumu toplayarak Mahmut Şevket Paşayı bir tümen askerle İstanbul’a gönderdi. Kısa sürede isyan bastırıldı. Meclisi hemen toplayan İttihatçılar, meclis kararıyla Abdülhamid’i tahttan indirdi. Dönemin Şeyhülislam’ı istememesine rağmen bu fetvayı imzalamak zorunda kaldı. Sultan Abdülhamid’in yerine V. Mehmet padişah ve halife ilan edildi (Akşin, 1970; Ahmad, 2013; Bayur, 1953). Bu süreçte Abdülhamid’in devrilmesi, İslamcı siyasete (Panislamizm) büyük bir darbe indirmiştir. Tanzimat ve Islahat Fermanlarının ardından başlayan Jön Türk hareketi, İttihat Terakki ve Kemalistlerle devam etmiştir. Bu “reformcu” veya “yenilikçi” hareketlerin tümü Avrupa siyasi geleneği içindeki akımlardan etkilenmiştir. Fakat, bu grupların kadrolarının tamamı Osmanlı bürokrasisinden geliyordu ve eleştirel ve hümanist kültürün temsilcileri değillerdi. Tartışmaları ve kaygıları tamamen devletin kurtuluşu yönündeydi. Millet ve milliyetçilik konusuna oldukça yabancı olan Genç Osmanlılar, yine Osmanlı devletinin siyasi yapısından geliyordu. Bu yeni Osmanlıların siyasi fikirleri daha çok anayasal monarşi etrafında toplanıyordu (Ergüder, 2003). Abdülhamid döneminde açılan yeni askeri okullarda yetişen subayların mektepli olarak adlandırılmasının ve sorunların başlıca kökeni olarak görülen subayların Makedonya ve çevresine atanmalarının ardından bu yeni kadroların örgütlenmeleri hız kazanmış ve daha serbest hareket etme olanağı bulmuşlardı. Bilhassa, Makedonya ve Selanik bölgesinde hürriyet propagandası yapılıyor, Abdülhamid aleyhine sesler yükseliyordu. Enver ve Niyazi Beylerin “Milli Taburlar” adı verilen gönüllü askerlerin dağa çıkması ve İttihatçıların Manastır’da “Hürriyet ilan etmeleri”, Abdülhamid’i 1876’da lağvettiği Meşrutiyeti yeniden getirmek zorunda bırakıyordu. İttihat Terakki, bir gecede “Hürriyet getiren cemiyeti mukaddese” olmuştu (Ergüder, 2003) Genç Osmanlı Jön Türkler, İttihat-ı Osmanlı adını verdikleri cemiyetin ileride başka gruplarla ve örgütlerle birleşerek gelişeceğini ve Türkiye tarihinde belirleyici bir rol üstleneceğini tabi ki bilemez ve tahmin dahi edemezlerdi (Akşin, 1976). İttihat Terakki iktidarı döneminde başlayan İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük fikri akımları da tartışılmaya başlanacaktır. İttihat Terakki Cemiyeti, Türkçü ve milliyetçi politikaları benimsemiş görünüyordu. Aralık 1911’e gelindiğinde İttihat Terakki iktidarına karşı birleşen muhalefet (HİF) ara seçimlerde başarılı bir sonuç almıştı. İttihat Terakki Fırkası, muhalefetin bu başarısı karşısında tedbirlerini ve baskısını arttırdı ve muhalefeti HİF, teşkilatlanmasını tam olarak tamamlamadan meclisi feshederek erken seçime gitti. Meclis 1912 yılında yani tarihe “Sopalı Seçim” olarak geçen dönemde açıldı. Dönemin önemli gelişmelerinden biri de Halaskar Zabitan Grubunun 1912 Mayıs-Haziran aylarında gizli olarak örgütlenmeleridir (Olgun, 1995). Halaskâr Zabitan Grubunun kuruluşunu hızlandıran gelişmeler, İttihat Terakki iktidarının askeri yapıya müdahalesi, tayin ve terfilerde yapılan usulsüzlükler, 1912’deki olaylı seçim süreci, seçim bölgelerinde askeri gücün seçime müdahil olması ve muhaliflerin meclise girmesine engel olunması şeklinde sıralanabilir (Vardar,1960) Sait Paşa Hükümetinin “Tasfiye-i Rüteb Kanunu” ile muhalif subayların yükselmesine engel olmaları ve bu subayların merkeze uzak yerlere atanmaları, huzursuzluğun iyice artmasına sebep olmuştur (Rıza Nur, 2005). İttihatçı Sait Paşa hükümetinin anayasa değişikliğiyle İttihat Terakki’yi ayakta tutmak istediği anlaşılmış (Hilmi, 1991) ve seçimi kazanması sağlanmıştı. Halihazırda var olan İttihatçı-karşıtı subaylara bir de Halaskar Zabitan grubu eklenmişti. 1912 Ağustosundan itibaren Halaskar Zabitan Grubunun, çeşitli makamlara, mebuslara ve meclis başkanlığına gönderdikleri tehdit mektupları endişeye yol açmış ve bir siyasi kaos ortamı yaratmıştı. Bu şartlar altında Balkan Savaşına giren Osmanlı ordusu, yenilgiye uğramıştır. İttihat Terakki Fırkası, 23 Ocak 1913’de Bab-ı Ali baskınını geçekleştirmiş, hükümeti yeniden ele geçirmiş ve iktidarını sağlamlaştırmıştı. Bu süreçte, Harbiye Nazırı Nazım Paşayı öldürdüğü iddia edilen Halaskar Zabitan Grubu tamamen tasfiye edilmiş, üyelerinin bir kısmı sürgüne gönderilmiş, bir kısmı da yurt dışına kaçmıştı. 1913 itibariyle bu grubun adı duyulmaz olmuştur.
