04 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hıncal Abi…

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Gazetecilik; -tabi ki günümüzdeki değil, geçmiş zamandaki- her mesleğin kendine özgülüğü olduğu halde, yine de herhangi bir mesleğe pek benzemezdi. Benzememesi, kimilerine göre ayrıcalıklı bir meslek olmasından daha çok, yapılan işin doğasındandı. Her gün keskin bir bıçak üzerinde yürümek, “vezirlik” ile “rezillik” sınırlarında dolaşmak, dahası o meslekte pek fazla yara bere almadan ayakta kalabilmenin becerisini gösterebilmekti.

Bu meslekte dirsek çürütüp de emeklilik yaşına gelebilenlerin geçmişe ilişkin kurgusunda neler yoktur ki? Yüzlerce olay, bir o kadar da meslektaş… İyiler, kötüler, suya sabuna dokunmayıp da ayakta kalanlarla, dokunup da yitip giden nice yetenekler. Geçmiş zaman hatırda kalmasa da saymakla bitmez…

Her dönem kendi gazeteci tipini-yoksa profilini mi demek daha doğru olur- yaratmıştır.             Yetmişli yıllar genç yeteneklerin keşfedilip gazeteciliğe kazandırıldığı, seksenlerin “insan hiç hürriyetini satar mı denilip” bir çırpıda satıldığı, siyah-beyazdan gereğinden fazla renkliliğe geçiş olmuştur. Doksanlı yıllar ise, patronla konuşmasını bilenlerin gazeteci, gazeteciliği bilenlerin ise işsiz kaldığı, önce kuponlu, sonra ansiklopedili, derken çatal bıçak, bardak tabaklı yıllar olmuştur. İki binli yıllar ise bildiğiniz gibi…

İşte böylesine “kendine özgü” hengâmede, eski deyimiyle Bab-ı Ali’den sonrasında ise her birinin yerinde yeller esen o görkemli binalardan kimler gelip kimler geçmemiştir ki? Bir zamanlar kral olup da gazetecilik adına mangalda kül bırakmayıp, kalemlerinden çok sarı basın kartlarının ardına saklanan nice yazı işleri müdürleri, genel yayın yönetmenleri unutulup gitmiş, buna karşılık kalemleriyle yaşayanlar ise, her bir güçlüğe ve çelmelere karşın bu mesleğin yüz akları olmanın üstesinden gelebilmişlerdir.

Bizim coğrafyamızda çoğu meslekte olduğu gibi gazetecilikte de başarının ölçütü, o meslekte geçirilen yıllar olur. Yıllar ne kadar çok olursa, ödüller, kıdemler, değerlendirmeler, ustalık ve duayenlik payeleri de o denli abartılı ve de bol olur. Hiç kimse –mesleki örgütler bile- o yıllar içinde gazetecilik adına nelerin yapıldığını, üretildiğini, yazılıp çizildiğini, gerçek yazarçizer takımıyla, masa başında oturanların ayrımını sormaz bile. Onun için bu meslekte ödüller- sinema ve sanat dünyasında olduğu gibi- hak edilenlere tek tek değil de, yılların sayısına göre cümbür cemaat verilir.

Nedense Hıncal abinin ölümü bunları anımsattı bana… Bu girişin, alışılmış “ardından” başlıklı bilinen yazıların dışına taşması da bu yüzden oldu. Hıncal abinin de her iyi gazeteci gibi sevenleri denli sevmeyenleri, hatta nefret edenleri bile vardı. Ama bu olumsuz durumlar bile onun gerçek gazeteciliği ile dünya görüşünün sorgulanmasını hiçbir zaman beraberinde getirmedi. Sevdiklerini yedi kat göklere, sevmediklerini ise yedi kat diplere soktu. Ara katlarla hiç ilgisi olmadı. Tartıştı, eleştirdi, övdü sevdi, darıldı barıştı, barıştığıyla darılıp, darıldığıyla barıştı. Sonrasında tekrar barışıp tekrar darıldı. Övgüleri abartılı, eleştirileri ise oldukça rencide edip kırıcı idi. Hal hatır tanımaz, önüne düşeni iyice silkelerdi. Belki de bu yönüyle sevilir ya da nefret edilir, ama sonuçta ille de okunur, takip edilmesi alışkanlık halini alırdı. Ama sonuçta nesli tükenen bir gazeteciliğin her haliyle son temsilcilerinden biriydi. Kalemi sert, yöneticiliği ise o denli sevecen, o denli öğretici idi. Yanında çalışıp da ünlü olanların sayısı saymakla bitmez. Örneğin Gelişim Yayınlarında çıkardığı dergiler bile bu alanda ekol yaratacak denli düzeyli ve de rakipsizdi. Ya Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı spor yazıları? Her biri gündem yaratırdı. Gazetecilik serüvenindeki başarıyı yıllara göre kıdem alarak değil de, tam aksine kalemiyle, üretkenliğiyle kanıtlamış, sevenleri olduğu kadar sevmeyenleri de olan, ama sonuçta neyi nasıl yazdığı merak edilen gerçek bir kalemdi.

Dilerim ki bir yerlerde yine o alemet-i farikası olan kahkahasını atarak bizleri izliyordur.