13 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Deprem sonrası gazeteci sorumluluğu

Oktay Ekşi

Oktay Ekşi

Eski Yazar

A+ A-

1-Meslek hayatınız boyunca herhangi bir deprem bölgesinde görev yaptınız mı? Gazeteci sahada nelere dikkat etmeli?

Evet yaptım.

Sanıyorum yıl 1953 veya 54 idi. Bolu’da büyük bir deprem meydana geldi. Ben (Falih Rıfkı Atay’ın sahibi olduğu) Dünya gazetesinin Ankara Muhabiriydim. Gazeteden görev verdiler. Bir otobüse atlayıp Bolu’ya gittim. Yanımda foto muhabiri yoktu çünkü Ankara’daki foto muhabirimiz -merhum- Hüseyin Ezer aslında CHP’nin organı Ulus gazetesinin foto muhabiriydi. Bizim gazeteye "ek iş" olarak bakardı. Yani Ulus’tan aldığı görevler öncelikliydi. Benimle gelmeyi düşünmedi bile. Ben de 100 liraya aldığım bir uyduruk makineyle gittim.

Bolu’da bir hayli bina yıkılmıştı ama aklımda kaldığına göre ölü sayısı fazla değildi.

Sağ kalanlarla konuştum. Her depremde dinlediğimiz lafları dinledim. O sıralarda Vali ve Belediye Başkanıyla konuşmak kolay değildi. O nedenle yetkili kişilerle konuşmadım. Belki de henüz acemi bir muhabir olduğum için onu düşünemedim. Kısaca fazla işe yarar bir gazetecilik yapmadan Bolu’dan döndüm.

Başka bir deprem olayını "gazeteci" olarak izlemedim.

Gazeteci benim gibi davranmamalı, bunu baştan ifade edeyim:

Yanında foto muhabiri olmadan deprem bölgesine gitmemeli. Oraya varınca ilk iş olarak en vahim veya dikkat çeken yıkıntı bölgesine gidip öncelikle oradaki tabloyu görmeli, görgü tanıklarıyla konuşmalı ve ölenler yahut yaralananlar arasında tanınmış veya ilgi çeken biri var mı onu araştırmalı.

Ardından yetkililerle konuşmalı, görüşlerini almalı. Sonra o görüşleri irdeleyecek kişilerle ve mağdurlarla konuşmalı. Örneğin onların "aldık" dediği tedbirlerin gerçekte ne anlama geldiğini öğrenmeli, iki tarafın da görüşlerini aynen aktarmalı.

Hastaneleri ziyaret edip oralardaki yaralılarla konuşmalı, röportaj yapmalı, yaşananları onların ağzından bire bir aktarmalı.

Son olarak depremden ne gibi dersler çıkarılmalı ve neler yapılmalı konusuna yanıt verecek yetkililerle (örneğin mühendisler odasıyla, varsa yer fiziği uzmanlarıyla, ilk yardım veren birimlerle ve eğitimcilerle) konuşup o bilgileri okuyucuya aktarmalı.

Sonra hiç yapılmayan bir şeyi yapmalı. Alınması tavsiye veya vaat edilen tedbirler alınmış mı, alınmamış mı, makul bir süre sonra irdeleyip onları da okurlarına bildirmeli. Görev ancak o zaman tamamlanmış olur.

2-Depremi iki gün sonra unutacak mıyız yine? Unutmamak için ne gerekli?

Üzgünüm ama belki iki güne bile varmadan unutacağımızı söyleyebilirim. Bu psikolojik olarak bir felaketi unutmaya yatkın olmamızın sonucu mudur yoksa "ulusal vurdumduymazlığımızın" neticesi midir, bilemiyorum. Ama unutacağımızdan eminim.

Hoş yukarıda toplumumuz için söylediklerimin bütün toplumlar için üç aşağı beş yukarı geçerli olacağını iddia edebilirim. Kamu kurumları ve otoriteleri zaten bunun için var. İnsanların bu duyarsızlığını telafi edecek tedbirleri almak, onları uyarmak, eğitmek kamu kurumlarının ve otoritelerinin işi. Ama gazetelerde okuyoruz:

Hadi eski depremleri geçelim. 17 Ağustos 1999’da meydana gelen ve yaklaşık 18 bin cana patlayan Adapazarı depreminden bu yana geçenlere bakalım:

O dönemde Başbakan olan merhum Bülent Ecevit bir sonraki depreme hazırlıksız yakalanmayalım diye "deprem vergisi" çıkardı. Böylece toplanan 69 (bazı kaynaklara göre 60) milyar Türk lirası, o tarihten sonra iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ve deprem bölgesindeki hepsi de AKP’li olan Belediye Başkanları tarafından çarçur edildi.

İşin vahim tarafı, -resmi makamları ve muhalefeti geçiyorum- gazetelerimiz dahi o paralar ne oldu konusunu araştırmıyor, o dönemde görev yapanlardan hesap sormuyor. Siz "depremi unutmamızdan" söz ediyorsunuz. Biz önce kendi görevlerimizi unutup yapmıyoruz ki...

3-CIA bağlantılı Enver Altaylı siyasilerle ilişkisi bakımından aktif bir figür. Eli her yere uzanmış. Hakkında yazılan iddianamede Kılıçdaroğlu’nun danışmanı Rasim Bölücek’le 1022 telefon görüşmesinin tespit edildiği belirtiliyor. Görüşmelerin içeriğinde ne olabilir?

Ne görüştüklerini veya görüşmüş olabileceklerini bilmiyorum ama şu kadarını söyleyeyim ki, Enver Altaylı ismini ve faaliyetlerini ilk duyduğum günden beri o isimden iğreniyorum.

Asıl Kemal Kılıçdaroğlu’na Rasim Bölücek’i kim tavsiye ettiyse o zatı bulup ortaya çıkarmak gerekli diye düşünüyorum.