Küreselleşme ve neoliberal programların yol açtığı Fransa'da kitlesel yoksulluk
Avrupa ülkeleri refahın ve sosyal yaşamın sembolü olarak uzun yıllar Afrika’nın, Batı Asya’nın yoksul insanlarının rüyalarını süsledi. Bugün hâlâ kapağı Avrupa’ya atmayı hayal eden insanlarımız var Türkiye’de.
Evet, eskiden barış ve refahın sembolü olan Avrupa, artık silahlanma, kıtlık ve yoksulluğun hâkim olduğu yeni bir döneme giriyor. ABD’nin dayatmasıyla savunma harcamalarının artırıldığı; eğitim, sağlık ve sosyal harcamaların kısıldığı bir dönem. Bugünlere nasıl gelindi? Yaşanan kriz ve onun yol açtığı kitlesel yoksulluğun nedenleri nelerdir? Alım gücü düşen halkın buna karşı tutumu ne oldu? Ve ne olacak?
KÜRESELLEŞME VE KAPİTALİZMİN SOSYAL SEFALETİ
Almanya ve bazı ülkeler istisna olmak üzere, Avrupa 50 yıldır ekonomisini borçla çeviriyor. 70’lerin ortasında petrol kriziyle başlayan ekonomik kriz 80’lerde küreselleşmenin yıkıcı neoliberal politikalarıyla uygulanan özelleştirmeler, kitlesel işten çıkarmalar, sosyal haklara saldırı, yoksulluğa neden olmuştur. Fransız Ulusal İstatistik ve Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (INSEE) o yıllarda (1996) ilk kez yolsuzluk ile ilgili istatiksel verileri açıklamaya başladı.
Teori dergisinin Ağustos 1996 tarihli sayısında “Küreselleşme ve Kapitalizmin Sosyal Sefaleti” başlıklı bir yazı yazmıştım. Yani INSEE’nin yoksullukla ilgili ilk verileri açıkladığı tarih. Yazı, 80’lerde başlayan ve 2000’lerde iflas eden küreselleşmenin Fransa’da yol açtığı yıkımı ve ona karşı mücadeleyi anlatıyordu.
Yazının “Modern Dünyanın Yoksulları” başlıklı bölümünde şunu aktarıyordum: “Dünya kapitalizmi neoliberalizm rüzgarıyla öyle bir sistem yaratmıştır ki, bırakalım Afrika’da açlıktan ölen insanları, kendi ülkesinin insanları yoksulluk ve sefalet sınırına gelip dayanmıştır. Ekonominin küreselleşmesi, firmaların ülke dışına yaptıkları sanayi yatırımları (délocalisation), teknolojik devrim ve monetarist politikanın artık Avrupa’da işsizlik ve yoksulluk yaratması; görünmez bir kaza değil, yapısal bir ekonomik veridir. Yoksulluk liberal ekonomik gelişmenin eseri olarak kabul edilmekte ve onun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır”.

SARKOZY İLE BAŞLAYAN ATLANTİKÇİ SÜREÇ
Fransa özelinde konuyu ele alırsak; Teori dergisinin Ağustos 1996 tarihli yazımdan aktarmaya devam ediyorum: “Fransa’da işsizlik, yoksulluk, gelecek korkusu, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, depresyon artık günlük hayatın doğal parçası olmuştu. Cinsiyetlerin birbirine karıştığı ve ahlaksızlığın had safhaya ulaştığı bir ortam. Yabancı işçilerin günah keçisi olarak gösterildiği, huzursuzluğun ve işsizliğin kaynağının Müslüman siyah Afrikalı, Arap ve Türkler olduğunun propagandasının yapıldığı bir Fransa”. İşte böyle puslu bir ortamda, 2007 yılında Cumhurbaşkanı olan Nicolas Sarkozy siyasal anlamda De Gaulle’cü gelenekten koparak ABD’nin yani Atlantik cephesinin Avrupa’da koçbaşı oldu. 2008’de Fransa’yı yeniden NATO’nun askeri kanadına soktu. Aynı yıl küreselci neoliberal sistem 2008 mali krizi ile patladı ve bugüne kadar belini doğrultamadı.
