04 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Mürebbiye’den Paribu Cineverse’ye…

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Hüseyin Rahmi’nin (Gürpınar) 1899’da önce İkdam gazetesinde tefrika edilip, sonrasında kitap haline getirilen eserinden, 1919 yılında, onca yaşına rağmen sinemaya merak sarıp kameranın başına geçen tiyatronun duayenlerinden Ahmet Fehim Efendi’nin sinemaya aynı adla aktardığı filmin işgal Kuvvetleri tarafından Anadolu’ya gönderilmesi yasaklandığından beri dağıtım Türk sinemasında bir dert olmuştur. Gerçi gösterimi engellenmeyip gönderilseydi de, o dönemin olanaklarıyla kaç yerde gösterime girebilirdi ya… O da bir başka sorun…

İşte bu başka sorun, yani dağıtım ile gösterim olgusu, yalnızca İstanbul’daki İşgal yıllarının sorunu olmamış, sinemanın bu coğrafyadaki gelişim ve yaygınlaşma sürecinin her evresinde değişmeyen bir ibretlik afiş olarak “bir başka sorun” olarak hep karşımıza çıkmıştır.

Dağıtım sinema için de yaşamsal bir önem kazanmaktadır. Dağıtım olanaklarına gereği gibi sahip olmayan filmlerin tecimsel kazanımları yok denecek kadar az, hatta bir açıdan yok gibidir.

Türk sinema ortamında dağıtım, uzun yıllar, sağlam bir temele oturmasa da, bölgelere ayrılan işletmecilerin de katkılarıyla sağlanmış ve sinemamız bu işleyişini 80’li yılların son dönemlerine dek sürdürmüştür. Sözü edilen bu yıllardan sonra Yabancı Sermaye Yasası’nda yapılan değişimlerle yabancıların ülkemize gelip, her alanda olduğu gibi, sinema alanında da bazı haklar elde edip gösterim ve dağıtım olayını ele geçirmesi, yalnızca ulusal filmlerin ticari yanlarını etkilememiş, onların da ötesinde ulusal sinemayı koruyan tüm duvarların yıkılmasına da neden olmuştur.

Yasaların kendilerine verdiği haklardan yola çıkarak ülkemize ilk önce Majörler (dev Amerikan şirketleri) olarak tanımladığımız şirketler gelip dağıtım ve gösterim olanaklarını ele geçirip “Tehlikeli İlişkiler” ve “Yağmur Adam” filmleriyle kapıyı aralamış, sonrasında da tüm sinema alanına egemen olarak ulusal sinemanın neredeyse sıfır noktasına gelmesine neden olmuşlardır. Majörlerin, Türk sinema ortamına girdiği dönemlerde yılda en ez 100’ün üzerinde film üreten sinemamız büyük bir krizin içine girerek bu sayıyı 10’nun altına indirmiş, dahası bu az sayıdaki filmini de sinemanın orta yeri olan Beyoğlu sinemalarında gösterime sokamamıştır. Dün olduğu gibi bugün de, film sayısında hatırı sayılır artışlar olmasına karşın büyük bir kısmı, dağıtım/gösterim tekelleri nedeniyle vizyon bulamamaktadır. 

Geçtiğimiz günlerde (çok değil, birkaç gün önce), 2016 yılında CGV ve Mars’ın bir araya gelişiyle doğup CGV Mars Cinema Group adını alan grup, Paribu ile bir iş birliği gerçekleştirerek Paribu Cineverse adını aldı. Bu birleşmeden sonra 30 kentimizde, 90 sinema işletmesi ve 778 salona sahip olan grup bu adla hizmet vermeye devam edecek. CGV Mars Cinema Group’la birleşen Paribu, 2017’de kullanıma açılarak, kullanıcılarına kripto para işlemi sunan ve 6 milyon kullanıcısı bulunan bir platform.

Ülkemizde sinema alanına hakim olan dağıtım/gösterim olanaklarına sahip olan grup –ya da gruplar- güçlenip büyüdükçe, ulusal sinemanın bundan yarar sağlanması ne gariptir ki daha da azalıyor ve çevrilen her 10 yerli filmden ancak, en iyimser bir tahminle dörtte biri bu grubun sinemalarında gösterim olanağını elde edebiliyor.

Film var, festival çok, ödül bol… Ama bu festivallik filmlerin halkın karşısına çıkacak gösterim olanakları yok…

Sanırım bu da “Festivallik Filmler Dönemi” nin değişmeyen ve de bundan böyle de değiştirilmesi pek kolay olmayan bir yazgısı ya da cilvesi… Sinemamız giderek “bol ödüllü” ama tecimsel sinemalarda gösterim olanağını bulamayan filmler çöplüğüne dönmek üzere… Bereket versin ki birkaç film bu kaideyi bozabiliyor. Ama bu kadarıyla da bir sektör ayakta kalamıyor ki…