12 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Adaylar televizyonlardan eşit şekilde yararlanmalı

Oktay Ekşi

Oktay Ekşi

Eski Yazar

A+ A-

1-Son haftasına girdiğimiz İstanbul seçimlerinde, medyada Ak Parti adayına 1.531 dakika, CHP adayına 1.180 dakika, Saadet adayına 81 dakika, Vatan adayına 54 dakika yer verilmiş. Bu tablo açıkça seçmeni yönlendirme değil midir?

Türkiye’deki seçimlerde “eşitsizlik” maalesef taa 1946 seçimlerinden beri sürüp gelmektedir.
Sizin sözünü ettiğiniz (anladığım kadarıyla) adaylara kamusal yayın yapan televizyonlarda ayrılan vakitle ilgili eşitsizlik, yukarıda sözünü ettiğim durumun bir parçasıdır.
Elbet adayların televizyon ekranlarından eşit şekilde yararlanmalarına ilişkin kurallar konulmalı ve uygulanmalı ama onunla sınırlı kalınmamalıdır.

Ama önce temel eşitsizliğe değineyim:

Devlete (iktidara) sırtını dayayan aday, daha yarışın başında ötekilerden en az yüzde 15 avantajlıdır. Çünkü genel kabul gören anlayışa göre seçmenin yüzde 15’i kendiliğinden iktidar adayıyla bütünleşir. Oyunu ona verir. Bu yüzden, seçimde yarışacak adayların kampanya boyunca devletten/iktidardan zerre kadar yararlanmalarını büyük bir seçim suçu haline getirecek yasal değişiklik yapılmadıkça, seçimlerde “eşitlik”ten söz etmek saçmadır.
İkincisi adaylar arasındaki maddi kaynak eşitsizliğini olabildiğince gidermek lazımdır. Bunun gelişmiş demokrasilerde -özellikle İngiltere’de- uygulanan temel kuralı şudur:
Her aday, seçmen başına belli bir miktar harcama yapma hakkına sahiptir. Daha fazla para harcarsa suç işlemiş olur. Onun da yolu şudur: Aday kampanya boyunca yapacağı harcamaların sorumluluğunu ya bir destekçisine verir veya kendi üstüne alır. Seçim için yaptığı tüm harcamaları muhasebeleştirir. Seçim bitince de nereye ne harcadığını kamuya ilan eder. O ilan belli süre askıda kalır. Halk inceler. Listede görünmeyen harcamadan halk ihbar eder. Böylece seçim suçu ortaya çıkar. Eğer bu tür kaçak, kabul edilmeyecek boyuttaysa seçilen adayın seçimi iptal edilir.

Verdiğim örnekler seçimde yarışmayı mümkün olduğunca eşit koşullara indirger. Bunlar ve benzeri örnekler alınmadıkça biz bir atla bir tavşanı yarıştırır, sonra at kazandı diye galibi ilân ederiz.

2-Üstteki soruyla bağlantılı olarak aklımıza 1991 seçimlerinde TRT'de yapılan liderler açık oturumu geliyor. Bülent Ecevit'ten, Necmettin Erbakan'a Doğu Perinçek'ten Süleyman Demirel'e tüm siyasi partiler aynı masada oturup soruları yanıtlıyor, tartışıyordu. Türkiye yeniden böyle programlar izleyebilecek mi yoksa artık bu geleneğimizi yitirdik mi?

O dediğiniz programı ve ona benzeyen pek çok lideri bir arada ve televizyonda izlemiş biri olarak söyleyeyim:
Türkiye elbette yeniden böyle programlar izleyecektir.

Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonra kaldırılan bu programlar, demokrasinin temel koşulu olan “HALKIN GERÇEKLERİ ÖĞRENME HAKKI”nın kaçınılmaz bir sonucudur.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin akla, demokrasiye, hukuka, insan haklarına taban tabana zıt uygulamaları bu partinin iktidarıyla birlikte tarih çöplüğündeki yerini aldığı zaman tüm bu akla ziyan yasaklamalar da kısıtlamalar da onları getiren AKP ile birlikte tarihin çöplüğüne gidecektir.

3- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmaları yapan Fatih Gemisi’nin personeli hakkında uluslararası tutuklama emri çıkardı. Bu tür adımların çözüme bir katkısı var mı yoksa gerginliği daha da artırır mı?

Güney Kıbrıs Rum İdaresinin yönetimindekiler, aynen Yunanistan’daki soydaşları gibi, Batı dünyasının şımarık çocuğudurlar. (Şimdi bir de başta ABD’nin olmak üzere Batı’nın, Yunanlılardan/Rumlardan daha şımarık çocuğu İsrail var).
Doğu Akdeniz’de -Türkiye’nin kıta sahanlığı ve ekonomik bölgesi içinde kalan alanlarda- yaptığımız araştırmalara katılan gemi personelini tutuklama amacıyla Rumların bir “uluslararası belge” üretmesi o nedenle şaşırtıcı değildir. Ancak Rumların bu emri bizzat uygulayabileceğine de öteki ülkelerden bu bağlamda bir yardım alabileceğine de ben şimdilik ihtimal vermiyorum.
Ancak Türkiye Rumları hafife alarak uyumamalı, onların giderek etrafımızda bu örgüt oluşturmaya başladığını görüp önlemini şimdiden almalıdır.

Unutmayalım: Güney Rum Yönetimi, İspanya, İtalya, Portekiz, Fransa, Malta ve Yunanistan Cumhurbaşkanlarının katıldığı Akdeniz 7’lisi diye bir toplantı biteli topu topu iki gün oldu.