SARKOZY’NİN İZİNDEN GİDEN SOSYAL DEMOKRAT HOLLANDE
ABD hegemonyacılığının arkasına takılan Sarkozy’nin Fransa’sı yenilen Atlantik’in kaderini paylaştı. Sarkozy’den sonra iktidara gelen Sosyal Demokrat François Hollande aynı çizgiyi sürdürdü. Her ikisi de yaşanan krizin yükünü halkın üzerine yıkan kemer sıkma politikalarını uyguladılar. 1995-2015 arasında halk uygulanan ekonomik politikalara karşı ayağa kalktı. 1995-96 yıllarında Avrupa’da ilk kez küreselleşmeye karşı milyonlar ayağa kalktı; eylemler 3 ay sürdü. Daha sonra çalışanların aleyhine çıkarılan yasalara karşı kitlesel mücadeleler oldu. 2005 göçmenlerin ve yoksul kesimin yaşadığı banliyölerde günlerce süren isyanlar yaşandı. Sistemin sağ ve sol ayakları liberal muhafazakârlar ve sosyal demokratlar halkın desteğini kaybettiler. Böylece iki partili tahterevalli sistemi çöktü. Buna paralel olarak halkın taleplerine sahip çıkan Milliyetçi Ulusal Birlik partisi de yükselmeye başladı.
SİSTEMİ KURTARMA UMUDUYLA GELEN MACRON
Çökmekte olan siyasal sistemlerini kurtarmak için Emmanuel Macron küreselci güçler tarafından piyasaya sürüldü. Hem muhafazakâr hem de sosyal demokrat partilerinden Macron’a destek sağlandı. Öyle ki her iki kanattan bakanlık, başbakanlık yapmış siyasiler Macron’un kurduğu partide yer aldılar, daha sonra Macron’un hükümetlerinde yer aldılar. Macron, 2017 ve 2022 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Ulusal Birlik Partisi Lideri Marine Le Pen ile ikinci turda karşı karşıya kaldı. Her iki seçimde de Marine Le Pen’e karşı sağlı sollu sistemin tüm partilerinin (Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Komünistler dahil) desteği ile Macron’un seçilmesi sağlandı.
Macron’un Sarkozylerden, Hollandelardan farklı ekonomik ve siyasal bir programı yoktu. Onlar gibi Atlantikçiydi, onlar gibi küreselci ve neoliberaldi. Yani sistemin çıkmazı devam ediyordu. Macron’un ikinci yılında Sarı Yelekliler Halk Hareketi patladı, Arından emeklilik reformuna karşı kitlesel eylemler başladı.
AVRUPA UKRAYNA’DA ABD’NİN PEŞİNE TAKILMASININ BEDELİNİ ÖDÜYOR
70’li yıllarda başlayan ve günümüze kadar katlanarak gelen siyasi ve ekonomik krizlerde 2014 Ukrayna’da yaşanan faşist darbe dönüm noktası oldu. Darbenin arkasında ABD ve Avrupalı işbirlikçileri vardı. ABD/NATO güçlerinin Rusya’yı doğudan kuşatma planı o tarihlerde uygulamaya kondu.Tüm Atlantikçi güçler Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uyguladılar. Diğer taraftan Rusya sınırındaki Donbass bölgesinde katliamlara başladılar. Neonazi çetelerin Rus kökenlilere uyguladığı etnik şiddetin ardından, ülkenin doğusunda Rusya sınırında bulunan Donetsk ve Lugansk bölgelerinde karşı ayaklanmalar başladı. Çatışmaların ardından referandumlar yapıldı ve yine yüzde 95 gibi ezici sonuçlarla Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti ilan edildi.
