Kadının kendine yabancılaşması
İnsanlığın varoluşundan bugüne üreten kadının, sömürünün ortaya çıkışıyla birlikte, kendi emeğine yabancılaşmasının, kadın emeği mücadelesinde ne büyük acılara, yoksunluklara ve gerilemelere yol açtığını biliyoruz.
Her dönemin en baş sorunu olduğu gibi, bugünün de en önemli sorunu, tarihsel mücadele sürecinde, kadının kendi öz benliğine kavuşturulmasıdır… Kadın mücadelesinin temelinde, kadın varlığının özelliklerine dayalı gerçeği vardır.
Sınıflı toplum yapısına geçişle birlikte ortaya çıkan yabancılaşma, ailedeki temel rolünden ötürü hem anne kadının ve hem de iş yaşamındaki emekçi kadının kendine yabancılaştırılarak, uğratıldığı tarihsel sömürüdür.
İŞİNE, EŞİNE, ÇOCUĞUNA YABANCILAŞAN KADIN
Binlerce yıl önce, özel mülkiyetin söz konusu olmadığı dönemde, kadın da tarımsal üretimini, ektiğini biçtiğini, yiyip içtiğini bölüştü. Kadınlar, çocukları ayrımsız büyüttüler. Çocukları beslediler, birlikte koruyup kolladılar.
Erkeğin, üretim araçlarını ele geçirilmesiyle birlikte insan topluluklarına yönelen saldırıları, insan ve hayvanları kendine ait kılmaya başladı. Paylaşımın üstünde kalan kısım onda sahiplik duygusunu yarattı, gücünü dayatmaya başladı.
Kadının işte o dönemlerden beri gelen “Mal” olma durumu, kendi bedeninden başlayarak doğurduğu çocuklarına yabancılaşmasını, ürettiklerinden ve yeteneklerinden zorla uzaklaşmasını getirdi. Binlerce yıl, kadın bunlara yabancılaşırken, aynı zamanda karanlık bir yalnızlığa kapatıldı.
KADINA YÖNELİK CADI AVINDAN İNSAN AVINA
Özel mülkiyetçi sistemin, çağlar boyunca köleleştirdiği, ateşlerde cadı diye yaktığı, devşirdiği, yerinden yurdundan ettiği, ailesiz ve sevgisiz bıraktığı kadının, Batılı toplumlarda ise canı çok daha fazla yandı.
Toplumların çürüme dönemlerinde eşcinsellikle, varlığı ve doğurganlık mucizesi aşağılandı. Bugün de dünyada, Lezbiyenlikle kadının kendi bedenine yabancılaşması yüceltilmektedir.
Yanı sıra, ağırlıklı olarak erkeğin üstüne karabasan gibi çöken Gey’lik, Transeksüalite, Biseksüellik, Kuir çarpıklıkları kadının yalnızlaşmasının taşlarını döşemeyi sürdürmektedir. Bugün buna, Ortaçağ’da kadına yönelik “Cadı avı” kavramından hareketle “İnsan Avı” diyebiliriz.
BİLGE KADINLARIN TARİHSEL ÖNCÜLÜĞÜ
Kadın, sadece Cins-i Latif (Hoş, incelikli güzellik) diye görülünce, toplumu ilerletecek bilim, sanat, kültür alanlarındaki katkısından vazgeçilmektedir. İnsana bağışlanan düşünme, bilme, değiştirme yeteneği, noksansız kadında da mevcuttur.
Bilim ve gerçeğe dayanarak geleceğe inançla yürüyoruz. Bunu en derin ifadeyle dile getirmek gerekirse, Yunus Emre’ce konuşuruz:
İlim, ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Kavrayabildikçe çözümleri düşünebiliriz, çıkış yolları geliştirebiliriz. Bugün, Milli Devletleri hedefe koyarak Ön Asya’yı etnik ve mezhepsel devletçiklere bölmeye çalışan ABD emperyalizmine karşı, bütün bunları aşarak bayrakta ve vatanda birleşerek, millet olarak, kadınların da kurtulabileceğini öngörmek zorundayız.
Kadın yabancılaşması baskıları altında, insanlık tarihini ilerleten Bilge Kadınların varlığı, mücadelenin ne kadar köklü ve büyük olduğunun kanıtıdır. Kadının kendine ve emeğine yabancılaşarak yalnızlaşmasını, milletçe birleşerek, kadınlar olarak ayrımsız kucaklaşarak aşabiliriz.