10 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ayasofya ulusumuza prestij kazandırıyor

Oktay Ekşi

Oktay Ekşi

Eski Yazar

A+ A-
MUSTAFA İLKER YÜCEL
  • Aydınlık'ta Ayasofya'nın statüsünü değiştirmenin bölgemizde ve dünyada ülkemize siyasi zararlar vereceği, güvenlikte ve ekonomide ciddî sorunlar yaşamamıza sebep olacağı yönündeki manşet haberimizden sonra çok sayıda Ak Partiliden "Aynen katılıyoruz" mesajı aldık. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen sene bu talebi 'Oyun ve tezgah' olarak adlandırmıştı. Bugün konunun gündeme gelmesini neye bağlıyorsunuz?

Ayasofya’nın tamamının tekrar “cami” haline dönüştürülmesi bence Türk halkının uygar dünya ile bütünleşmesi yolunda Büyük Atatürk tarafından atılan adımdan geri çekilmek ve dünyaya “Uygarlığı biz sizin gibi anlamıyoruz. Elimize geçen Hıristiyan dünyasına ait eserlere de el koyarız, onların değerlerini hiçe sayar, o eserleri de istediğimiz gibi kullanırız” mesajını vermek anlamına gelir. Bu Tayyip Erdoğan’ın pek nadiren söylediği bir “doğru” sözden caydığının ve ülkemizdeki gerici zihniyetin taleplerine boyun eğdiğinin yeni bir kanıtı olur.

Kanımca yapılan birkaç din bezirgânını memnun eder ama uygar dünyanın ülkemizi ve ulusumuzu bir kere daha lanetlemesine fırsat verir.

Ayasofya’nın statüsünün yobaz insanlarımızın arzusu yönünde değişmesi yüzünden Türkiye ekonomik bir zarara uğrar mı, bilmiyorum. Ama uğrasa bile sırf o nedenle statüsünün değişmemesini istemeyi anlamıyorum. Bence asıl mesele bu olaydan uğrayacağımız ekonomik zarar değil, bundan tam 86 yıl önce “uygar” geçinen dünyaya da ders teşkil edecek şekilde atılmış doğru ve çağdaş bir adımdan “devlet” olarak vazgeçtiğimizi göstereceği için yanlış, vahimdir.

Kanımca Ayasofya artık tüm insanlığa “müze” olarak hizmet vermesi gereken ve bu haliyle ulusumuza prestij kazandıran bir “pırlanta”dır. Öyle de korunmalıdır.

  • 2 Temmuz'da açıklanması beklenen Danıştay'ın Ayasofya kararıyla ilgili öngörünüz nedir?

Bugün Türkiye’de kimliğini, saygınlığını koruyabilen hangi kurum kaldı ki bana Danıştay’ın 2 Temmuz günü vereceği karar hakkındaki öngörümü soruyorsunuz?

Danıştay vatandaş ile devlet arasındaki ihtilafları çözmek üzere kurulmuş bir yüksek yargı organı. Kurulduğu 19’uncu asır ortalarından beri de görevini üç aşağı, beş yukarı güvenilir şekilde yerine getirdiği genellikle kabul edilen bir kurum.

Ancak AKP iktidarı döneminde tüm kamu kurumları (hatta Sivil Toplum Kuruluşları) gibi iktidardaki zihniyet tarafından orası da bir AKP uzantısı olmaya zorlandı. Şimdi Danıştay’da gerçekten hukuka ve vicdanına göre oy kullanan kaç adet üye kaldı, bilmiyorum ama sayılarının bir ya da iki avucu dolduracak kadar azaldıkları inancındayım. O nedenle Danıştay’dan özellikle “siyasi” iktidarın kendisini taraf saydığı hiçbir sağlıklı bir karar çıkacağına -maalesef- inanmıyorum. O nedenle neticeyi siyasi iktidarın beklentisi yönünde bekliyorum.

Ancak Ayasofya’yı bir Cumhurbaşkanı Kararnamesi’yle “cami” haline çevirme yetkisi elinde olduğu halde Tayyip Erdoğan’ın konuyu Danıştay kararıyla sonuçlandırmaya kalkmasına bakınca, Erdoğan kendisinin de bir tereddüt içinde olabileceğini düşünüyorum. Bu, Danıştay’a rahat -hukuka uygun- bir karar verme imkânı tanıyabilecek bir ihtimaldir. Doğrusu o ihtimali de göz ardı etmek istemiyorum.

  • Bugün babalar günü. Gününüzü kutlarız. 1932 yılında doğdunuz. Uzun ömürler dileriz. Günümüzün babalarıyla, çocukluğunuzun babaları arasında hangi farklar var?

”Babalar günü”mü kutladığınız için çok teşekkürlerimi sunuyorum. Ben de hem sizi hem de bu satırları okuyan tüm “baba”ları kutluyorum.

Dediğiniz doğrudur. 1932’nin sonunda dünyaya geldiğime göre geride yaklaşık 88 yıl bırakmışım demektir. Ama hamdolsun sağlıklıyım.

Günümüzün babalarıyla bizim çocukluk yıllarımızın babaları arasında elbet bazı farklar vardı:

Bizim babalarımız çocuklarıyla kendileri arasına “mesafe” koyarlardı. Biz o nedenle “anne”lerimize yakın olarak büyüdük. Annelerimiz bizimle babamız arasında bir “elçi” olarak görev yapardı. Aile içi eğitimi (terbiyeyi) bize annelerimiz verirdi.

Oysa şimdiki babalar çocuklarıyla çok yakınlar. Sevgilerini onlara doğruca aktarıyorlar. Kısaca bizim koşullarımızdaki babalardan daha iyiler.

Bizim ailelerimiz içinde o zaman ne “anneler günü” ne de “babalar günü” vardı. Bunlar bizim dünyamıza İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra girdi. Şehirler dünyasında da benimsendi.

Kanımca bu “gün”ler aslında “tüketimi artırma” amacıyla geldi.

Ama şahsen bir sakıncası olduğunu düşünmüyorum. Sebep ne olursa olsun, aile içinde ve insanlar arasında sıcak bir mesaj alıp vermeye fırsat teşkil ediyor. O nedenle destekliyorum.