Fransa ve Almanya’nın garantörlüğünde Ukrayna ve Rusya’nın katılımıyla oluşan dörtlü yapı, Rusya’nın elini kolunu bağlamak için sözüm ona Minsk Anlaşmasını yaptılar. Daha sonra, 2022’de dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın yaptığı açıklamalarda Minsk Anlaşmasının amacının Ukrayna’ya zaman kazandırmak ve Rusya’ya karşı silahlanmasını sağlamak olduğunu öğreniyoruz. Merkel yaptığı açıklamada "2014 Minsk anlaşması Ukrayna'ya zaman kazandırma girişimiydi. Bugün de görüldüğü gibi, bu dönemi kendini güçlendirmek için kullandı" dedi.
Şubat 2022’de Rusya Devlet Başkanı Putin, NATO’nun doğuya doğru genişlemesine Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerini tanıyarak yanıt verdi ve Ukrayna’ya karşı özel askeri operasyonu başlattı. 3 yıldır devam eden Ukrayna savaşında ABD’nin peşine takılan Avrupa ile Rusya arasındaki ipler koptu. Batı ülkeleri Rusya’ya yaptırımlarını artırırken, Rusya da Avrupa’ya gaz musluklarını kesti. Büyük ölçüde Rus gazına bağımlı olan Avrupa’da görülmemiş bir enerji krizi yaşandı. Gaz ve akaryakıtın fiyatları 2-3 kat arttı. Enflasyon yükseldi, halkın alım gücü düştü ve bu kriz esas olarak da sanayiyi vurdu.
KRİZİ SİLAHLANMA İLE AŞMA PLANI
Ekonomik durgunluğa giren Avrupa’da büyüme durdu. Ülke yönetimlerinin başında olan küreselci liderler içine girdikleri bu krizden çıkmanın yolunu silah sanayisini canlandırmak olarak belirledi. Fakat, askeri harcamalarda ABD’nin dayattığı %5’lik artışı sağlayacak parası olmayan Avrupa devletleri bunun yükünü de halkın üzerine yıkmak ve bunun için kamu harcamalarını kısmak için planlar yapmaya başladı.
Avrupa’nın silahlanması sadece ekonomiyi canlandırmakla açıklanamaz. Neden ve niçin silahlandığını anlamak gerekir. Savaş yanlısı küreselci liderler “Rus tehdidine” karşı deseler de esas amaçları silah üretimini artırmaları diğer taraftan sistemi tehdit eden yükselen Milliyetçilik ve gelişecek muhtemel halk hareketlerine karşı bir yönü vardır.
UFUKTA YENİ HALK HAREKETLERİ VAR
Ve nitekim Fransa’da Sarı Yelekliler Hareketi'ne benzer eylem çağırıları son bir aydır giderek arttı. Fransa'yı kısmen felce uğratan ve iktidarı sarsan, bir yıl boyunca ve binlerce noktada ülke çapında yapılan eylemlerin üzerinden neredeyse yedi yıl geçti. Başbakan François Bayrou’nun 2026 bütçesini “Uçurumun kenarındayız!” diye açıklaması ve krizin yükünü halkın sırtına yükleyen bir bütçe önermesinden sonra halka eyleme geçme çağırıları yapılıyor.
Çağrıyı yapanlar “mobilisation10septembre” (10 Eylül Hareketi) adında bir internet sitesi de oluşturdular. Sitede “Bayrou Hükümeti’nin dayattığı kemer sıkma politikası karşısında, 3 bin kişinin işine son verilmesi, maaşların dondurulması, emekli maaşlarına saldırılması, sosyal yardımların azaltılması, sağlık hizmetlerinde kesintiler yapılması ve resmî tatil günlerinin kaldırılmasına karşı, bu yurttaş hareketi, bu adaletsizlikleri kınamak ve barışçıl protesto ve dayanışma yoluyla iktidarı geri almak için harekete geçiyor.” deniyor.
