18 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Aşının Tuhaf Hikayesi

Gözen Esmer

Gözen Esmer

Site Yazarı

A+ A-

Buhran zamanları tuhaflıkları, saçmalıkları ve eşitsizlikleri getiriyor. İçinde yaşadığımız buhran dönemindeki bütün tuhaflıklar, tarihteki buhranlarda da yaşandı.

Fakat bir farkla, yine onlarda bir anlam ve erdemli ya da erdemsiz insan vardır.

Tuhaflıklar deyince akla Benjamin Button geliyor ve elbette Caz Çağı’nın yaramaz çocuğu Fitzgerald.

Eşitsizliği görmezden gelmenin, insanlığın vahşetine karşı duyarsız kalmanın yoluydu belki de bu “oyunculuk, “dadacılık”…

Benjamin Button çağının iki yüzü vardı elbette. Fitzgerald duyarsızlığın içinden bireysel tepki verip tükenirken, Jack London çamurun içinden çıkarttığı gerçeği fırlatıyordu Avrupalı ve Amerikalı aydınların kafasına.

Böyle bir çağdı Batı’daki o buhran devri, bir tür yürüyen ölümdü ve umut bu yürüyen ölümle dans ediyordu. Zaten eşitliğe dair inanç bu sayede doğmuştu.

Gelelim bize, ülkemize,

Aynı çağda bizim yaşadıklarımız ABD’de ve Avrupa’da yaşananların ikinci yüzüne yakındı daha çok.

Demir kadar, toprak kadar, hava ve su kadar bir gerçeğin ve o gerçeklerin verdiği acının içinde geçti 20.yüzyılın ilk yarısı. Türk milletinin Caz Çağı olmadı hiçbir zaman.

Savaş, verem, tifo, işgal…. Şimdi bize tarihi bir anı ya da film gibi gelen bu olaylar yaşandı. Binlerce hayatı kırıp geçirdi.

Nerede?Girit’te,

Nerede?Balkanlar’da

Nerede?Doğu Anadolu’da

Nerede?Antep’te Fransız Kurşunu’yla

Sonra 40’lar geldi, veremle.Bu sefer sağlık ordusu savaştı, Anadolu köylerinde. Kurtuluş Savaşı’nı veren Cumhuriyet daha durup dinlenmeden Verem Savaşını verdi.

Verem, veba, bela!

TÜKENİŞ Mİ UMUT MU?

Gelelim bugüne,

İnsanlık yine bir buhranın içinden geçiyor. Hem de özel mülkiyetçiliğin ve bencilliğin, insan olmaya dair bütün anlamları yok ettiği bir dönemde. Tükeniş de diyebilirsiniz buna, tarihi fırsat da. Nihilizm’den bakarsanız tükeniştir, insanlığın gözünden bakarsanız umudun dip dalgası.

Biz umut diyoruz,

Çünkü bireycilik tükendi

Çünkü toplumu yok edelim diyenler hegomonyalarının altın çağında bile yenildi

Çünkü devletler bağımsızlıktan, milletler kurtuluştan, halklar devrimden vazgeçmedi.

Çünkü insan insanın kurdu değil, yoldaşıydı!

Koronavirüsü yenen ve mücadele edebilen ülkelerin hepsine bakalım bu sonuçlara varırız.

Şimdi bu sonuçların kazanımları elde edilmeyi bekliyor. Yaklaşıyor hasat zamanı!

PATENTİN ÖLÜM GETİREN HİSSELERİ

İnsanlık küresel sermayenin yedi büyük ve uzun kollarından kurtulmuş değil daha. Ancak bir bilincin uyandığı gerçeğini değiştirmiyor bu.

Aşının tuhaf hikâyesi de burada başlıyor. Ortada bir hastalık var ve o hastalık için geliştirilmiş birkaç tür aşı da var. Peki milyonlarca insan neden ulaşamıyor aşıya?

Sorunun cevabını Biontech’in CEO’su veriyor. CEO Hanım, bunun kötü bir fikir olduğunu, hayata geçirilse dahi gelecek 12 ay içinde hazır edilebilecek aşı dozu miktarının artmasını sağlamayacağını söylüyor.

Ancak aşıya herkesin erişebilmesini nasıl sağlayacağımız konusunda bir şey önermiyor sayın CEO!

Ve ekleyelim "Güneşin patentini alabilir misiniz?

