Hegemonyanın en büyük korkusu
Küresel hegemonya, deniz hakimiyetine dayanır. Dünyanın herhangi bir yerine herhangi bir zamanda güç sevk edebilme kabiliyeti, hegemonyanın ayakta kalmasının teminatıdır.
Bunun içinse tek başına savaş gemileri yetmez, aynı zamanda yolların da açık olması lazımdır.
İşte devletlerin deniz yetki alanlarının sınırları, hegemonyanın “at koşturacağı” bu açık denizlerin genişliğini belirler.
Bu nedenle yalnızca karasuları (12 mil) tam egemenlik alanı sayılmış, Münhasır Ekonomik Bölgeler (200-370 mil) ise daha liberal bir rejim olarak kodifiye edilmiştir.
Özetle günümüzde tam egemenlik uygulanabilen deniz alanlarının genişliği, kabaca dünya okyanuslarının yüzde 1,5’idir.
Son yıllarda ise ABD’nin açık denizleri istismarı, gelişen dünyanın tepkisini çekmeye başladı. Örneğin bir ABD savaş gemisinin Hindistan'ın 130 mil batısından yaptığı “zararsız geçiş”, iki ülke arasında kriz çıkardı. Maldivler de aynı sebeple ABD’ye nota verdi. Çin, Rusya ve Malta, kablo döşeme faaliyetleri için izin talep etmeye başladı.
Eski Hindistan Deniz Kuvvetleri Komutanı Arun Prakash ABD manevralarına ateş püskürürken, Çin Sınır ve Okyanus Çalışmaları Enstitüsünden Doç. Lei Xiaolu, “Uluslararası hukukta hiçbir zaman sınırsız bir seyrüsefer hakkı olmamıştır.” diyor.
Görünen o ki dünyamız, adım adım ‘Mare Clausum’a* gidiyor. MEB’lerin tam egemenlik alanı sayılması ise dünya denizlerinin yüzde 38’inin ABD’ye kapatılması anlamına geliyor. Denizi kullanamayanlar, kıtayı kuşatamazlar. Yeni çağın paradigması bu.
Ancak denizi kullanamayanlar, kıtalarını da koruyamazlar. Öyleyse Türkiye de hızla Doğu Akdeniz’de MEB’ini ilan etmeli, bu alanlarda devlet uygulamaları başlatmalı. Akdeniz, Akdenizlilerin olmalı; kaynaklar hakkaniyetle paylaşılmalı. Bu kez oyunu biz kuralım!
* Latince “kapalı deniz” anlamındadır.