FRANSA’DA 10 MİLYON YOKSULLUK SINIRI ALTINDA YAŞIYOR
2023 yılında, Fransa metropol bölgesinde 9,8 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yoksulluk oranı %15,4 ile son 30 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Yani bir yılda 650 bin artmıştır. 2022'de %14,4'ten 2023'te %15,4'e çıkmıştır.
Ancak bu rakamlar, denizaşırı departmanlarda yaşayanlar, evsizler, mobil konutlarda veya çeşitli kurumlarda (bakıma muhtaç yaşlılar için barınma tesisleri, genç işçiler için yurtlar vb.) yaşayanlar ve referans kişisi öğrenci olan haneler dahil edilmediğinden, gerçek yoksulluk oranının altında kalmaktadır.
Yoksulluk ile ilgili raporu 7 Temmuz’da yayımlayan kurum INSEE. Kurum yoksulluk sınırını, 14 yaşından küçük iki çocuğu olan bir çift için belirlenen 2705 avro aylık gelire göre belirlemektedir. Yani iki çocuklu bir aile için yoksulluk sınırı 2705 avro. Bu da bir kişi için 1288 avro.Yoksulluk sınırının altında yaşayanların yarısı ayda 1.041 avrodan az gelirle geçiniyor.
2023 yılında, Avrupalıların %16,2'si yoksuldur. Fransa da ise bu oran %15,4'tür. Fransa’da yaşayan göçmenlerde yoksulluk oranı ülke ortalamasının iki katından fazladır: %34,2. Yoksulluktan en çok etkilenenler diğer gruplar: işsizler, emekliler ve tek ebeveynli aileler. Gençleri ve üniversite öğrencilerini de buna eklemek gerekir.
INSEE’nin verdiği rakamlara göre 1975 ile 1984 yılları arasında yoksulluk oranı %17,4'ten %13,8'e gerileyerek önemli ölçüde azalmıştır. 1984'ten 1996'ya kadar, işsizliğin artmasıyla birlikte 1,9 puan artmıştır.
1997'den 2004'e kadar, ekonomik canlanma ile birlikte gerilemiş, ardından finansal krizin ardından 2011'de ilk zirvesine ulaşmış ve 2018'de, özellikle konut yardımlarının azalmasıyla bağlantılı olarak ikinci zirvesine ulaşmıştır. Yoksulluk oranı 2019 ile 2021 arasında yeniden artmıştır: Fransa, 2021'de Kovid döneminden, bu döneme daha yüksek bir yoksulluk oranıyla çıkmıştır. 2022'de yoksulluk oranı, 1996'dan bu yana gözlemlenen seviyelere kıyasla nispeten yüksek bir seviyede kalmıştır. 2023'te yoksulluk oranı 0,9 puan artarak %15,4'e yükselmiş ve 1996'da serinin başlangıcından bu yana en yüksek seviyesine ulaşmıştır.
Le Monde gazetesinde Claire Ane’nin aktardığına göre; Ulusal Yoksullukla Mücadele Politikası Konseyi (CNLE) Başkanı sosyolog Nicolas Duvoux, “bir alarm eşiği aşıldı” diyor. “Artık yoksulluğun yüksek bir seviyede sabitlendiği bir dönemde değil, artış eğilimindeyiz”. CNLE'nin 2015-2022 yıllarını kapsayan son araştırmasında ortaya konan bulgular da bunu doğruluyor: “İşsizliğin azalması artık eskisi gibi yoksulluğun azalmasına yol açmıyor: işgücü piyasası istikrarsız ve mikro girişimcilerin (esas işinin dışında ek iş yapan çalışanlar) statüsünün geliştirilmesinin teşvik edilmesi yoksulluğu durdurmaya yetmedi” diyor.
37 Ulusal Dayanışma Derneğini (Emmaüs, Secours catholique, ATD Quart Monde, Fondation pour le logement vb.) bir araya getiren Alerte kolektifinin başkanı Delphine Rouilleault ise “Durum dramatik ve dayanılmaz, 2023 yılında her altı Fransız’dan biri yoksulluk içinde yaşayacak” diyor.