03 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Fransa için Afrika türküsü

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Ekranda bir grup Afrikalı işçinin görüntüsü beliriyor ve anlatıcı sese kulak veriyoruz:

“Biz Afrikalılar uzaktan geliyoruz. Bizim kendi medeniyetimiz vardı. Demir döverdik. Herkesin bildiği danslarımız ve şarkılarımız vardı. Ahşap oymada, demir işlemede, pamuk ve yün eğirmede, dokuma ve sepetçilikte çok iyiydik. Ticaretimiz takastan ibaret değildi. Altın ve gümüş sikkelerimiz vardı. Çanak çömleğimiz, çatal bıçak takımımız vardı. Alet edevatımızı ve ev gereçlerimizi pirinç, bronz, fildişi, kuvars ve granit kullanarak kendimiz yaptık. Kendi edebiyatımız vardı. Hukuki terminolojimiz, dinimiz, bilimimiz, öğretim yöntemlerimiz vardı…”

Batı Afrika ülkesi Moritanya’nın kısa sinema tarihinde yetiştirdiği bir avuç yönetmenden biri olan Med Hondo’nun 1967’de çektiği “Oh, Güneş” (Soleil Ô), kulakları okşayan harika bir şarkının eşlik ettiği açılış jeneriğiyle böyle başlıyor. Hondo, Fransa’ya çalışmaya giden Afrikalıların yaşadıklarını, ayrımcılığı, siyah tenli olmanın getirdiği dezavantajları, Fransız toplumunun çeşitli katmanlarının bu “davetli misafirlere” yaklaşımını, alabildiğine yumuşak bir anlatımla ama ırkçılığa karşı bir direniş çığlığı biçiminde aktarıyor, 55 yıl önce çektiği “Oh, Güneş”te. Film, tıpkı Almanya’ya çalışmaya giden gurbetçi işçilerimizin karşılaştığı kültürel şoklar ya da Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların yaşadığı istenmeyen azınlık olma durumları ekseninde, Fransızların bu “kara göç” karşısındaki tepkilerini ölçüyor. “Ben de zenciyim!” diyen entelektüeller de söz konusu, “Bu evin önünde dolaşamazsınız, neden ülkenize dönmüyorsunuz?” diyen sıradan vatandaşlar da.

BATI MEDENİYETİNİN DAMGASI

Kendi medeniyetlerinden soyutlanmış, köleleştirilmiş, asimile edilmiş Afrikalı işçiler, yine de pek çok Fransız’ı korkutuyor, çünkü yakında tüm Fransa’yı ele geçirecekleri düşünülüyor! Bardaki orta yaşlı Fransız, “Yüz yıl içinde torunlarımız siyah olacak, Araplar Fransa’ya egemen olacak” diye düşünüyor ama neşeli gitar melodileri ve siyahlarla birlikte söylediği şarkının ardından, “Güzel insanlar bunlar” demeye de başlıyor. “Sayıları gitgide artıyor. Böyle giderse onları gütmek zorunda kalacağız, tıpkı Amerika yerlileri gibi…” diyen de var Fransızlar arasında, siyah erkeklerin yatakta nasıl olduğunu merak eden ve hayal kırıklığına uğrayan sarışın kadınlar da…

İşçi sınıfının da altında olmanın getirdiği dışlanmışlık, renk farklılığı ve ırk çatışması, acı, nefret, umutsuzluk ve her şeye rağmen direnişin beyazperde türküsünü yakmış Med Hondo. İsa’nın ve Hıristiyanlığın köleleştirme aracı haline getirilmesini çok etkili biçimde vurgulayan film, “Batı medeniyeti tarafından damgalanan” ve “Beyaz düşünmeye” başlayan Afrikalılar için de pek çok şey söylüyor ve finale doğru bir tür isyan bildirisine dönüşüyor. Med Hondo, filmin sonunda şöyle sesleniyor beyaz Fransa’ya:

İYİ BEYAZLAR, İYİ SİYAHLAR

“Dünyadaki bütün suçların ortağısınız. Köleliğin, suikastların ve soykırımın devam etmesine göz yumuyorsunuz. Kurbanlarınızı ve faillerinizi derilerinin rengine göre, politikalarınızı kabul edip etmemelerine göre seçiyorsunuz. Ruhunuz sakin, huzur içinde uyuyorsunuz. Temiz bir vicdana sahip olmanın hoş hissi sizi sarmalıyor. İyi beyazlar, iyi siyahlar oluyorsunuz. İyi birer Hıristiyansınız. Ancak bütün temasların menfaat içerdiğini biliyorsunuz. Her diyalogunuz, alışveriş.”

Irkçılığın yalnızca temerküz kampları demek olmadığını çok iyi anlatıyor, 104 dakikalık yarı belgesel nitelikli film. Günlük yaşamın her cephesinde açığa çıkan “sıradan ırkçılığın” yüzleriyle, bir iş arama serüveninde, caddede, sokakta, her an burun buruna gelebiliyorsunuz. “Bu gidişle Suriyeliler şehirlerimizi, ülkemizi ele geçirecekler. Gençlerimize, kızlarımıza saldırıyorlar…” diyen günümüz ırkçıları nasıl olsa seyretmezler ama olanak bulanların bu sıra dışı filme ilgi göstermelerini öneririm. “Oh, Güneş”, dijital platform mubi’de gösteriliyor.