Atatürk ve Din
Bazı çevrelerde çok tartışılan konuların başında Atatürk’ün dini inancı gelmektedir. Oysa insanları inanışlar çerçevesinde değerlendirmek kimsenin haddine değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusunun inançlı veya inançsız olması bizim nezdimizde ne inanıştan olursa olsun değerini azaltmaz. Atatürk inançsız bir devlet kurmak istemedi çünkü gerçekçiydi. Atatürk dinsiz bir toplumun Türkiye’de olgunlaşamayacağını biliyordu. Atatürk’e alerjisi olan kesimler bunu kabul etmek istemediler. Atatürk’ün izlediği dini politikalar ne yazık anti-tezlerini de beraberinde getirdi. Murat Bardakçı’nın deyimiyle bugün Türkiye’de “köylü İslam’ı” oluştu. Ne şehirli ne de köylü olabilmiş “lümpen proletarya” Atatürk’e ağır hakaretlerde bulunmaktadırlar.
ATATÜRK’ÜN DİN HAKKINDAKİ OLUMLU YAKLAŞIMI
Konumuza yani Atatürk’ün dini inancına gelirsek iki farklı portre ortaya çıkmaktadır. Milli Mücadele yıllarında daha mütedeyyin bir Atatürk görülürken, devlet adamı olduktan sonra onu dine daha mesafeli yaklaştığını gözlemliyoruz. Örneğin; Atatürk, 30.10.1922 tarihli Meclis konuşmasının başlangıcında şunları söylemiştir:
“Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür. Adat-ı ilahiyyenin tecelliyatına bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta iki devirde mütalaa olunabilir. İlk devir, beşeriyetin sabavet ve şehabet devridir. İkinci devir, beşeriyetin rüşt ve kemal devridir. Beşeriyetin birinci devrede tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi, yakından maddi vasıtalarla kendisiyle iştigal edilmeyi istilzam eder. Allah, kulların lazım olan nokta-i tekâmüle vusulüne kadar, içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla iştigali, lazıme-i ulûhiyetten addeylemiştir. Onlara Hz.Adem aleyhisselamdan itibaren mazbut ve gayr-ı mazbut bildirilen ve bildirilmeyen namütenahi denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve resuller göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son hakayık-ı diniyye ve medeniyyeyi verdikten sonra artık beşeriyetle bilvasıta temasta bulunmağa lüzum görmemiştir. Beşeriyetin derece-i idrak, tenevvür ve tekemmülü, her kulun doğrudan doğruya ilhamat-ı ilahiyye ile temas kabiliyetine vasıl olduğunu kabul buyurmuştur. Ve bu sebepledir ki, Cenab-ı Peygamber, Ha-temü’l-Enbiya olmuştur ve kitabı, Kitab-ı Ekmeldir” (1)
Atatürk’ün İslam’ın peygamberi Hz.Muhammed(SAV) hakkında övgüyle ve sevgiyle bahsettiği pek çok konuşmaları, ifadeleri vardır:
“O Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür.” (2)
Atatürk, ölümünden on beş gün kadar önce dünyadaki Müslümanlara gönderdiği mesajında oldukça önemli konulara değinmiştir:
“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son Peygamberi Hz.Muhammed (SAV) in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.” (3)
Hafız Yaşar Okur şunları ifade etmektedir;
“Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur’an-ı Kerim’den bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi. Ruhen çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı. Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatm-i şerif okumamı emrederlerdi… Büyük Atatürk bir çok vesilelerle şöyle demiştir: -Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir. Bunu, dini davranışlarına daima düstur yapmışlardır. Peygamber Efendimizden de büyük takdirle bahsederlerdi. O devirler için hep “Hz. Peygamber’in zaman-ı saadetlerinde…” diye saygı kelimeleri kullanırlardı. Ayrıca Peygamber Efendimizin dirayetli bir devlet adamı, iyi bir başkumandan olduğunu da sık sık tekrarlardı” (4)
Atatürk, Zağnos Paşa Cami Hutbesin de cemaate şöyle seslenmiştir:
“Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur'ân-ı Azimüşşan'daki açık ve kesin hükümlerdir. İnsanlara maneví mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak'tır…” (5)

FARKLI BİR PORTRE: ATATÜRK DİNİ ELEŞTİRİYOR
Görüldüğü üzere yukarıdaki açıklamaları yapan Atatürk gayet de ehl-i din bir insan gibidir. Şimdi ise Atatürk’ün dini farklı pencereden okuduğu açıklamalarını belirteyim. Mustafa Kemal Atatürk’ün okumaları arasında millîyetçilik düşüncelerinin önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Ruşeni Barkın tarafından yazılan “Din Yok Millîyet Var” isimli kitabın Atatürk tarafından okunduğu, şu paragrafın yanına “alkışlar” “aferin” yazdığı ifade edilmektedir:
“Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren ulusçuluğumuzdur. O halde felsefemizde “din” sözcüğünün tam karşılığı “ulusalcılık”tır. Ulusunu seven, ulusunu yükselten ve ulusuna dayanan insan, her zaman güçlü, her zaman namuslu ve her zaman onurlu bir insandır. Yüksek bir ulusun ulusalcı bireyleri, ak günde mutlu, kara günde dayanıklı ve kanlı günde ezicidir.” Kitabın bir başka sayfasında yer verilen “Hangi ulusun yüceliği, Türklüğün ululuğu kadar tarihin bilinmeyen enginlerine uzanmıştır? Ve en nihayet hangi ulus ölürken Azrail’i tepeleyerek dirilmiştir? Dünyada Türk olmak kadar onur mu var? Ve Türk olmak kadar “din” mi var?” cümlelerinin bulunduğu sayfanın dışına “aferin, aferin” yazılmıştır. (6)
“Tarih bize öğretir ki bütün dinler milletlerin cehaletleri yardımıyla utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiklerini söyleyen adamlar tarafından kurulmuştur.” değerlendirmeleri, J. Meslier’in Abdullah Cevdet tarafından Akl-ı Selim ismiyle tercüme edilen kitabında Atatürk’ün altını çizdiği ifadelerdir. (7)
Atatürk, Giorgia Quartara’nın “Kadın ve Tanrı” isimli kitabında ifade edilen “Tanrı Musa’ya ve İsa’ya söylemiş olduğu yalanlardan çok daha fazla doğruyu Muhammed’e açıkladı. O halde Musa’ya ve İsa’ya hitap ederken Tanrı’ya ne olmuştu. Sarhoş mu olmuştu?” değerlendirmesinin altını çizerek önemli bulduğuna vurgu yapmıştır. (8)
Atatürk aynı zamanda İslam ile ilgili şu görüşlerde bulunmuştur.
“Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi… Bilakis “İslamlık”, Türk Milleti’nin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu.” (9)
“Bu pek tabii idi çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir “Arab milliyeti” siyasetine muncer oluyordu. Bu Arab fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdurlar. Bununla beraber, Allah’a kendi milli lisanında değil, Allah’ın Arab kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler...” (10)
SONUÇ
Atatürk’ün din ile ilgili olumlu-olumsuz ifadeleri benim saydıklarımla sınırlı değildir. Ben sadece bir derleme yaptım. Son tahlilde Atatürk’ün inançlı mı inançsız mı olduğu tartışmalı bir konudur. Benim kanaatimce; Atatürk agnostizm ile deizm arasında bir düşünce yapısına sahiptir. Ama din düşmanı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü inançsız bir insan halkın kendi dinini anlayabilmesi için Kur’an’ı Arapçadan Türkçeye çevirtmez, hurafeler yerine rasyonel bir İslam’ı halka anlatmaya çalışmaz, İmam Hatip Mekteplerini açmaz (her ne kadar bir süre sonra öğrenci yetersizliğinden kapansa da) ve Diyanet İşlerini Başkanlığını kurmaz. Daha önce de belirttiğim gibi Atatürk’ün inançlı veya inançsız olması diğer insanları ilgilendirmez. Atatürk, Türk milletinin dış dünyada da gurur kaynağı olduğunu düşünenlerdenim.
KAYNAKÇA
1)Sadi Borak, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962,s.17.
2)Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2005, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, s 3)Fahri Kayadibi, “Atatürk’ün Dini Yönü ve Din Eğitimine Bakışı”, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi48/ataturkun-dini-yonu-ve-din-egitimine-bakisi, (erişim tarihi: 30.05.2017).
4)“Atatürk İle İlgili Dini Hatıralar (Belgeler)”, Atatürk’ün İslâma Bakışı, Belgeler ve Görüşleri, Ankara, 2005, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, s.51; Kayadibi, 2017.
5)https://balikesir.ktb.gov.tr/TR-65833/ataturk39un-balikesir-hutbesi.html
6) Gürbüz Tüfekçi, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar –Eski ve Yeni Yazılı Türkçe Kitaplar ,s. 173; Fahri Güzel, Mustafa Kemal Atatürk’ün Dini Düşüncesi ve Bu Düşüncenin Kaynakları Üzerine, Ağrı İslami İlimler Dergisi (AGİİD), Haziran 2023 (12), s. 15.
7) Güzel, agm, s. 23; Tüfekçi, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar s.4-7
8) Güzel, agm, s. 24.
9) Elyazmaları, 364-365.
10) Elyazmaları, 365-366