Yaşanan bu olaylar, gizli örgütlenme biçiminin o günlerden günümüze kadar devam eden bir gelenek haline gelmesine neden olmuştur. Jön Türklerden başlayan gizli örgütlenme, İttihat Terakki dönemini, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti dönemini ve sonraki dönemi de içine alacak bir süreci başlatmıştır.
Yürütme erki, tamamen Mustafa Kemal Paşa ve yakın çevresinin elindedir. Türk parlamentosu, mebuslarının serbestçe muhalefet yapabildikleri bir yapıdadır. Türk Parlamentosu kurumsal olarak sorumludur. Dönemin basını, iktidara muhalif yayınlarını serbestçe yapabilmektedir. Böylesi bir ortam, II. Meşrutiyet’ten kalan bir gelenekti. Yeni cumhuriyet de çok uluslu ve kültürlü yapısıyla, bu ivmeyi yakalamış gözüküyordu. Diğer yandan, anayasal hükümetin anavatanı olan İtalya’da Mussolini’nin İtalyan parlamentosunu bir tartışma kulübüne indirgediği, Avrupa başkentlerinin çoğunda parlamenter sistemin işlemez olduğu ve birbiriyle durmadan çatışan siyasi partilerin olduğu bir siyasi ortam hâkimdi. Hitler Almanya’sı da parlamenter sistemin getirdiği bir diktatörlüktü. Bu dönemin kendine has özelliklerinden olan parlamenter sistem, içinden kendi diktatörlerini çıkarmıştır. Parlamenter sistemin kendi özellikleri içinde demokratik bir ortam yaratamayacağının anlaşılmasıyla kurumsal ve kavramsal düzenlemeler ile kuvvetler ayrılığı ilkesi anayasaya eklenmiştir. Bu, parlamenter sistemin tek başına diktatörlüğü önleyecek bir işlevi olmamasından kaynaklanıyordu. Mustafa Kemal, kafasındakileri gerçekleştirmek için bazı riskleri kendi lehine çevirme, her şeye kuşkuyla baktığı ve kendisine karşı gelen herkesten şüphelendiği bir ortamda iktidar gücünü elinde tutabilme ve önüne çıkan herkesi bertaraf edebilme yeteneğine sahipti (Kinross, 2004). Bu süreçte Terakkiperver Fırkasının liderleri ve kendisinin eski silah arkadaşları olan Kazım Karabekir, Refet Bele ve Ali Fuat Paşaları İzmir suikastını planlamakla suçlanmış ve tutuklatılmıştır. Rauf Orbay yurt dışında olduğu için gıyabında tutuklama kararı çıkartılmıştı. Üç hafta süren duruşma sonrasında suikastçılar idam edilmiş, Terakkiperver Fırkasının muhalif sesi susturulmuş ve siyaset alanında bir daha varlık göstermemek üzere tarihten silinmiştir. İttihat Terakki mensupları da suikasttan değil de rejimi devirmeye yönelik siyasi bir girişim olmakla suçlanmış ve idam ettirilmişlerdir.

İKTİDAR-MUHALEFET GRUPLAŞMASI: I. VE II. GRUP REKABETİNDE GELİŞMELER

1921 yılına girildiğinde Mustafa Kemal Paşa mecliste, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk” adıyla bir iktidar grubu kurulması kararını almış ve neticesinde meclisteki dengeler değişmiştir. Bu gruba davet edilmeyen veya katılmak istemeyen mebuslar, 1922 Temmuz’unda “Müdafaa-i Hukuk Grubu” adıyla ikinci bir örgütlenmeye gitmişlerdir. Böylece Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk adını alan I. Grup, Mustafa Kemal önderliğinde iktidarı temsil ediyor, daha yenilikçi, cumhuriyetçi ve demokrasiyi savunan bir çizgi takip ediyordu. İkinci gruptakiler ise muhafazakâr, dinci, halifeci ve gerici olarak nitelendirilmişti. Mustafa Kemal Paşanın 13 Eylül 1920’de meclise sunduğu “Halkçılık Programı” ve bunun uzantısı olan Teşkilatı Esasiye Kanunu tasarısının görüşülmesinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunun kurulmasıyla bu sorun çözüme kavuşturulmuştu. Grubun amaçlarını “Madde-i Esasiye” ile saptayan Mustafa Kemal Paşa, meclisteki özel grupların ve millet vekillerinin büyük çoğunluğunu davet ederek ilkeler üzerinde fikir birliği olmasını sağlamış ve hazırlanan grup nizamnamesi 10 Mayıs 1921’de Erkek Öğretmen Okulu salonunda yaklaşık 133 (111-133) milletvekilinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Grup başkanlığına Mustafa Kemal seçilmiştir (Çoker, 1994) Dönem boyunca etkinliğini sürdüren bu grup yani A.R.M.H. Cemiyeti 9 Eylül 1923’de Halk Fırkasının kurulmasıyla yeni ismini almıştır. Kuruluş dilekçesi 23 Ekim 1923’de verilen Halk Fırkasının genel başkanı Mustafa Kemal, genel sekreteri Recep Bey (Peker) olmuş, Dâhiliye vekaletine verilmek suretiyle tüzel kişilik kazanmıştır. Başvekil İsmet Paşa, Halk Fırkası Genel Başkan vekili sıfatıyla Halk fırkası grubunu mecliste temsil etmiştir (Çoker, 1994) II. Grup adına Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey,11 Mayıs 1921’de yayınlanan “Hakimiyeti Milliye Gazetesinde’’ T.B.M.M üyelerinin önemli bir kısmının Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk adı altında yeni bir grup kurmalarını eleştirmiştir. Yine bu durumu eleştiren önergesini 16 Mayıs 1921’de meclis başkanlığına sunmuştur. Söz alan Hüseyin Avni Bey, Müdafaa-i Hukuk Grubunun ilkelerinin, yediden yetmişe herkesin, dul kadınların ve yetimlerin bile temel ilkesi olduğunu, bu gruba bütün milletin dâhil olduğunu, bu yüzden ayrı bir grup kurulmasının doğru olmadığını ifade etmiştir (Çoker, 1994). Hüseyin Avni Bey’in, Müdafaa-i Hukuk teşkilatının bütün millete mal olmuş bir ilkeyi, tek bir grubun kendi amaçları doğrultusunda kullanmasına karşı çıktığı anlaşılmaktadır. Hüseyin Avni Bey, Müdafaa-i Hukuk grubuna girmemiş, bir süre sonra kurulan II. Grup içinde yer almış ve iktidara muhalefetini sürdürmüştür.