AŞIYI IRKÇILIĞIN OMZUNA VURALIM

Koronavirüs Batı’nın ırkçılığını da ortaya koydu. Salgının başında Çinlilere ve diğer Asyalı halklara yapılan ırkçı saldırılar, sonra Aşı pasaportu gündemi ve Sinovac aşısı olanların ülkeye alınmaması kararları. Ülkemizde de emareleri göründü bu ırkçılığın. Hükümet Bosna’ya ve Libya’ya aşı gönderdi diye suçlandı, Amerikancı korodan ve beğenmezler ordusundan “neden kendi insanımıza yapmıyoruz” sesleri yükseldi .Oysa aşılama hızı tam tersini gösteriyordu. Her şeyi bırakalım iç savaşın pençesinden kurtulmaya çalışan Libya’ya yardım eli uzatılmasına neden karşı çıkar ki bir insan?

En çok antikor üreten aşılardan birkaç doz ayırıp ırkçılığın omzuna vuralım!

ÖNCELİK ENDEKSİ TURİSTLER Mİ?

Koronavirüs salgınının getirdiği en büyük yıkım ekonomide oldu. İşsizlik, pahalılık yalnız ülkemizde değil dünyanın her yerinde….

Ülkemiz dolara bağımlı olunca turistler de başımızın üstünde kral dairesi kiralıyor. Yabancıların tatil paylaşımlarını, mutlulukların bir âşk filmi izler gibi izliyoruz.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “Turistin görebileceği herkesi mayıs sonuna kadar aşılayacağız” açıklaması epey gündem oldu. Aslında bu açıklama 60 senedir AB kapılarında dilenci olmanın sonuçlarının en küçüğü. Diğer yandan turizm için PCR testlerinin kaldırılması, turizm için aşılama yapacağız açıklamaları hem hesapsız, hem de yaralayıcı. Sayın Bakan, Ahmet Hakan’a bu sözü neden söylediğini açıkladı. Keşke Berlin’de yaptığı açıklamayı da bu şekilde yapsaydı.

Yine de not düşelim:

“Egemenliğimiz Avrupalılar ne kadar veriyorsa o kadar değildir!“

“Turistler de bu ülkenin vatandaşlarından üstün değildir!”

Neyse ki “çıkıyoruz buradan, bu demir kuyusundan” hatta çıktık da.

Nerede?Kıbrıs’ta

Nerede?Suriye’de

Nerede?Karabağ’da

Nerede?Doğu Akdeniz’de

Ancak egemenliğimizin varlığını koronavirüs savaşında da göstermemiz ve bu ülkenin vatandaşlarına hissettirmemiz gerekir. Özellikle de hükümet yetkilileri bütün sözlerinde, eylemlerinde ve kararlarında bu hassasiyeti göstermelidir. Çünkü yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada herkes onlara bakıyor. Dahası Türk milletinin fedakarlığı ve özverisi bolca saygıyı ve minneti hak ediyor. Bu saygıyı bu topraklara gelen herkes göstermek zorunda. (Nasıl ki bizim vatandaşlarımız yurt dışında başka ülkelerin kurallarına uyuyorsa ülkemize gelen misafirler de ülkemizin kurallarına uymak zorunda)

Özetle, aşının öncelik endeksi Avrupalıların taleplerine ya da turistleri görüp görmemeye göre değil Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre belirlenmelidir. PCR testinin kaldırılıp kaldırılmaması kararı da aynı şekilde turist hesabına göre değil, Türkiye’nin koşullarına göre verilmelidir.

KORONAVİRÜS’ÜN CAZ ÇAĞI!

Koronavirüs buhranında caz çağı olur mu, bir alaycı Fitzgerald çıkar mı pek bilinmez. Daha çok modern “medyumlar”, “şeyh”ler filan çıkacak gibi, adlarına “influencer”, adlarına “yaşam koçu” diyorlar. Bir de her şeyi bilen uzmanlar görüyoruz ekranlarda. Yüzeysellik, bilgisizlik akıyor sözlerinden. Artık algıyı da yönetemiyorlar.

Bunlar “şeffaflık” dininin misyonerleri aynı zamanda. Bilmedikleri gerçeği eğip bükmekle meşguller. Kendi mahallelerinde “modern vaaz”lar anlatarak geçinirler. Dinleyenler de öyle ulvi değerlere ikna olmak, kendilerini ona vermek için dinlemiyorlar bu nutukları, kalıplarını korumak uğruna yapıyorlar.

Haliyle ellerinde çamurdan başka bir şey kalmıyor tutucuların…

Maskeleri Yalan Rüzgârı”yla uçmuş(lar)….