Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Çağdaş Sanatın Sahtekârlığı-6 Bir norm olarak vasatlık

Cemil Gözel

Cemil Gözel

Site Yazarı

A+ A-

Önceki yazımda vasatlığın, bir istisna değil, çağdaş sanatta norm haline geldiğine değinmekle yetinmiştim. Yüzeyde duran bir tespitti o; şimdi gövdenin içine, o sessizce işleyen düzeneklere inmek gerekiyor. Çünkü vasatlık, sonuç değil yalnızca; bir süreç, bir örgütlenme biçimi, hatta kendi dilini üreten kültürel bir ekosistem.

YAPISAL VASATLIK

Elbette “bütün çağdaş sanat vasattır” gibi tepeden inme bir öfke cümlesi kurmak değil niyetim. Ama çağdaş sanatın üretim-dağıtım ağında vasatlığın nasıl adım adım teşvik edildiğini görmek için fazlaca şiddetli bir yargıya gerek de yok. Bu sistemin mimarisi, zaten uzun süredir biçimsel özgürlüğü kutsarken emeğe, yoğunlaşmaya, estetik derinliğe ikincil bir rol biçiyor. Böyle olunca da hızlı tüketilebilir, kolay çözülen, bağlama sırtını dayadığı anda anlam kazanan işler çoğalıyor. Ortaya, neredeyse kendi başına işleyen bir yapı çıkıyor: derinlik aramayan izleyiciler, bağlam üreten küratöryal ağlar ve üretimi hızlandıran pazar… Hepsi birbirine ekleniyor; diğerini zorlamıyor hiçbiri. Yoğun bir uyum hâli,bu, vasatlığın en sevdiği şey.

ÖZERKLİĞİN AŞINMASI

Modernizmin uzun yüzyılı boyunca, sanatın özerkliği bir ayrıcalık değildi yalnızca; sanatın kendi biçimsel yasalarını koyabilme imkânıydı. Piyasanın hızından, gündelik ideolojilerin hafif baskılarından uzak durma hakkıydı. Çağdaş sanat bu iki temeli sessizce aşındırdı. İlk aşınma kavramsalcılıkla geldi: Her şey mümkün duygusu, özgürlüğün geniş alanını açıyormuş gibi görünüyordu. Ama bu özgürlük pratikte, biçimin değil, kavramın egemenliği anlamına geldi. Biçim özgürleşti ama içerik, kavramsal otoritenin duvarları içinde kaldı. Bağlam metni olmadan anlamlandırılamayan işler çoğaldıkça özgürlük fikri kendi tersine döndü.
İkinci aşınma piyasa hızlandığında ortaya çıktı. Sergiler değil, dolaşım belirlemeye başladı sanatı. Bilinir ki dolaşımın yasası hıza dayanır. Hızın hüküm sürdüğü yerde, özerklik bir lüks, hatta engel olarak görülür. Çünkü özerklik zaman ister; zaman ise piyasanın tahammül edemediği bir maliyettir.

ÖZGÜNLÜĞÜN ÇÖKÜŞÜ

20. yüzyıl avangardlarından beri kutsanan biçimsel özgürlük bugün bir yanılsama üretir hâle geldi. Biçim özgürleşti, evet, ama içerik kavramın zindanına kapandı. Biçim her şeye dönüşebilir artık; ama dönüşse bile fark yaratması beklenmez. Çünkü fark, biçimden değil, söylemden üretiliyor. Etiketlerden, sergi metinlerinden, küratöryal hikâyelerden oluşuyor.
Özgünlük ortadan kalktığında vasatlık, tercih edilebilir bir seviyededir. Üstelik dijital kültür biçimin üretimini hızlandırdıkça sanatçının yarışı yoğunlukla değil hızla oluyor. Bu da vasatlığın bireysel bir sapaklık değil, sistemsel bir gereklilik olduğunu gösteriyor. Hızın kayırdığı üretimler, hızın içinden devşirilmiş estetikler; ne kadar hızlı, o kadar kabul edilebilireserler… Bu, özgünlüğü ortadan kaldıran tuhaf bir özgürlük.

ÜRETİLEN SANATÇI

Eskiden sanatçı eser üretirdi. Şimdi eser sanatçı üretiyor. Marka olma zorunluluğu, görünürlük baskısı, kurumsal meşruiyet, küratöryal seçkiler, hepsi, sanatçıyı bir kimlik ürününe dönüştürüyor. Sanatçı, üretimin öznesi olmaktan çıkıp üretim mekanizmasının parçası oluyor.
Burada iki hareket var. İlki, sanatçı pazarın öngördüğü bir profile göre şekillendiriliyor. Bu profil, ilkin, yenilikmiş gibi görünen ama hiçbir şeyi gerçekten zorlamayan işlerdir kitam bu noktada vasatlık yükselir: Riskli olan elenir, dolaşır hafif olan. İkincisi, sanatçı, kendi eserinin önüne geçer. Sanatçının imajını pekiştirmek için üretilir eser. Baudrillard’ın simülasyon teziyle buluşan bir durum âdeta: Sanatçı-figürü, artık sanat-işinin değil, sanat-işinin gerçeklik algısının yöneticisidir. Eser değil, eser-öncesi imaj belirleyicidir. Böyle olunca vasatlık, sistem için ideal ayardır artık. Ne rahatsız edici düzeyde fazla parlak ne fazla sönük; tam kararında…

VASATLIK EKOLOJİSİ

Vasatlık kültürel bir ekoloji. Lésper’in dogma dediği şeyler de bu ekolojinin yeraltı suları: kavram dogması, bağlam dogması, küratör dogması… Her biri gereksiz kılıyor eserin kendi iç bütünlüğünü. Her şey sanattır fikri ise özgürlükten çok bir boşluk yaratıyor. Vasatlık için bu boşluk, mükemmel bir saklanma alanı. Çünkü bağlamı “doğru” yazılmış her şey, eleştiri zırhını kuşanıyor.
Yine de tabloyu tek yönlü okumak doğru değil. Hâlâ güçlü işler, özerklik ve derinlikle yürüyen üretimler var. Ama merkezde değiller artık; karşı-akıntı gibiler.