II. Grup, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk gurubunun kurulmasından sonra bu grupta yer almayan milletvekillerinden oluşmuştur. Hüseyin Avni Bey (Erzurum), Selahattin Bey (Mersin), Emin Bey (Canik) ve arkadaşları 1922 yılı başlarında kendileri için A.R.M.H adını ve ilkelerini paylaşan II. Grubu oluşturmuşlardır. Bu grubun içinde, Mustafa Kemale karşı kişisel muhalefeti olanlar, hükümetin gidişatından memnun olmayanlar ve muhalefet yapan kişiler de mevcuttu. Ancak, bu grup içinde olanlardan bazıları, şeriat, hilafet ve saltanat yanlısı idi ve bu tür davranış ve söylemleri vardı. Buna rağmen, milli egemenlik ve kişisel hak ve özgürlükler konusunda duyarlı hareket ettikleri ve yasa önerilerine karşı sözlü ve yazılı sorularla sert bir muhalefet yaparak meclisi hareketlendirdikleri de bir gerçektir (Çoker, 1994). Meclis arşivinde, II. Grup hakkında yazılı bir doküman mevcut değilse de 1922 yılı başlarında bu grupta yaklaşık 60 milletvekili olduğu, bu sayının Temmuz’a kadar artarak yıl sonunda 120’ye ulaştığı, kamuoyuna yapılan açıklamalardan kısmen anlaşılmaktadır (Güneş, 1985). II. Grup’un bir parti programı olduğunu Hüseyin Avni Bey’in konuşmasının 30 Nisan 1923 tarihli Tevhit-i Efkar gazetesinde yayınlanmasından anlıyoruz. Bu açıklamaya göre II. Grubun programı şöyledir: 1-Türkiye, milli hudutları içinde hür ve müstakil bir devlettir. 2-İdare-i Hükümet, milletin hakimiyetini bila vasıta izhar eyleyebilmesi ve mukadderatını bi’l fiil elinde bulundurabilmesi esasına müstenidedir. 3-Türkiye arazi, menfaat ve emelde müşterek ve yek-vücud bir millet-i vatandır. Tezci kabul edilemez.
Devlet Teşkilatı: Devletin teşri’i ve icra’i bütün salahiyet ve kudreti, hiçbir surette tecezzi, terk, ferağ, vekalet kabul etmez.
Hukuk-u Umumiye: 1-Her ferdin hürriyet-i şahsiyye ve maneviyyesi her tür taarruzdan müstesnadır. 2-Edyan, mezahib, marufe fikri ve amel serbesttir. 3-Matbuat, tedrisat, şirketler, içtimalar kanunlar dairesinde serbesttir. 4- Her fert hür ve müsavi doğmuştur. Sınıf, aile ve servet imtiyazları yoktur. 5- Her fert huzur-u kanunda ve memleketin hukuk ve vesaitinde müsavidir. 6-Her ferdin ehliyet ve kabiliyetine göre her hizmeti, hükümet için müsavi kıymettedir. 7- Siyasi cürümlerde idam yoktur. 8-Hiç kimse kanunen mensubu olduğu mahkemeden başka bir mahkemeye sevk olunamaz. 9-Millet meclisinin reyi olmaksızın, vergi veya nam-ı ahirle hiç kimseden bir akçe veya nesne alınamaz. 10- Müsadere, angarya, işkence, her nevi eziyet katiyen ve külliyen memnudur (Çoker, 1994). Milletin egemenliği, yasama organı ve yürütme ilişkisi içinde gelişen demokratik programdır.
