10 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Avukatlar direnirse kazanır

Oktay Ekşi

Oktay Ekşi

Eski Yazar

A+ A-
  • ABD Dış Politikasını belirleyen etkili kuruluşlardan Rand Corporation'ın son Türkiye raporunda "Türkiye'de batıyla uyumlu yeni bir iktidar" gerektiği belirtiliyor. Hangi siyasi başlıklar için "uyum" aranıyor acaba?

İzinizle önce şu “think-tank”lar konusuna değineyim:

Hepimizin bildiği gibi ABD’de kimi kamu kaynaklarından beslenen, kimi çeşitli vakıflar tarafından kurulan ama bazen el altından yine kamu tarafından desteklenen “think-tank” denen kuruluşlar vardır. Bunların işi, ilgilendikleri alanlarda uzmanlaşmış kişileri çalıştırmak, onlardan genellikle yönetimin istediği konularda raporlar üretmelerini istemek ve bu raporları gerektiğinde ilgili kuruluşla, gerektiğinde kamuoyuyla paylaşmaktır. Bir bakıma “akıl hocalığı” yapmaktır.

Rand Corporation onlardan biri ve genellikle kabul edilen doğru ise, merkezi yönetim üzerinde etkili bir kuruluştur. Buna bakınca Rand Corporation’ın “Türkiye’de Batıyla uyumlu yeni bir iktidar” arayışı ABD açısından son derece makul bir beklentidir. Bırakınız Türkiye’yi Rand Corporation’a kalsa Rusya Federasyonu veya Çin Halk Cumhuriyeti’nde de o ülkeleri ABD yanlısı iktidarların yönetmesinden daha çok isteyecekleri bir şey yoktur.

Lâkin yaşamın döngüsü Rand Corporation’un veya benzeri think-tankların tavsiyelerine veya beklentilerine çoğu zaman uymamaktadır.

Ancak bunların tavsiyelerinden bazıları merkezi iktidarın beklenti veya istekleriyle örtüştüğü taktirde devletin gizli ellerinin devreye girdiği ve amacı gerçekleştirecek her türlü yeraltı faaliyetinin uygulandığı da bilinen bir gerçektir. (Merak edenler Stephen Kinzer’in “Overthrow” isimli kitabını okuyabilirler.)

Kısaca, Rand Corporation’ın Türkiye’de ABD yanlısı bir iktidar beklentisi içinde olması değil, oradaki merkezi iktidarın bunu gerçekleştirmek için ne yaptığının önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.

AKP iktidarının ilk yılları hariç iki ülke arasındaki ilişkilerin zahiren çok inişli-çıkışlı cereyan ettiğini ama sıra birbirlerini ısırmaya gelince iki tarafın da bundan kaçındığını göz ardı edemeyiz. Sadece iki örnekle ne demek istediğimi anlatayım:

Türkiye, ABD’de yaşayan Fethullah Gülen’in ülkemize iadesi için elinden gelen her şeyi yaptı. ABD üzerinde baskı koymak için İzmir’de Rahip Bronson’u tutukladı ama sonuç alamadı.

Tam tersine, Başkan Trump’ın ültimatomunu göremedi ve -hukuk mukuk dinlemeden- Bronson’u kuzu kuzu ABD’ye yolladı.

İkincisini Rusya’dan alınan S-400’ler vesilesiyle yaşadık:

Türkiye adına konuşan yiğitlerimiz S-400’leri alırken mangalda bir gram kül bırakmıyorlardı. Hatta bunlar Türkiye’ye getirildiği zaman da hem ikinci S-400 partisi için sipariş vereceğimiz ifade edildi hem de alınanların Nisan 2020’ye kadar monte edilip hazır hale getirileceği bildirildi. Ama sonra ne oldu?

S-400’ler tamamen unutuldu veya uyutuldu. Nitekim Haziran ayının sonuna geldik hâlâ ses yok. Onun yerine ABD ile yeni muhabbet rüzgârları estirilmeye başladı.

Demek ki neymiş?

Rand Corporation eğer Türkiye’de ABD yanlısı bir iktidar istiyorsa kanaatimce AKP’den iyisini bulamaz(mış).

  • Önümüzde iki önemli gündem var: Birincisi Avukatlık Kanunu'nda yapılması öngörülen değişiklikler. İkincisi de kıdem tazminatı güvencesinin ortadan kaldırılması.

Birincisinin muhatabı Türkiye Barolar Birliği haklı olarak "Çoklu baroya karşıyız, savunma bölünemez" diyor.

İkinci alanın en büyük örgütü olan Türk-İş Başkanı Ergün Atalay da sessiz kalmayacaklarını açıkladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün kıdem konusunda geri adım diyebileceğimiz bir açıklama yaptı. Avukatlık Kanunu konusunda da böyle bir açıklama bekliyor musunuz? Hükümet ısrar ederse avukatlar nasıl bir mücadele yöntemi benimsemeli?

AKP iktidarı bir kişinin ağzından çıkan her şeyi yapmaya o kadar şartlandı ki, hem Avukatlık Kanunu hem de işçilerin Kıdem Tazminatını bir şekilde iç etme teşebbüsünü gerçekleştirebileceğini sandı.

Ama hem Avukatları hem de dünyanın belki en munis sendikal örgütü olan Türk-İş’i bile ayağa kaldırdı.

Avukatlar meselesinden AKP’nin nasıl sıyrılabileceğini henüz bilemiyoruz. Ben “direnme” gücünü gösterebilirlerse Avukatların kazanacaklarından eminim.

Ama Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın kararlı bir şekilde “Kıdem tazminatımızla oynarsanız Genel Greve gideriz” tehdidi, -aynen Trump’ın Bronson ültimatomu gibi- sonuç verdi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, -sanki konuyu gündeme getiren işçilermiş gibi- suçu işçi ve işveren sendikaları üzerine attı. “Bizi ne karıştırıyorsunuz? Oturun anlaşın” dedi.

Bize de bu kadarına “pes!” demek kaldı.