Meclisin açılmasından 1921 ilkbaharına kadar geçen sürede, mecliste faaliyet gösteren çeşitli küçük gruplar zaten oluşmuştu. Bunlardan başlıcaları, Tesanüt Grubu, İstiklal Grubu, Müdafaa-i Hukuk Zümresi, Halk Zümresi ve Islahat Grubu idi. Ayrıca, 1920’nin son aylarında Türkiye Komünist Fırkası ve Türkiye Hak İştirakiyun Fırkası adlı iki sol parti kurulmuştu. Bu grupların hiçbiri, kayda değer bir iz bırakmamışlar (Demirel, 2010) ve kaybolup gitmişlerdir. Mustafa Kemal Nutuk eserinde II. Grup hakkında ciddi eleştirilerde bulunmuş, fakat dinci, saltanat taraftarı ve hilafetçi suçlamalarında bulunmamıştır. Mustafa Kemal II. Grubun kuruluşunu şöyle anlatır: “Muhalefet fikrinin esas menşei Müdafaa-i Hukuk Nizamnamesinin Madde-i Esasideki ikinci nokta idi. Yani hükümet teşkilatının Teşkilat-ı Esasiye kanununa göre yapılması meselesidir.” Ayrıca İsmail Şükrü (Çelikalay) Efendi, II. Grup üyesi değildir. O da bir ara I. Grup içinde yer almış, sonradan istifa ederek bağımsız kalmıştır (Demirel, 2010). Mustafa Kemal I. Grup ve II. Grup üzerine yaptığı açıklamasında der ki “Şimdi bu ayrılan adamlar, bu grup ile öteki grup arasında, hakikatte bir prensip ihtilafı yoktur. Bu ihtilaf, fikir ve içtihat ihtilafı mıdır diye mukayese ettiğimiz takdirde görürüz ki sırf menfaat ve hissi şeylerden doğma bir şeydir (İnan, 1982). Mustafa Kemal Paşa, gruplar arasında ilkesel bir ayırımın olmadığını söylemesine rağmen “laiklik, devrimci, ilerici, şeriatçı, saltanat yanlısı, dinci, gerici” ayırımı yapılmasında birçok neden vardır. Birinci Mecliste, I. Gruptan başka, çoğunluğunu hocaların oluşturduğu bağımsız bir grup daha vardı. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, 1923 başında bağımsızlar için şu değerlendirmeyi yapmıştır: İki grup arasında kalmış birtakım mülteciler, birtakım menfaatperestler vardır. Bunlar kendi menfaatini hangi taraf alırsa, o tarafı tercih ederdi. Ve bu hariç kalan insanlar hiçbir menfaat temin edilecek insanlar değildi ve onun için bu tür kişiler, dürüst hareket etmek isteyen I. Gruptan ekseriya mütebaid (uzak) bulundular (İnan, 1982). Tam gerçeği yansıtmasa dahi II. Grup içindekiler, saltanat yanlısı ve hilafetçi olarak tasnif edilemez. Fakat şöyle bir tasnifleme yapmak mümkündür:
1-Saltanatcı-Hilafetçi grup
2- Mustafa Kemal’in gittikçe artan otoritesini görüp onun bir diktatör olacağı endişesine kapılıp şahsına muhalif olanlar
3-İttihat Terakki partisini yeniden kurup iktidara getirmek isteyenler
4- I. Gruba alınmadığı için kırgınlık duyan vekiller ile I. Gruptan rahatsız olup ayrılanlar (Selek, 1976)
II. Grubun liderinin kim olduğu kesinlikle bilinmemektedir. En önemli kişileri şunlardır: Hüseyin Avni (Erzurum), Albay Selahattin (Mersin), Ali Şükrü (Trabzon), Müfit Hoca (Kırşehir), Mehmet Şükrü (Afyon) ve Celalettin Arif (Erzurum). II. Grup adını almaları 1921 yılı sonlarını bulur. Gruplaşmaların, anayasa kabulü yani 20 Ocak 1921’den sonra başladığını (Selek, 1976) söylemek de mümkündür. Birinci meclis üyelerinden Damar Arıkoğlu, II. Grubun kuruluş tarihini kati olarak tespit etmenin zor olduğunu ifade etmiş ama “Grup, Malta’daki esir kampında ve esir mübadelesinden sonra aradan çok vakit geçmeden teşekkül etti” demiştir (Arıkoğlu, 1961). Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanı, Heyet-i Temsiliye üyesi ve Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi liderliğinde “Muhafaza-i Mukaddesat ve Müdafaa-i Hukuk Erzurum Heyeti Merkeziyesi” adlı bir cemiyet Mart 1921 tarihinde kurulmuştur. Nizamnamesinde bulunan maddesinde şöyle der. 1-Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin Sivas kongresinde kabul ettiği maksat ve esaslardır. 2- Osmanlı Kanunu Esasisinin belirttiği “Hükümet, Hükümeti İslamiye; dini resmisi ise İslam’dır.” Cemiyetin faaliyetlerinden haberdar olan Mustafa Kemal, 11 Nisan 1921’de Kazım Karabekir Paşayı bu hareketi önlemekle görevlendirmiştir. Kazım Karabekir’in 11 Temmuz 1921’de çektiği telgrafta cemiyetin kurucusu Raif Hoca ve arkadaşlarının fikirlerini şöyle açıklar: “Hazırlanan anayasa, memleketin ihtiyacına cevap verecek nitelikte değildir. Alelacele yazılmış ve kabul edilmiştir. Esasen tam bir hukuki şekil ifade etmemektedir. Anayasanın kabulü mecliste fikir ayrılığına ve gruplaşmalara yol açmıştır. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunu yeniden kurmayı gaye edinmiştir. Grup programında hilafet ve padişaha ait hiçbir kayda rastlanmamıştır. En mühim ve hayati endişe, hilafet ve saltanatın, cumhuriyetçiliğe inkılap etmesi tehlikesidir. Cumhuriyet şeklinden katiyen sakınmak gerekir.” (Karabekir, 1969) Bu ifadelerden anlaşıldığına göre Kazım Karabekir Paşa ile Mustafa Kemal Paşa, cumhuriyet sistemi konusunda anlaşamamaktadır. Bir başka belgede Mete Tuncay, “Tek Parti İktidarı” eserinde bu konuyu şöyle anlatır: “Raif Efendi meclis görüşmelerinde Mustafa Kemal’in cumhuriyet kurma düşüncesinde olduğunu, düşüncelerinin bu yönde değiştiği şüphesini Kazım Karabekir Paşaya iletir. Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’e bir telgrafla bu konuda ne düşündüğünü ve bazı mebusların şüphe içinde kaldıklarını bildirir. Mustafa Kemal Paşa cevaben, hiç endişeye gerek yok, Erzurum ve Sivas kongrelerinde alınan kararlar doğrultusunda olduğunu bildirir” (Tuncay, 2012). Milli kurtuluş savaşı başlarında Amasya, millî mücadele hareketinin merkezi konumundadır. Amasya görüşmelerinde alınan kararlara göre milli mücadelenin önder kadrosu şöyledir:1-Mustafa Kemal, 2-Ali Fuat (Cebesoy) 3-Rauf Bey 4- Refet Bele. Kazım Karabekir Paşa ile Cemal Paşa, 21 Haziran 1919’da alınan bu kararları onayladıklarını telgrafla bildirmişlerdir (Cebesoy, 1953). Bu kişilerin tamamı askeri komutandır. Bu komutanların başlattığı hareket, İstanbul Hükümetiyle bir iktidar mücadelesidir. İstanbul hükümetiyle bütün bağları kopmuştur. Anadolu hareketine karşı tutum ve davranış içinde olan bürokratlar tasfiye edilmiştir. Kurtuluş Savaşı, Birinci Dünya Savaşından sonra yıkılan imparatorluklar ve yeniden kurulan bağımsız devletler dönemine denk gelmiştir. Yeni kurulan devletler, cumhuriyet ve ulus-devlet modelini benimsemek zorundaydı. ABD Başkanı Wilson ve İngiltere hükümeti, “Cumhuriyet sistemine geçmemiş devletlerle antlaşma masasına oturmayı düşünmediklerini ifade etmişlerdi (Akşin, 1987).
İç çekişmeler ve gruplaşmalara yönelik, Ankara İstiklal Mahkemesi 9 Mayıs 1921 günü şu kararı vermişti: “Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetini devirerek milletin arzusu hilafına bir hükümet tesisine sâ’i olmak cürümünden maznunu aleyhim künyeleri yukarıda yazılı olan, Ethem, Tevfik, Reşit, Yüzbaşı İbrahim, Jandarma Yüzbaşısı Sami, Erkanı Harp Yüzbaşısı Halil, Polis Artin, Manyaslı Şevket, Çerkes Ahmet, Kütahya mıntıka komutanı Binbaşı Abdullah, Mülkiye Kaymakamı Lütfü’nün, iş bu hükümet devirme cürümünü irtikablarından ve sonra düşman taraflarına firarları anlaşılmasına binaen cümlesinin idamlarına ve menkul ve gayri menkul mallarına haczine” (Selek, 1976). Bu süreçte, “Yeşil Ordu”, “Halk İştirakiyun Fırkası’’ ve “Gizli Komünist Fırkası” gibi iç içe girmiş örgütlenmeler de mahkum edilmişti. Millî mücadele hareketi Anadolu’da başlamadan İttihat Terakki cemiyetinin üyeleri Anadolu’ya geçmiş ve örgütlenmelerine hız vermişlerdi. Mecliste çok sayıda ittihatçı mebus vardı. Bunlardan bir kısmı Mustafa Kemalin liderliğini kabul etmişti. Bir kısmı da savaş sonrasında yeni Türkiye’yi ele geçirerek yeniden iktidar olma düşüncesini taşıyordu. İttihat Terakki önderleri ve Mustafa Kemal, Anadolu’da örgütlenmeyi belirli düzeyde başarmışlardı fakat birçok sorun vardı. Birbirlerinden çekinmelerine rağmen, birbirlerinden faydalanmak istemişlerdir (Tekeli-İlkin, 1980). Talat Paşa 3 Kasım 1918’de ayrılırken, kendisine yakın olan Kara Vasıf Bey ve Kara Kemal’e örgütlenmelerini ve “Karakol” teşkilatının etkinliğinin artırılmasını salık vermiştir (Tekeli-İlkin, 1980) Millî mücadele döneminde, Mustafa Kemal ile İttihatçılar arasında belirgin bir sıkıntı yaşanmamıştır. Fakat, Sivas Kongresinde Kara Vasıf Bey’i “Karakol” teşkilatı faaliyetlerinden dolayı suçlamış, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinde çalışması istenmişti (Ertürk, 1969; Akşin, 1976) İttihat Terakki içinde en etkin eylemci Kara Kemal Bey’dir ve Talat Paşayla yakın dostluk ve ilişki içindedir. Milli kurtuluş savaşında etkin diğer örgüt üyesi (kör) Ali İhsan, Talat Paşayla iletişim halindedir ve kardeşi Asım Bey de İttihat Terakki’nin ideologlarındandır. Ali İhsan Bey’in İttihat Terakki’nin programını oluşturmasında aktif rolü olmuştur (Tekeli-İlhan, 1980) İttihat Terakki mensuplarının, mili mücadele sonrası ve 1923 başlarında etkinliklerini artırmaya başladıklarını görmekteyiz. Bu kişiler, Mustafa Kemal’i bertaraf etmek, ilk fırsatta İttihatçıları iktidara taşıyacak yöntem ve örgütlenmeleri hızlandırmak amacı taşımaktadır.
Trabzon’da 13.Tümen Kumandanı Albay Sami Sabit Bey’in Kazım Karabekir’e yazdığı 17.11.1921 tarihli telgraf, İttihatçıların amaç ve gayelerini ifade eder. Telgrafta “Ardahan Mebusu Hilmi Bey’in”, Enver Paşa ile görüşmeye memuriyetinin muntazamın olduğu belirtilmiştir. Buna göre Mustafa Kemal Paşanın şartları arasında, Enver Paşanın harp devam ettiği müddetçe Anadolu’ya gelmemesi yer almaktadır. Türkiye İngiltere ile musalaha ettiği yani barış antlaşması imzaladığı takdirde, İslam âleminde İngilizler aleyhinde herhangi bir teşebbüste bulunmayacak, Enver Paşa sulhtan sonra da Türkiye’yi bir müddet rahat bırakacaktır. Hilmi Bey, Enver Paşanın bu 3. Maddeyi reddettiğini ve yalnız iki madde için olumlu cevap verdiğini söyler. Mustafa Kemal’in Enver’in Anadolu’ya girmesine aleyhtar, ancak ikinci maddeye taraftar olduğu görünüyor. Siyasi Hilmi Bey, Ankara muhitinde, Enverciliğin pek kuvvetli olduğunu, Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’in yerini almasına taraftar olduğunu ve bu fiilin harpten sonra tahakkukunu münasip gördüğünü, mecliste pek mütecanis 40 İttihatçı mebusun bulunduğunu, Kemal Paşayı devirmek pek mümkün ise de buna bugünkü durumun müsait olmadığını (Karabekir, 1969) söylemiştir. İttihatçı teşkilatlanma, milli mücadelenin başlamasında öne çıkarken Karakol Örgütünün lideri Kara Vasıf Bey, Sivas Kongresine “Örgütlü İttihatçılar” adına katılmıştı. Mili mücadelenin yürütülmesinde harekete liderlik yapabilecek kişi arayışları içinde öncelikle Ahmet İzzet Paşa’ya teklif götürüldüğü, bazı sorunların ortaya çıkmasıyla Mustafa Kemal’e teklif edildiği ve onun da bu teklifi kabul ettiği (Cebesoy, 2002) söylenir. Mustafa Kemal, daha önce Anadolu’ya gitmiş olan komutanlarla Amasya, Erzurum, Sivas hattında ilerlerken, Karakol örgütü lideri Kara Vasıf Bey de bu hareketin İstanbul’daki temsilcisi durumundaydı. Ve Mustafa Kemal ile Karakol arasında dolaylı ve dolaysız bazı ilişkiler sürmekteydi. Ali Fuat Paşa, Kara Vasıf için “Vaziyeti dâhiliye ve hariciye hakkında yegâne muhabere merkezimiz İstanbul’da Vasıf Beydi” diyecekti (Cebesoy, 2002). Ali Fuat Cebesoy, siyasi hatıralarında önemli bir gelişme olarak gördüğü gizli bir örgütlenme olan ‘’Selameti-i Umumiye Komitesinden” bahseder. I. Gruptan bazı mebusların önemli meseleleri meclisten geçirebilmek için, gizli bir örgüt yoluyla, meclis çoğunluğunu ele geçirmeleri ihtimaline karşı, önlem mahiyetinde hızla bu tür bir örgütlenmeye gidildi. Muhalif mebuslar, I. Grup içinde kurulan bu gizli örgüte, Fransız Devriminden esinlenerek “Selamet-i Umumiye Komitesi” adını verdiler (Demirel, 2010). Rauf Bey (Orbay) 1926’da Paris’ten Meclis Başkanlığına gönderdiği mektupta, II. Grubun örgütlü bir güç olarak ortaya çıkmasını, gizli Selamet-i Umumiye komitesinin kurulmasına bağlamıştır. Rauf (Orbay) Bey’in mektubunun bir bölümü şöyledir: “Büyük Millet Meclisinde II. Grubun kurulma nedenlerine gelince: sizce de unutulmamış olacağı gibi, Müdafaa-i Hukuk Grubu içinde bugün mahkeme başkanlığını idare eden kişinin (Ali Çetinkaya) de aralarında olduğu yeminli ve gizli komitenin kurulması ve gizli görüşmeler yaparak ve gruptaki diğer arkadaşların iyi niyet ve güvenlerini kötüye kullanarak, grup kararları üzerinde azınlık tahakkümü şeklinde etki etmesinden ibarettir” (Cebesoy, 2002). Dr. Emin (Erkul) Bey hatıralarında I. Grup içinde kurulan gizli örgütlenme biçimi ve amaçlarına yönelik “I. Gruptaki disiplin sayesinde, önceleri muhalefete karşı bir üstünlük sağlandığından ve bu üstünlüğün bir yıl kadar korunduğundan, ancak daha sonra grubun sarsılmaya yüz tuttuğundan ve önlem olarak, Mustafa Kemal Paşanın direktifleri üzerine söz konusu gizli örgütün kurulduğundan” bahseder (Erkul, 1954). Görüldüğü kadarıyla I. Grup içindeki bu gizli örgütlenme, farklı amaçlarla kurulmuştur. Bu konuyla ilgili kaynak belgelerin olmayışından ötürü daha ileriye gidilememiştir. Bunlar, ancak milli mücadele hareketinin önderlerinin yazdıkları hatıralardan öğrendiğimiz bilgilerdir.
Rauf Orbay, Millî Mücadele’nin önderlerindendir. Aynı zamanda T.B.M.M Hükümeti döneminde başbakanlık yapmış, daha sonra muhalefette kalarak TPCF’ye katılmış ve ikinci başkanlığını yürütmüştür. İzmir Suikastı davasında Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay 10 yıla mahkûm olmuş, Rauf Orbay yurt dışında olduğu için Türkiye’ye dönüş yapamamıştır. Mustafa Kemal, 1927 yılında Nutuk’ta Rauf Orbay’a kızgınlığını sert biçimde ifade eder. Rauf Orbay, cumhuriyetin ilanı sırasında cumhuriyet karşıtlığı ve hilafetin kaldırılmasına muhalefet olmasıyla tanınmıştır. Daha ilginç olanı ise, Rauf Orbay’ın 1933 yılının Mart ayında Londra’dan Hindistan’a yaptığı gezinin Ankara’ya rapor edilmesinde Rauf Orbay’dan “firari” olarak söz edilmesidir (Koçak, 2011). Gazetelerdeki haberlerde Rauf Orbay, Mustafa Kemal’den bahsederken “Gazi” unvanını kullanmış ve milli mücadele dönemindeki Mustafa Kemal’i övmüştür, fakat hilafetin kaldırılması konusunda bu sorunun sadece Türkleri ilgilendirmediğini, bütün Müslümanları ilgilendiren bir konu olduğunu, hilafetin yeniden tesisi için yeni bir konferansın yapılabileceğini söylemiştir (Koçak, 2011). Söylenenlerin aksine Rauf Orbay rejimin temel ilkelerini benimsemişti ve bunlarla bir sorunu bulunmuyordu. H.C. Armstrong “Bozkurt” adlı eserde hakkındaki iddiaları tümden yalanlamış, ülkeden kaçtıklarına ilişkin de “Biz Türkiye’yi müstakilen dehşet devresi ‘regime of terror’ başlamadan biraz evvel terk ettik. Bizim yaptıklarımız, memleketimizin menafi aliyesine, kanaatimize göre en iyi şekilde hizmet ettiğimizi ve maruz kaldığımız şahsi tehlikeleri nazarı itibara almadığımızı gösterir” (Koçak, 2011). İktidar-muhalefet çekişmesinin bir başka vahim olayı da Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’in bir suikast sonucu öldürülmesidir. Tan Gazetesi II. Grubun basın yayın organı olarak faaliyet göstermekteydi. Meclis’te II. Grup sözcüsü Ali Şükrü Bey aynı zamanda Tan Gazetesinde imtiyaz sahibi, köşe yazılarıyla iktidara karşı eleştirilerini dile getiren, çok yönlü bir aydın ve birikimiyle öne çıkan bir kişiliğe sahipti. Lozan’a giden heyet ve konferansın gidişatı hakkında, mecliste ve Tan gazetesindeki köşe yazılarında sert eleştiriler yüzünden hedef olduğu bilinmektedir. Ali Şükrü Bey, Lozan’a gidenler içinde İsmet Paşa hariç diğerlerinin tecrübe ve bilgi eksikliği olduğuna yönelik eleştirilerde bulunmuştur (Alkan-Üçüncü, 2015) Halife makamındaki Abdülmecid’in meclise gönderdiği telgrafın okunması yönünde görüş bildirmiş, halifeye bağlılığını şöyle ifade etmiştir: “Müslümanız, Halife’ye her zaman bağlıyız, merbutuz” (TBMM Zabıt Ceridesi, 1960) Ali Şükrü Bey meclisteki ve gazetesindeki yazılarında yaptığı eleştiriler üzerine Mustafa Kemal Paşa cevap vermek zorunda kalmış ve şöyle demiştir: “Yani siz meseleyi kendi hayatınıza göre düşünüyor, vücut veriyorsunuz, hüküm veriyorsunuz. Bu böyledir diyorsunuz. Öyle değildir Bey Efendi Hazretleri. Bakınız İngiliz heyeti murahhasının teklifi veçhile Musul teklifini kabul etmiş değiller. Malumu alinizdir ki Musul meselesi doğrudan doğruya onların teklifi veçhile bir satır ile ifade olunmuştur. İngilizler diyor ki bu metin muallakta kalsın. Çünkü Heyeti Murahhasımızın teklifi bu değildir. İkincisi: Bey Efendi diyor ki Heyeti Murahhasa, heyeti vekilenin vermiş olduğu talimatın hilafına hareket etti. Veyahut dâhilinde hareket etti. Bunu söyleyecek siz değil Heyeti vekiledir.”(TBMM Zabıt Ceridesi, 1923) Ali Şükrü Beyin 27 Mart 1923’te öldürülmesi büyük infial yaratmış, mecliste ve basında büyük kargaşaya neden olmuştur. Baş şüpheli, Mustafa Kemal’in muhafız taburu komutanı Topal Osman’dır. Fakat suçlamaları kabul etmediğini, kendisine komplo kurulduğunu ve bu olayla hiçbir alakasının olmadığını haykırdığı söylenmektedir. Sorgusunda onun da öldürüldüğü bilinmektedir. Böylece dosya kapanmıştır.

SONUÇ

İttihat ve Terakki, II. Meşrutiyet ile iktidarı darbeyle ele geçirmiş ve yaşanan çalkantılı dönem, gerilimli bir siyasi ortam yaratmıştır. Millî mücadeleyle kazanılan zafer sonrası Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki iktidar ve kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyeti Meclisi Mebusanı, siyasi çekişmelerin merkezine oturmuştur. İktidarı ele geçirme veya bu gücünü kaybetmeme uğruna verilen mücadele, birbirlerini bertaraf etmeye dönüşmüştür. 1908 ile 1923 yılları arasında, iktidarı ele geçirme ve elde tutma girişimlerindeki yöntem benzerliği dikkat çekicidir. İktidar, güç elde etme ve otoriterleşme yöntemindeki düşünce benzerliği aynıdır. Mustafa Kemal’in liderliği ve arkadaşlarının önderliğinde kazanılmış bir bağımsızlık zaferi vardır. Savaş sonrasında Mustafa Kemal Paşa’nın hedef ve amacı, yeni bir ulus-devlet ile yeni toplumu, vatanseverlik ve milli ülküler etrafında birleştirerek istikrarlı bir ülke inşa etmektir. İzmir suikastı ile suçlanan eski kader ve silah arkadaşı paşalar tutuklanmıştır. Mustafa Kemal Paşanın bir ideolojisi var mıydı, yok muydu tartışmaları akademik makalelere de konu olmuştur. Mustafa Kemal’in ideolojik yönünün olmadığı ağır basmıştır. Bu düşünceye katılmak istememe rağmen, Mustafa Kemalin ideolojik yönü vardır. Çağdaşlaşmacı görüşü olduğu, aynı zamanda, laik, seküler ve pozitivizm taraftarı olduğu da bilinmektedir. Millî mücadele dönemi ve sonrası toplanan birinci ve ikinci meclis oturumlarında rastlanan hareketlilik, üçüncü meclis açılışı ve oturumlarında muhalefetsiz ve tek parti milletvekillerinden oluşan bir yapıya dönüşmüştür. Mustafa Kemal Paşanın çok büyük bir özenle hazırladığı Nutuk, yapılan sosyal devrimlerin ve geçmişin özeti, milli mücadele ve sonrası gelişen siyasi olaylardaki haklılığını vurgulayan ve geleceğe mesaj verme niteliği taşıyan tarihi bir belgedir.

KAYNAKÇA

*Bu bildiri daha önce 11TH INTERNATIONAL ISTANBUL SCIENTIFIC RESEARCH CONGRESS’de yayımlandı. Aydınlık Gazetesinde yayımlanması için gerekli izinler alındı.
Ahmad, F. (2013). İttihat ve Terakki:1908-1914, İstanbul: Kaynak Yayınları.
Akşin, S (1976). İstanbul hükümetleri ve Millî mücadele, İstanbul: Cem Yayınevi.
Akşin, S. (1970). 31 Mart olayı, Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Yayınları.
Akşin, S. (1976). İstanbul hükümetleri ve millî mücadele, İstanbul: Cem Yayınevi.
Akşin, S. (1987). Jön Türkler ve İttihat Terakki, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Alkan, N- Üçüncü, U. (2015). Ali Şükrü Bey hürriyet uğruna 39 yıl, İstanbul: Trabzon Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı Yayınları.
Arıkoğlu, D (1961). Hatıralarım, İstanbul: Tan Gazetesi Matbaası.
Bayur, H (1953). Türk inkılap tarihi, Ankara: TTK, 1953
Birinci, A. (1990). Hürriyet ve itilaf fırkası, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Cebesoy, A. (2002). Kuvayı Milliye’nin içyüzü, Temel Yayınları, İstanbul: Temel Yayınları.
Cebesoy, A. F. (1953). Millî mücadele hatıraları, İstanbul: Vatan Neşriyat.
Çoker, F. (1994). Türk parlamento tarihi, Millî mücadele ve T.B.M.M-I. dönem-1919-1923, Ankara: T.B.M.M Vakfı Yayınları.
Demirel, A. (2010). İlk meclisin vekilleri “Millî mücadele seçimler’’, İstanbul: İletişim Yayınları.
Ergüder, S. (2003). Kuruluş ve kurucu, İstanbul: Aykırı Yayıncılık.
Erkul, E. ‘’Millî mücadele hatıraları’’ Vakit, 3 Mart 1954, s.2
Ertürk, H. (1969). İki devrin perde arkası, İstanbul: Ararat Yayınevi.
Güneş, İ. (1985). Birinci Türkiye Millet Meclisi’nin düşünsel yapısı (1920-1923), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Hilmi, F.A. (1991). Muhalefetin iflası, İstanbul: Nehir Yayınları.
İnan, A. (1982). Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit konuşmaları, Ankara: T.T.K. Yayınları.
Karabekir, K. (1969). İstiklal harbimiz, İstanbul: Türkiye Yayınevi.
Karabekir, K. (1969). İstiklal harbimiz, İstanbul: Türkiye Yayınevi.
Kinross, L. (2004). Atatürk bir milletin yeniden doğuşu, İstanbul: Altın Kitaplar.
Koçak, C. (2011). Tek parti döneminde muhalif sesler, İstanbul: İletişim Yayınları.
Nur, R (2005). Cemiyet-i hafiye, İstanbul: Şehir Yayınları.
Olgun, K. (1995). Demokrasi tarihi açısından 1912 Mebusan Meclisi ve faaliyetleri, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiye Cumhuriyeti Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.
Olgun, K. (1999). “Asker-siyaset ilişkilerinde bir dönüm noktası: Halaskâr Zabitan grubu ve faaliyetleri”, İlim Araştırmalar Dergisi, 7, 157-175.
Saruhan, Z. (2000). Kurtuluş savaşında ikili iktidar, İstanbul: Kaynak Yayınları.
Selek, S. (1976). Anadolu ihtilali, İstanbul: Cem Yayınevi.
Şimşir, B. (1976). Ege sorunu, belgeler, 1912-1913, Ankara: TTK.
T.B.M.M Gizli Celse Zabıtları, I. Devre, Cilt:4, 1923, s.175-176
T.B.M.M. Zabıt ceridesi, 1.Devre, Cilt.25, 1960, s.82
Tekeli, İ- İlkin, S (1980). Kurtuluş savaşında, Talat Paşa Mustafa Kemal mektuplaşmaları, Belleten, 44 (174), 301-345.
Tuncay, M. (2012). Türkiye cumhuriyetinde tek parti iktidarının kurulması, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Vardar, G (1960). İttihat ve Terakki içinde dönenler, İstanbul, İnkılap Kitabevi.